MHA – Mehdi Zülfikari: ABD ve onun Ortadoğu’daki kuklası uğursuz Siyonist Rejimi, aralarında bulunan coğrafi mesafe nedeniyle bölgenin zengin kaynaklarını elde edip sömürü politkasını izmek için bölgesel kuklalara ihtiyaç duymaktadırlar. Batı-İbrani ekseni politikasının sözü edilen joepolitik bölgede daha çabuk yürütülmesi için de bu kuklaların varlığı gereklidir.
Eğer 1932 yılında petrolun bulunması ile eş zamanlı olarak “Melik Abdulaziz” tarafından Suudi Arabistan ülkesinin kuruluş şeklini dikkatlı bir şekilde gözden geçirirsek, bu hükümetin şu an Ortadoğu'da bulunduğu girişimlerin nedenini daha iyi açıklayabiliriz.
Gerçi petrolun yeni kurulmuş Suudi Arabistan ülkesinde bulunmasıyla elde edilen bütçe de Vahabilik inacından dolayı ülkeyi yeni teknolojiler elde etmeye sevk etmedi, lakin Batı-İbrani ekseni kendi amaçlarına ulaşmak için daha bir stratejik müttefik buldu. Sözünü ettiğimiz müttefik tamamen kukla ve Vahabilik ideolojisi üzerinde kurulan Suudi Arabistan’dır.
Vahabilik İngiltere tarafından öyle tasarlanmış oldu ki benimsediği değerler açısından Batı ve İsrail ile herhangi bir çelişki yaşamamakla birlikte Batı-İbrani ekseninin politikasını hiçbir karşılık vermeden yürütmektedir. Yukarıda zikrettiklerimizi Vahabilik inancını tanımlamakla isbatlayabiliriz.
Sapkın Vahabi fırkası 18. yüzyılda “Muhammed bin Abdulvahap”ın vasıtasıyla Arabistan’ın “Necid” bölgesinde kuruldu. Bu fırka 1744 yılından itibaren Al Suud Hanedanı tarafından benimsenmektedir. Vahabilik inancını kadınları temel haklarından yoksun kılmaktan ta bu ülkede yapılan çoksayıda idamlara kadar sıralayabiliriz. Bu idamlar bazen görünüşte de olsa kendilerinden bazılarının sesini çıkarmıştır.
Batı tarafından ortaya çıkarılan bu cahilliğin temeli Suudi Arabistan’ın hükümet doğasıyla çelişkili olan her şeyin “bid’at” olarak tanınmasıdır. Bu ülke Amerika ve Siyonist Rejimi’nin planlarını bölge ve dünyada gerçekleştirmek için kullanılan bir araçtır. Bu bağlamda İmamlara (a.s) tevessül ve hakiki insanlığa varıp gerçekleri tanımka için herhangi bir çabayı tekfir etmeyi söyleyebiliriz. Vahabiler benimsedikleri inancını Peygamber Efendimiz (s.a.v) ve Allah tarafından gönderilen diğer paygamberler (a.s) değil, “İbn Teymiye”ye bağlamaktadırlar.
Eskiden beri Suudi Arabistan’a verilen talimatlardan biri etnik-kimlik ihtilafları çıkarmak ve müslümanların arasına sızmakla süper güçlerin dikte ettiği politika karşısında bir büyük ittifakın oluşmasını engellemektir.
Batı-İbrani-Arap üçlüsü İran İslam İnkılabı zaferinin ardından faaliyetlerini artırarak petrol fiyatını düşürmekten ta müşriklerden beraat etme merasiminde müslümanları facialara maruz bırakmak ve uluslararası alanda da Siyonistlerin elbirliğiyle İran karşıtı kararların onaylanmasında rol oynamaya kadar hiçbir eylemden vazgeçmemiştir.
Condoleezza Rice ve George Walker Bush’un iktidarda olduğu dönemlerde artık Suudilerin misyonu “Büyük Ortadoğu” ve “Yeni Ortadoğu” projeleri gibi tehlikeli komploların gerçekleşmesine yardımcı olmak olmuştu.
Lakin Lübnan Hizbullah Hareketi’nin 33 günlük bir savaşta Kudüs İşgalcisi Rejimi karşısında zafere ulaşması ve Direniş Ekseni’nin bölgede boy göstermesinin ardından adı geçen araç artık tek başına verilen talimatların üstesinden gelemiyordu. Dolayısıyla sözü edilen üçlü eksen tarafıdnan vekalet savaşında bulunacak terör örgütlerinin oluşturulması gündeme geldi.
Suriye, Irak ve daha sonra da Yemen ve dünyanın diğer ülkelerine yayılan terör örgütleri kurulan komploları gerçekleştirmek için DAEŞ, El Nusra Cephesi, Ahrar-uş Şam ve Boko Haram gibi isimlerle cinayetlerine başladılar.
“Tekfir kaynaklı vahşilik” adı geçen terör örgütlerinin ortak yönüdür. Nitekim ki, bu örgütlerin Suriye, Irak, Yemen ve Nijerya’da işlediği cinayetler dediklerimizin kanıtıdır.
Terör örgütlerinin boy göstermesine rağmen yukarıda zikr edilen komploların gerçekleşmesini önlemek için gösterilen direnişin devam etmesi Suudi Arabistan'ın yanında başka bir ülkenin de yer almasını gerektirdi. Türkiye’nin de sözünü ettiğimiz eksene eklenmesiyle artık dörtlü bir eksen oluşturuldu.
Türkiye gerekse Irak ve Suriye ile ortak sınırlara sahip olduğu için gerekse de Osmanlı İmparaturluğu’nun yeniden ihya edilmesi rüyasını umduğu nedenilye teröristlere destek vermek için bir köprü haline dönüştürüldü.
Bunlarla beraber Suriye ve Irak Ordularının terör örgütleri karşısında ulaştığı zaferler bölgedeki denklemleri değiştirdi.
Zaman aşımıyla Siyonistler uğradığını yenilgiler sebebinin İslam dünyasında yaşayan hakiki düşürler olduğunu farketti. Dolayısıyla Nijerya’da yüzlerce müslmünın katledilmesi ve Şeyh Zakzaki’nin tutuklanmasına karşı İslam dünyası gereken tepkileri göstermeyince ikinci planda da sıra Ayetullah Nimr’e gelerek, Suud Rejimi tarafıdan infaz edildi.
Suudi Arabistan tarafından izlenen yanlış politikanın bir daha bu gibi esef verici sonuçlar doğurmaması için İslam dünyası daha duyarlı olmalıdır.
M.K