Yayınlama Tarihi: 2 Ocak 2016 - 12:31

Tahran, 2 Ocak 2016 - “Ortadoğu’da yeni bir petrol savaşının içine girmek üzereyiz… Ancak petrolün kontrolüyle ilgili bu savaş dünya siyasetini değiştirecek ölçüye ve yıkıcılığa ulaşacakmış gibi görünüyor. Bu yeni savaş Irak ve Suriye’deki petrol sahaları ve boru hattı güzergâhlarına dair. Amaç bölgeyi Suudilerin kontrolüne vermek. Bu suça Erdoğan Türkiye’si ve Katar da iştirak ediyor.”

Ortadoğu’da yeni bir petrol savaşının içine girmek üzereyiz. Bu sefer savaş muhtemelen nükleer silâhların kullanıldığı bir boyuta ulaşacak. Petrolün kontrolü için verilen savaşların tarihi yüzyılı aşıyor. Birinci Dünya Savaşı’nda petrol sahasının açığa çıkmasından beri devam ediyor. Ancak petrolün kontrolüyle ilgili bu savaş dünya siyasetini değiştirecek ölçüye ve yıkıcılığa ulaşacakmış gibi görünüyor. Suudi savaşı 1916’da Osmanlı’nın çöküşünü hazırlayan İngiliz-Fransız Sykes-Pickot anlaşmasının çizdiği ulusal sınırların yeniden çizilmesiyle ilgili. Bu yeni savaş Irak ve Suriye’deki petrol sahaları ve boru hattı güzergâhlarına dair. Amaç bölgeyi Suudilerin kontrolüne vermek. Bu suça Erdoğan Türkiye’si ve Katar da iştirak ediyor. Maalesef tüm savaşlarda olduğu gibi bu savaşın da bir kazananı olmayacak.

Irak ve Suriyeliler gibi AB de kazanamayacak. Türkiye ve Suriye’deki Kürdler de.Erdoğan’ın “sultanlığı” birçok insanın hayatına ve barışa mal olacak şekilde imha edilecek. Kral Salman’ın feodalizm öncesi döneme has krallığı dünya güç oyunları içerisinde nüfuz sahibi olacak. Bunlar öncelikle NATO’nun kendileri için dikkatle hazırladıkları ölümcül tuzağa düşecekler.

Önce bu yeni savaşı hazırlayan unsurlara ve kilit oyunculara yakından bakmak gerek. Bu savaş muhtemelen 2016 Yaz’ına dek bitmeyecek.

Dört Boyutlu Satranç Tahtası

Aldatma ve ihanetle yüklü bu lağım çukurundaki kilit oyuncular dört gruba ayrılıyor. Her birinin kendi hedefi var.

İlk grupta aşırı muhafazakâr Vahhabi Sünni Suud Kralı Salman ve 31 yaşındaki oğlu, savunma bakanı Prens Salman, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın savaşa hazır hâle gelmiş olan Türk rejimi, MİT başkanı Hakan Fidan, Fidan’ın MİT’i eliyle eğitilip desteklenen, Katar ve Suudi parasıyla beslenen, Vahhabi Suudilerin gizli uzantısından başka bir şey olmayan IŞİD bulunuyor. Bunlara bir de merkezi Riyad’da olan, 34 ülkenin Suudilerle birlikte kurduğu “Teröre Karşı İslam Koalisyonu”eklendi.

İkinci grup Esad’ın meşru hükümeti, Suriye Ordusu ve ona sadık diğer Suriyeli güçlerden, İran’dan, IŞİD’in kuşattığı, yüzde altmışı Şii olan Irak’tan oluşuyor. 30 Eylül’den beri Putin Esad’ın askerî açıdan desteklenmesine dönük cüretkâr bir saldırı başlatarak süpriz bir faktör hâlinde sürece dâhil oldu. İkinci grup ayrıca çeşitli düzeylerde Esad ile müttefik olanHizbullah‘ı ve diğer rejim karşıtı terör gruplarını içeriyor. Rusya’nın dâhliyle birlikte Şam’ın kaderi önemli oranda değişti.

İsrail ise ellerini ovuşturarak Suriye’de kendi ajandasına göre hareket ediyor. Kısa süre önce Netanyahu Suudi lider Salman Türk lider Erdoğan ile stratejik ittifaklar kurdu. Bir de buna işgal altındaki, Suriye’ye ait Golan Tepeleri’nde bulduğu “büyük” petrol rezervlerini eklemek gerek. Keşfeden şirketse New Jersey petrol şirketi Genie Energy. Yönetim kurulunda Dick Cheney, Jacob Lord Rothschild ve eski CIA başkanı James Woolsey bulunuyor.

Dördüncü grup sinsi ve aldatıcı bir rol oynuyor. Başında Washington var ve Suriye’de Fransız, İngiliz ve Alman askerlerini kullanıyor. Washington Suriye ve Irak’ta yıkıcı bir yenilgi için aptal Suudileri ve onların Türk ve diğer Vehhabi müttefiklerini tuzağa düşürmeye hazırlanıyor. Yapılanları “terörizme karşı zafer” ve “Suriye halkının zaferi” olarak ilân edeceklerine şüphe yok.

Tüm bunları bir şişenin içine koyun, çalkalayın, işte size 1945’ten beri elde edilebilecek en tehlikeli dünya savaşı kokteyli.

Suudilerin Aldatıcı “Anti-terör” Koalisyonu

15 Aralık’ta Suudi Arabistan Savunma Bakanı Muhammed bin Salman “İslam Anti-terör Koalisyonu”nun kurulduğunu duyurdu. Koalisyonun merkezi Riyad’da bulunacak. Salman kafasında hangi “teröristler”in bulunduğunu somutlamayı reddederek, koalisyonun Irak, Suriye, Mısır, Libya ve Afganistan’daki teröristlerin “peşine düşeceğini” söyledi.

34 ülkeyi içeren koalisyon listesinde Suudilerin yanısıra Ürdün, BAE, Pakistan, Bahreyn, Bangladeş, Türkiye, Çad, Togo, Tunus, Cibuti, Senegal, Sudan, Sierra Leone, Gabon, Somali, Gine, Filistin Ulusal Yönetimi, Komor Adaları, Fildişi Sahili, Kuveyt, Lübnan, Mısır, Libya, Maldivler, Fas, Moritanya, Nijer, Nijerya ve Yemen bulunuyor. Aralarında Endonezya’nın da bulunduğu on İslam ülkesi de desteklerini açıkladı.

Prens Salman bu devletlerin İslam ümmetinin çıkarlarına tehdit teşkil eden “terörizme karşı” halkların özsavunma hakkı temelinde hareket edeceğini söyledi. “İslam ümmeti” terimi yerine IŞİD koymak mümkün.

Bu Sünni ittifakının Irak, İran ve Esad’ın Suriye’si gibi Şii devletleri içermemesi şaşırtıcı değil.

Koalisyonun ismi de dikkate değer. Rusya’nın Suriye’deki tavrından epey farklı bir yaklaşıma sahip olan koalisyonun başı Suudiler IŞİD’i terörist görmüyor. Örgütün içerisinde çok sayıda Suudi mevcut ve Suudi ile Katar parasıyla ayakta duruyor. Zira Suudilere göre “kâfir” Esad’ı destekleyen herkes “terörist”.

Yeni Sykes-Picot mu?

Yeni koalisyonun kilit oyuncuları Erdoğan ve Prens Salman. Bunlar 1916’da parçalanan Osmanlı Ortadoğu’sunun haritasını yeniden çizmeyi planlıyorlar.Amaçları güya “saygı gören” bir dünya gücü olmak.İkisi de para ve iktidar motivasyonuyla hareket ediyor ve samimi bir dinî inançla zerre ilişkiye sahip değil.

Suudi Sünniliği feodalizm öncesine ait bir tür bedevî ideolojisi. Tıpkı IŞİD’inki gibi. Halk önünde kafa veya kol kesme, kadınlara deveden daha az değer verilen bir köle muamelesi yapma gibi kimi yaklaşımları savunuyor. Irkçı bir ideolojiyle tüm tarihsel anıtları yok ediyorlar. IŞİD 3.300 yıllık Asuri kenti Nemrud’u bu ideolojiye uygun olarak yıkıyor.

IŞİD’i yok etmek Suudilerin işine gelmiyor. Şimdilik Suriye çölünde petrolün bulunmadığı bir yerde sınırlamak isteniyor. Sonrasında kullanılmış mendil gibi fırlatılıp atılacak. Suudi planı aynı zamanda IŞİD’i etnik temizlik için kullanmayı öngörüyor.Bu plan muhtemel doğal gaz hattı geçiş güzergâhlarında ve petrol zengini sahalarda uygulanıyor. Hat Katar’dan Türkiye’ye uzanacakmış gibi görünüyor. Doğal gazın hedefi ise Avrupa Birliği.

Erdoğan’ın ve Suudilerin Savaşının Amacı

Erdoğan’ın ordusu, bilhassa MİT’i Suudi-Türk-Katar koalisyonunda kilit rol oynuyor. Burada amaç Esad yönetimini yok etmek, aynı zamanda Musul ile Kerkük arasındaki petrol sahalarını kontrol altına almak.

18 Ekim 2015’te Anadolu Ajansı’na konuşan Hakan Fidan IŞİD’e verilen desteği açıkça ifade ediyor: “İslam Emirliği [siz IŞİD anlayın –we] bir gerçeklik, bizim iyi örgütlenmiş, popüler böylesi bir yapıyı ortadan kaldırmamızın imkânsız olduğunu kabul etmemiz gerek. Bu nedenle Batı’daki meslektaşlarımdan İslamî politik akımlarla ilgili kanaatlerini değiştirmelerini, alaycı yaklaşımlarını bir kenara koymalarını ve Putin’in İslamcı Suriyeli devrimcileri ezme planına mani olmalarını istiyorum.” Başka bir ifadeyle Turkiye ve Suudiler için IŞİD, Nusret Cephesi vs. terörist bir örgüt değil, “kâfir” Esad rejimine ve onun Rus müttefikine karşı savaşan “İslamcı Suriyeli devrimciler”. Hakan Fidan’ın Kasım ayında Suriye hava sahasında Rus SU-24 uçağının yasadışı bir biçimde düşürülmesi olayındaki payı da ileride yaşanacakların bir göstergesi.

Çalınan Irak ve Suriye petrolünün yasadışı yollardan satışına karışan tek isim Bilal Erdoğan değil. SU-24 uçağının düşürülmesi sonrası Türkiye Enerji Bakanı Berat Albayrak ve pilotu öldüren Bozkurtlar da bu sürecin içerisinde.

Türk ordusunun Musul’a Barzani ile ilişkili savaşçıların eğitilmesi için girişi Türkiye’nin “Cihad” ve “Allah” adına Suriye ve Irak’ın petrol sahalarının fethedilmesine dair Suudi planının bir koçbaşı olduğunun göstergesi.

18 Aralık’ta Türkiye Katar’da askerî üs kuracağını açıkladı. Katar ise IŞİD’in ve Nusret Cephesi’nin finansörü. Türkiye Doha elçisinin ifadesine göre üste 3.000 Türk askeri olacak. Bunlar kara birliklerini, hava kuvvetlerini ve donanma personelini, ayrıca eğitmenleri ve özel kuvvetleri içerecek. Üssün amacı bölgedeki “ortak düşmanlar”a karşı koymak. “Türkiye ve Katar bölgedeki gelişmelere dair ortak sorunlarla ve diğer ülkelerin belirsiz kimi politikaları ile yüzleşiyor. […] Biz ortak düşmanlara karşı koyuyoruz.” Bu “ortak düşmanlar”dan biri 2009’da Rusya’dan gaz almaması karşılığında gaz boru hattı önerisine karşı çıkan Esad olabilir mi? Bu düşmanlardan biri İran Körfezi’nde Katar gazının bir uzantısı olan devasa Kuzey Pars sahasına sahip İran mı?

Bu koalisyona katılan Pakistanlı savaşçılar ve eğitimi düşük Arap orduları tali düzeydeler.

ABD’nin BM’deki Aldatıcı Barış Teklifi

Bu noktada Washington eli kulağında olan Suudi-Türk petrol savaşı ve Suriye ile Irak’ta yaşanacak bozgun için gerekli ortamı hazırlamak içi hileli bir manevra yaptı.Bu noktada Uluslararası Suriye Destek Grubu’ndan istifade etti. Grubun üyeleri Arap Birliği, Çin, Mısır, AB, Fransa, Almanya, İran, Irak, İtalya, Ürdün, Lübnan, Umman, Katar, Rusya, Suudi Arabistan, Türkiye, BAE, Birleşik Krallık, Birleşmiş Milletler ve ABD. Dışişleri Bakanı John Kerry sahada Suriye savaşının önümüzdeki altı ay içerisinde bitmesiyle tamama erecek pozitif bir nihai süreç olarak görülen, Rusya ve Çin’in güvenlik konseyine sunduğu anlaşmaya dair güvence sundu.

18 Aralık’ta New York’ta toplanan, Rusya ve Çin’in de katıldığı BM Güvenlik Konseyi oybirliği ile 2254 sayılı kararı kabul etti: “Suriye’de Barış Süreci için Yol Haritasının Onaylanması, Müzakereler için Programın Belirlenmesi”. Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı bu kararı şeytanî bir metin. Ocak 2016’da ateşkesin başlatılmasını öngörüyor. Bu ateşkese Suudilerin ve Türkiye’nin destek verdiği IŞİD ve Nusret Cephesi dâhil değil.Aynı zamanda politik geçiş sürecinin derhal başlamasından bahsediyor. Bu süreç ABD, Almanya, Fransa, İngiltere kadar Suriye, İran ve Rusya’nın da itiraz ettiği bir öneri.

ABD, Fransa ve İngiltere bu kararı Esad’ın gitmesinin zorunlu olduğu tespitine dayanak oluşturacak şekilde tevil ediyor. John Kerry belge ile ilgili olarak “Esad ülkeyi birleştirmek için gerekli beceriden ve itibardan yoksun” diyor. Bu noktada Kerry’nin sözlerini Fransız Dışişleri Bakanı Laurent Fabius da tekrarlıyor. O da oylamada “Esat’ın gitmesini de içeren kimi tedbirlerin alınması gerektiğini” söylüyor. İngiliz Dışişleri Bakanı Philip Hammond ise Esad’ın Suriye Savaşı’nda 250.000 kişinin ölümünden sorumlu olduğuna dair Batı’da sıkça dillendirilen yalana başvuruyor ve yeni kabul edilen “politik geçiş süreci”nin “Esad’ın gitmesi”ni de içermesi gerektiğini söylüyor.

Lavrov ise söz konusu oturumda “BM sürecinin Suriye hükümeti ile muhalefet arasında karşılıklı, kabul edilebilir bir anlaşmaya ulaşılmasını sağlaması gerektiği” üzerinde duruyor. Esad’ın gitmesi gerektiğinden çok Suriye’deki taraflar arasında iktidarın paylaşılmasından bahsediyor ve Suudilerin desteklediği “muhalefet”in iktidarı almasına karşı çıkıyor.

Gerçek şu ki kabul edilen BM ateşkesi ve politik geçiş süreci Rusya’yı, Esad’ı, Hizbullah’ı ve İran’ı durduracak, öte yandan da Suudi-Türk-Katar’a bağlı Nusret Cephesi, IŞİD ve diğer gruplar Suriye ve sonrasında da Kuzey Irak’taki petrol sahalarını rahatça ele geçirecekmiş gibi görünüyor.

Kurulan tuzağa Rusya, İran ve Esad’ın yapabileceği bir şey yok. Savaşı çıkartanların bu ajandalarını terk edip gerçek bir barışı tercih etmeleri daha iyi olmaz mı? Ne yazık ki dünya barışı ve özgürlük için hiçbir şey iyi gitmiyor. Mevcut durum herkesin herkese yalan söylüyor olmasının bir sonucu.

William Engdahl

Rasthaber

M.M