Tahran, 17 Eylül 2015 – IŞİD, tasarımı Amerika tarafıdan yapılmış bir model düşman olduğunun değerlendirmesini yapan Prof. Dr. Semih Koray, "İncirlik Üssü'nün ABD tarafından kullanılmasına ilişkin varılan mutabakat, Amerika'nın Türkiye'yi oluşturmaya çalıştığı koalisyon doğrultusunda konuşlandırma çabasının bir parçasıdır ve Türkiye açısından önemli bir zaaftır."diye konuştu.

MHA – Muhabirimize röportaj veren Bilkent Üniversitesi Öğretim görevlisi ve uluslararası ilişkiler uzmanı Prof. Dr. Semih Koray, en son tezkerimim TBMM'den geçmesini ve bu bağlamdaki Türk hükümetinin PKK ve IŞID'a yönelik operasyonların yanısıra tezkerenin Türkiye'nin iç siyaseti üzerindeki etkisi değerlendirdi. Röportaj şöyle;

 

  • Tezkerenin TBMM'den onay almasıyla Türkiye'nin Irak ve Suriye'deki askeri varlığı ne derecede artacak?

 

            Bilindiği gibi, son tezkere, hükümete Irak ve Suriye'ye asker gönderme izni veren daha önceki bir yıl süreli tezkerenin süresinin dolması üzerine TBMM'nin gündemine gelmiştir. Son tezkerenin mecliste görüşülmesi sırasında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin 24 Temmuz'da PKK'ya karşı başlatmış olduğu askeri harekât sürmekteydi. Sorunuzu yanıtlamadan önce iki hususun altını çizmek istiyorum. Birincisi, daha önemli olanın, tezkerenin Türkiye'nin Irak ve Suriye'deki askeri varlığı üstüne yapacağı etkiden çok, yürütülmekte olan askeri harekâtın tezkerenin onaylanmasına olan etkisi olduğuna ilişkin kanımdır. İkincisi de, bugün Türkiye'nin Irak ve Suriye'deki askeri varlığının hedefinin ne olduğu, bu askeri varlığın derecesinden çok daha büyük bir önem taşımaktadır. 

            Türkiye'nin bugün yürütmekte olduğu askeri operasyonların ana hedefi, PKK'dır. Türkiye'nin ülke bütünlüğüne ve milli birliğine yönelik esas tehdidi oluşturan PKK, Obama tarafından açıkça “Amerika'nın Ortadoğu'daki kara gücü” olarak nitelenmiştir. Onun için bugün Türk ordu ve polisinin gerek ülke içinde, gerekse sınır ötesinde PKK'ya karşı düzenlediği operasyonlar, adı böyle konmasa da, Türk-Amerikan savaşının bir parçasıdır.           

            Kuzey Irak'a esas olarak havadan yapılan askeri harekât, doğrudan doğruya PKK'nın kamplarını, lojistik imkanlarını ve merkez üssü olan Kandil'i hedef almaktadır. Bu harekât boyutları açısından son on yıldır yapılan en kapsamlı harekâttır ve PKK varlığına ciddi darbeler indirmiştir. Kazanılan askeri başarıların ardında yatan en önemli nedenlerden biri de, harekât hedeflerinin ABD'ye bildiriminin, ABD'nin PKK'yi korumaya yönelik karşı önlem almasına olanak bırakmayacak biçimde son anda yapılmış olmasıdır. Şu anda Amerika'nın Ortadoğu'daki en önemli kaygısını, bu harekâta son verilmesini sağlayarak PKK'yi korumak oluşturmaktadır.

            ABD'nin Ortadoğu planının  düğüm noktası, IŞİD'den boşaltılacak bölgelerde PYD-PKK'nin önünü açarak, Suriye'nin kuzeyinde bir “Kürt koridoru” oluşturmaktır. Aslında ABD'nin Suriye topraklarında IŞİD'e karşı yaptığı hava saldırılarının bölgelere göre sayısal dökümüne bakmak bile, Amerika'nın bu hedefini açıkça ortaya çıkarmaktadır. Çünkü IŞİD, tasarımı Amerika tarafından yapılmış bir “model düşman”dır. ABD açısından önemli olan, IŞİD'in yenilmesi değil, IŞİD'i kimin yeneceğidir. IŞİD'i kim yenerse, ilgili bölgelere o hakim olacaktır. IŞİD, “model düşmanlığı”nın yanı sıra, aynı zamanda Suriye ve Irak'ı bölmenin bir aracı olarak tasarımlanmıştır. Amaç, IŞİD'i kısıtlamak, ama uzunca bir süre varlığını sürdürmesine izin vermektir. Böylelikle hem bölge ülkelerinin bölünmesinde etkin bir güç olarak kullanılması, hem de ABD'nin bölgeye müdahale vesilesi işlevini görmeye devam etmesi planlanmaktadır.

            Irak, Suriye ve Türkiye'ye yönelen bölücü terör tehdidi ortaktır. IŞİD ve PKK-PYD, bölücü terörün başlıca araçları arasındadır. Bölücü terör tehdidinin kökünü kazıma yetisine sahip biricik güç, bölge ülkelerinin birlikte oluşturacağı bir Batı Asya Birliği'dir. ABD'nin IŞİD'e karşı oluşturmayı hedeflediği koalisyon, Batı Asya Birliği'nin tam karşıtıdır. ABD, IŞİD'i “model düşman” olarak kullanıp, bölgedeki ve dünyadaki güçleri, bölge ülkelerini bölme planları doğrultusunda konuşlandırmaya çalışmaktadır. Bu plan çerçevesinde ABD'nin “kara gücü”, PKK-PYD'dir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin halen PKK'ya karşı ülke içinde ve sınır ötesinde yürütmekte olduğu askeri harekât, ABD planlarına ağır bir darbe indirmektedir.

            Öte yandan, Türkiye'deki AKP iktidarı, bölge ülkelerinin birliğinin önündeki en önemli engellerden birini oluşturmaktadır. Bu iktidarın yakın zamana kadar mimarı olmakla iftihar ettiği “Kürt açılımı” ve “çözüm süreci” adlarıyla anılan süreçler, Amerikan planının bir parçası olarak uygulanmıştır. PKK'nın kuruluşundan bu yana Türkiye içinde ve dışında en çok güçlendiği dönem, “çözüm süreci” dönemidir. AKP iktidarı, bölgede mezhep temelinde bölünmeyi açıkça körüklemiş ve başta Suriye olmak üzere toprak bütünlüklerini ve milli birliklerini korumak için varını yoğunu ortaya koyan ülkelere düşmanca bir siyaset izlemiştir. Suriye'deki terör örgütlerine geniş bir cephe gerisi sağlamıştır. Son olarak, İncirlik Üssü'nün ABD tarafından kullanılmasına ilişkin varılan mutabakat, Amerika'nın Türkiye'yi oluşturmaya çalıştığı koalisyon doğrultusunda konuşlandırma çabasının bir parçasıdır ve Türkiye açısından önemli bir zaaftır.

            O zaman şu soru ortaya çıkıyor: Bölge ülkelerinin bölücü teröre karşı mücadelesinin önündeki en büyük engellerden birini oluşturan AKP iktidarı altındaki bir ülke, nasıl oluyor da bugünkü adı konulmamış bir Türk-Amerikan savaşı olarak nitelendirilebilecek bir sürece giriyor? Bu sorunun yanıtını, ikinci sorunuz çerçevesinde ele akmak istiyorum.

 

  • Sınır dışı operasyonlar Türkiye'nin lehine mi?

 

            Türk Silahlı Kuvvetlerinin 24 Temmuz'da PKK'ye karşı başlattığı askeri harekâtla birlikte Türkiye'deki siyasal ve toplumsal iklim tamamen değişmiştir. Sözde “çözüm süreci”nin yükselişte olduğu dönemlerde, “aman ne yaparsa yapsın PKK'ya dokunulmasın ki, çatışmasızlık sürsün” havası topluma hakimdi. Bugün topluma egemen hale gelen iklim ise, “PKK'ya teslim bayrağını çektirmeden, ne ülkenin bütünlüğü korunabilir, ne de ülkeye barış ve huzur gelir” şeklinde özetlenebilir. Daha önce kıpırtıları görülmeye başlanmış olan bu yaklaşım, bugün Türkiye'de çok güçlü bir siyasal rüzgara dönüşmüştür. Artık Doğu ve Güneydoğu'daki Kürt yurttaşlarımız da, PKK'yı özgürlük ve huzurlarının önündeki engel olarak görmeye ve “birlik ve kardeşlik” yönünde seslerini yükseltmeye başlamışlardır. Bu rüzgar, Türkiye'deki bütün siyasal partilerin ve toplumsal güç odaklarının konumunu değiştirmiştir.

            AKP iktidarı, “Kürt açılımı” ve “çözüm süreci”nin, ABD'nin taşeronu konumunda olsa da, gerçekten “mimarı”ydı. AKP iktidarının bugünkü tutum değişikliği, inisiyatifi AKP'nin elinde olan bir sürecin sonucu değildir. Bugün AKP'nin toplumsal desteği hızla erimektedir. Tutum değişikliği, esen rüzgar karşısında erimesini yavaşlatmak, çöküşünü geciktirmek için bir çırpınışın ifadesidir. Çünkü esen rüzgarlar, AKP içinde ve tabanında da vatansever duyguları yükselişe geçirmiştir. Bu ortam, ilginç biçimde AKP iktidarının Suriye düşmanlığına da gem vurmuştur. Daha önceleri “çözüm süreci” döneminde iki günde bir Beşer Esad düşmanlığı yapanlar, uzunca bir süredir bu konuda en azından suskunluklarını korumaktadırlar.

            Bölücü teröre karşı mücadelede en önemli etken, milletin desteğini kazanmak ve onun da ötesinde milletin gücünü bu doğrultuda seferber etmektir. Bugün Türkiye'de Kürt yurttaşlarımızın bu açıdan özel bir konumu ve önemi vardır. Onları kucaklamak ve onların desteğini kazanmak, nihai başarı için vazgeçilmez bir önkoşuldur. Türkiye, bu soruna geçmiş tecrübelerin ışığında özenle yaklaşmaktadır.  Kürt yurttaşlarımız arasında birlik ve kardeşliğe yönelişin hızla yükselmesi, esmekte olan toplumsal rüzgarın gücünün bir göstergesidir.

            Türkiye'nin ülke olarak girmekte olduğu mevzi, yalnızca Türkiye'nin değil, bütün bölge ülkelerinin lehinedir. Bu mevzinin ardındaki millet desteği, aynı zamanda Türkiye'nin sınır dışı operasyonlarda “yanlış yola sapması”nın önündeki en büyük engeldir. Girilen mevzi, Türkiye içinde de, bugüne kadar ABD'nin taşeronluğunu yapmış olan güçleri hızla eritmekte, ABD planları doğrultusunda tutum almayı zorlaştırmaktadır.       

     

  • CHP ve MHP'nin tezkereye onay vermeleri seçimler için alınmış siyasi bir karar olarak değerlendirilebilir mi?

 

            CHP ve MHP'nin tezkereye onay vermeleri, yukarıda sözünü ettiğimiz toplumsal ve siyasal rüzgarın bir sonucudur. Toplumda böyle güçlü bir rüzgar eserken, o rüzgar doğrultusunda tutumlar almak, bu iki parti açısından da “siyasal aklın” bir gereğidir. Aslında CHP açısından bakıldığında, rüzgarın olumlu etkisi tezkereye onayın da ötesine geçmiştir. Bu parti, 7 Haziran seçimlerinde, PKK'nın legal kanadı olan HDP'nin % 10 barajını aşması için emanet oy verilmesini önerirken, bugün HDP ile arasına set çekmektedir.

            Sorunuzun esası, bu iki partinin tutumunun yalnızca “seçimlik” olup olmadığı, yani seçim sonrasında değişip değişmeyeceğine ilişkindir. 24 Temmuz sonrası Türkiye, 7 Haziran öncesine göre bambaşka bir Türkiye'dir. Temel değişiklik, milletin bağımsız bir güç olarak Türkiye denklemindeki yerini almakta oluşudur. Milletin bu denklemdeki yeri, kuşkusuz ancak milli bir iktidar seçeneğinin yaratılmasıyla pekiştirilebilir. Türkiye'nin bugün ülke olarak girmiş olduğu mevzi, uzak olmayan bir gelecekte bu milli iktidar seçeneğini yaratacaktır.

 

Mehrdad Mohammadi