Yayınlama Tarihi: 6 Şubat 2017 - 11:19

Türkiye’yi farklı ve belki de daha tehlikeli duruma getiren nokta, 70’lerdeki olaylara dayanarak halihazırdaki gelişmelerin planlı şekilde organize edildiğini anlatan teoridir.

Kamran Ghaderi: Şaşırtıcı olaylar sonucu doğan zor günler, şehrin ışıkları ve karanlıklarında birer gölge gibi saklanan belirsiz korku ve sokaklara her döküldüğünde yeni bir korkunun habercisi olan kanlar. Bunların hepsi bugünlerde doğusundaki Van’dan batısındaki İstanbul’a kadar tüm şehirlerine korku ve dehşetin hakim olduğu Türkiye’yi anlatıyor: Yöneticilerinin iktidar hırslarından dolayı iç ve ırk savaşla karşı karşıya gelip coğrafyasının aşırı sağ ve sol eğilimli terör örgütlerinin hedefi olan bir ülke.

Türkiye’nin hakimlerinin politikaları, bu ülkeyi iç savaşa sürüklerken, siyasal ve toplumsal baskı ve suskunluğu da beraberinde getirdi. Terör ve çatışma, bir zamanlar tarihinin 21. yüzyılına ait sayfalarını barış ve umutla açan bu ülkenin artık ayrılmaz bir parçası haline geldi. Fakat bu güvensizlik ve istikrarsızlık, Türkiye’nin gergin tarihinde eşsiz değil: Bu yönde, Türkiye’nin şimdiki durumunu bu ülkenin çelişkili ve aynı zamanda kanlı dönemi yani 70’leriyle kıyaslayabiliriz.

Bu iki dönem arasındaki benzerlikler ve farklılıkların incelenmesi, hiç şüphesiz acı verici yılların ardından siyasi tarihinin üzerinde her zaman popülist diktatörlerle süslenen bir kaya gibi yerleşen ve bu ülkeyi güç savaşlarıyla başbaşa bırakan siyasi ve toplumsal durumu anlamamıza yardımcı olacak. 

1970 yılları

1950’ler ve 1960’ların ıztıraplı günlerinin ardından ve bu iki dönem sonunda peşpeşe gelen darbelerden sonra, Türkiye’nin 1970’leri, laik generallern istilasından kaynaklanan garip bir muhafızakarlıkla başlasa da, iktidar alanındaki savaşlar, istikrarsızlık ve farklı hükümetlerin yetersizliği, bu yılları insanların günlüğünde yer alan en kanlı ve en korkulu yıllara dönüştürdü.

“1961 Anayasası”, tüm beklentilere karşı şaşkın Türk toplumunu bir sürü siyasal, toplumsal, sendikal ve etniksel özgürlükler dalgasına maruz bıraktı, işte bu özgürlükçü ortam sonucu solcular ilk kez parlamentoya girmeyi başardı. Aynı koşullar, “1971 Darbesi”nin acı tecrübesine rağmen başta aşırı sağcı ve solcu gruplar olarak, çeşitli siyasi ve ideolojik hareketlerin güçlenmesine zemin hazırladı ve böylece bu dönem, arasıra aşırıcı örgütlerin rekabetiyle başbaşa kalıp bazen de baskı ve boğuntu dışında başka bir amaç gütmeyen askerlerin hakimiyetinde olan bir ülkenin zorlu on yılının başlangıcı oldu ve tabii ki bu şartlarda orta bir yoldan bahsetmek söz konusu bile değildi.

1974’teki Kıbrıs harekatı, Türkiye’de savaş koşullarını yerleştirerek, öldürücü bir zehir gibi bu ülkenin ekonomisinin zayıf vücuduna da şiddetli şekilde zarar verdi. Genç Ecevit’in iktidar peşinde koşup ulusal bir karizmaya sahip olma isteği, Türkiye’yi Yunanistan’la sonsuz bir politik oyunun içerisine sürükledi.

Aynı dönemde popülist politikalarla iş başına gelen hükümetler, yönetim ve ekonomik güçten yoksun olarak arka arkaya yeşeren koalisyonlarla sonuçlandı. Hükümetlerin yetersizlikleri sonucu ortaya çıkan derin sınıfsal kopukluk, aşırı ideolojik sağ ve sol grupların üye edinip yaptıkları propaganda aracılığıyla günden güne gelişerek karşı karşıya gelmelerini sağladı.  

Geçici hükümetlerin yükselip düşmesi, savunmasız Türk toplumunu sağcı ve solcu kanatların savaş alanına çevirdi. Gizli ve belirsiz cinayetler, bu ülkenin büyük ve küçük şehirlerini korku ve dehşetin bekçiliğiyle yalnız bıraktı. Sokaktaki tehlike, kimsenin gece boyu dışarı çıkmaya cesaret edemeyeceği kadar büyüktü. Ölüm ve yaşam arasındaki söz konusu kıl payı farkın var olmasıyla birlikte vatandaşların sağ ve sol seçenekleriyle sınırlı olan yaşama fırsatları, çoğu zaman onlara ölümü hediye ediyordu.

Becereksiz hükümetler ve çökmüş bir ekonomi, şehirlerin gökyüzünde kanatlarını açıp pervasızca poz veren ölüm meleğinin korkunçluğu eşliğinde Türkiye’de istikrarsız bir ortam oluşturdu. Bu tüketici ortam da sonunda bir kez daha bu ülkedeki askerler ve darbecilerin demir yumruğu altında ezilerek, Türkiye’yi en ağır ve en kanlı darbesi olan “1980 Darbesi”yle karşı karşıya bıraktı. Bu tarihin ardından askeri gücün ağırlığı, uzun bir süre boyunca bu ülkenin siyasi ortamının üzerinde kaldı. Böylece yeni yöneticiler tarafından yerleşen mutlak güvenlik, şiddetli baskının oluşumu pahasına gerçekleşti.

Benzerlikler ve farklılıklar

Siyasal ve toplumsal istikrarsızlık ve bunlara ilave ortaya çıkan ekonomik sorunlar, günümüzdeki Türkiye’yle 70’ler Türkiyesi arasındaki en önemli benzerliklerden birisi. Olayların en büyük mağduru olan halkın kurban verildiği ortamda farklı siyasi grupların iktidar için çatışıp pay arayışında bulunması da tarihin yeniden tekrarlanmasını gösteriyor. Terör, baskı ve mecburi suskunluklarla beraber, yeni bir darbeye maruz kalıp yepyeni bir anayasa uygulamasına hazırlanmak da bu ülkenin iki dönemi arasındaki diğer ortak noktalarından sayılabilir.

Ancak günümzdeki Türkiye’yi farklı ve belki de daha tehlikeli duruma getiren nokta ise, 70’lerdeki olaylara dayanarak halihazırdaki gelişmelerin planlı şekilde organize edildiğini anlatan teoridir. İki dönem arasındaki benzerlikler ve farklılıklar, bu teoriyi daha da güçlü kılıyor. Buna göre, Türkiye içi ve dışında ortaya çıkan savaş ve çatışmalar artık iktidardaki hükümeti totaliter bir güce dönüştürmeye çalışan planın bir kısmı olarak düşünülüyor.

Yıllarca tek başına iktidarın zirvesine yerleşen AKP, başarısız olduğu 2015 seçimlerinin ardından büyük bir öfkeye kapıldı. Böylece barış ve istikrarla yanyana farklı siyasi ve ideolojik görüşlere saygı duymayı sahip olduğu en büyük onuru olarak tanıtan AKP iktidarı, bir anda savaş ve çatışma davulunu seslendirerek, uyguladığı tüm eski politikalarının üzerine birer çizgi çizip iktidardan düşüşünü halkın belleğinde kanlı ve korkunç bir güvensizlik canavarının yükselişine düğümledi. Hükümetin zekice kullandığı bu taktik, kolay şekilde AKP’nin yeniden güçlenmesine neden olmakla birlikte onlara anayasa değişikliği taslağının da TBMM’ye sunma cesaretini verdi.

70’lerdeki hükümetlerin güçsüz ve yetersiz olmalarının aksine günümüzde Türkiye’ye hakim olan parti, gayet istikrarlı ve sınırsız bir güçten yararlanmaktadır. “1980 Darbesi”, askeri gücün bu ülkedeki tam otoritesinin yerleşmesini planlarken “15 Temmüz 2016 Darbesi”, tam aksine Türkiye’nin yasal hükümetinin görünüşteki sokak meşruluğunu ortaya koyarak, askeri yapının çözülmesini sağladı.

70’lerdeki olayların zihinlerde beslediği acı hatıraları, Türkiye’nin iktidar konumundaki sınıfına aynı koşulları oluşturup bu ülkeye yeniden iç ve dış terörlerle karışık kanlı günleri yaşatma fırsatı sunarak, siyasi ve toplumsal özgürlüklerin kelepçelenmesi pahasına güvenli bir ortam oluşturmalarına neden olmaktadır.

Bu planın başarıya ulaşması, görünüşte mezhepçi bir hükümetin Türkiye tarihinde ilk kez askeri kuvvetlere karşı sınırsız bir güce sahip olmasını sağladığına rağmen halk için, belki de bu kez daha ağır siyasal, ekonomik ve toplumsal kayıplara mal olan yeniden aynı olaylar ve aynı tarihin dramatik bir tekrarlanmasıdır.