Bir kez daha hüzünleniyor kalplerimiz; bir kez daha boşanıyor gözlerimizden gözyaşları. Neden acaba? Niye ağlıyoruz? Neye ağlıyoruz? Neden üzülüyoruz? Neye üzülüyoruz? Kimdir Hüseyn? Kimdir Zeynep? Nedir Âşurâ ve neresidir Kerbelâ? Kâinat efendisi, Seyyid-ül Enbiyâ, Resul-i Kibriyâ'nın göz nuru, Emir-ül Mu'minin, Aliyy-el Murtezâ'nın ciğerparesi, dünya kadınlarının efendisi Hz. Fâtıma'nın canı, ruhudur Hüseyn. Nübevvet ve risâlet bağının şahgülü, kızıl gülü, imamet ve velâyet semasının üçüncü yıldızı, parlak yıldızı, kızıl yıldızı. Özgür insanların önderi, örneği; Hakikat yolcularının kıblesi, insanlık muallimi, izzet, adalet ve hürriyyet öğretmeni, sevgi ve saadet rehberi, ubudiyyet ve irfanın büyük üstadı, aşk ve şehâdet öncüsü, aşık gönüllerin aşkı, hazin sevdası. Evet, biz böyle bir insanüstü insana ağlıyoruz; Hüseyn'e ağlıyoruz; Resulullah'ın, daha ilk dünyaya geldiği sırada göz yaşlarına boğduğu Hüseyn'e; omuzlarında büyütüp: "Hüseyn bendendir, ben de Hüseyn'denim" dediği Hüseyn'e.
Evet biz Hüseyn'e ağlıyoruz; mazlûmiyete ağlıyoruz; yalnızlığa ağlıyoruz; faziletlerin yalnızlığına, hak ve hakikatin yalnızlığına, İslâm'ın, Kur'ân'ın, Resûlullâh'ın yanlızlığına, Ehl-i Beyt'inin, evlatlarının yalnızlığına; aslanların, yiğitlerin al kanlar içinde yatmasına, zincirlere vurulmasına, çakalların, çapulcuların baş tacı edilmesine ağlıyoruz. Evet, biz Hüseyn'in, yani bütün Enbiyâ'nın şehâdetine ağlıyoruz. Hüseyn'in, yani Resulullah'ın şehâdetine ağlıyoruz. Hüseyn'in, yani Ali'nin şehâdetine ağlıyoruz. Hüseyn'in, yani Fâtıma'nın şehâdetine ağlıyoruz. Hüseyn'in, yani Hasan-ı Müctebâ'nın şehâdetine ağlıyoruz. Hüseyn'in yani bütün Ehl-i Beyt'in şehâdetine ağlıyoruz.
Zira Hüseyn, bütün enbiyânın vârisi, Resulullah'ın vasisi, bütün evliyânın zübdesidir. Evet, Kerbelâ'da Hüseyn'i şehid edenler, bütün enbiyâ ve evliyâyı şehid ettiler aslında. Peki, kimdi tarihin bu en korkunç cinayetini işleyen zalimler, câniler? Nûrdan kaçan yarasalar, Bedir ve Uhudların, Hendek, Hayber ve Hüneynlerin intikamı hırsıyla kavrulan, Hz. Hamza'nın ciğerleriyle yüreklerini serinletemeyen nübüvvet ve velâyetin, hak ve hakikatin yeminli düşmanları. Onlar ki sultanı râzı etme pahasına Rahman'ı gazaplandırdılar; Resul'ün bağrını kanla doldurdular. Evet Sıffin'de Ali'den öçlerini tam alamayan, yıllarca mimberlerde, hutbelerde Allah'ın velisine okudukları lanetten teselli bulamayan Şeytan hizbi, bilahare Ali'nin oğlundan acılarını çıkarmaya çalıştılar; hiçbir vahşilik ve gaddarlıktan çekinmeden; hem de İslâm adına, Peygamber adına ve hilâfet sancağı altında!
Yine Zeyneb'i anıyoruz; o efsane kadını, o kahramanı; o Haydar-ı Kerrar kızını; o ikinci Zehra'yı; o şecaat, cesâret, sabır ve rızâ âbidesini, o iffet ve takva timsalini; o Kerbela elçisini, o izzet elçisini anıyoruz. Onun musibetlerine ağlıyoruz; yalnızlığına ağlıyoruz. Onu henüz hakkıyla tanıyamadığımıza ağlıyoruz. Alemdar-ı Kerbelâ, tevhid cephesinin sancaktarı, susuzların sâkisi Ebulfazl-ıl Abbas'ı yad ediyoruz. Onun imanına, hamiyetine, şecaat ve cesaretine gıpta ediyor, mazlumiyetine ağlıyoruz. O ki aziz kardeşi Hüseyn için o kadar önemli ve değerliydi ki şehâdeti sırasında başka hiçbir şehid hakkında söylemediği sözü onun hakkında söyledi; elini beline koyarak şöyle haykırdı mazlumların efendisi: "İşte şimdi belim büküldü kardeşim." Bugünlerde Hüseyn'in yiğit yavrusu Ali Ekber'i bir kez daha dile getiriyor, minnetle anıyoruz; o ki simâsı Peygamber simâsı, ahlakı Peygamber ahlakıydı; Hüseyn ondan alıyordu Peygamber kokusunu. Evet, Hüseyn'in en küçük askeri, altı aylık fedâisini, Ali Esğer'ini bağrımız yanarak anıyor; Hüseyn'in mazlumiyetine gözyaşı döküyor; Allah düşmanlarını, Peygamber düşmanlarını, Hüseyn ve Ehl-i Beyt düşmanlarını topyekün bir kez daha lenetliyor ve Allah'ın Resulü'ne olan kadirşinaslık borcumuzu ödüyor; tevelli ve teberri görevimizi ifâ etmeğe çalışıyoruz. Bugünlerde Hüseyn'in vefa ve sadâkat, fedakarlık ve cesaret, iman ve itâat timsali olan yaranını, ashabını anıyoruz; tarih yaşadıkça yaşayacak olan o 72 ölümsüz Kerbelâ şehidini; onlar ki Emevî ordusu diye tanınan, insanlıktan bihaber 30 bin vahşiler yığınına karşı en çetin şartlarda kanlarının son damlasına kadar, kahramanca, mertçe, mu'mince savaşıp Peygamber evladını, Ehl-i Beyt'in nurlu yolunu savundular ve böylece en büyük fedakarlık ve vefâ örneği ve öğretmeni olarak tarihe geçtiler.
Sâdıklar böyle vefa gösterir serverine Bir canın yerine bin can verir rehberine Evet, yine Kerbelâ'yı anıyoruz; o, tarihin en büyük bela, musibet, imtihan, irfan ve aşk çölünü. Arz kadar geniş, hak-bâtıl çizgisi kadar uzun bir çöl... Sâdıkların meydanı, âşıkların destanı ve kızıl laleler gülistânı...Kerbela..Ve... Âşurâ...insanlık tarihini kendinde özetleyen; şehadet günü, şehitler günü, müstaz'aflar, mazlumlar günü... Kanın kılıca galebe günü... Hakkın en parlak, en muhteşem, bâtılın ise en karanlık, en kara sayfası... Evet, Hüseyn'i unutmamak, Hüseyn'in mektebini unutmamak demektir; çizgisini yaşatmak demektir. Kerbelâ'yı ve Aşurâ'yı zinde tutmak, Kerbelaî ve Âşurâî değerleri ihyâ etmek demektir. Hüseyn'e ağlamak, Hüseyn'in temsil ettiği bütün güzellikleri, değerleri sevmek, sahiplenmektir. Karşı çıktığı bütün çirkinliklere, zülüm ve gaddarlığa, insanlık dışı bütün eylem ve söylemlere isyandır, nefret ve lanettir. Vesselam..
Musa Aydın/Tebyan
M.M