Rıza Hakan Tekin, Türkiye'nin Katar krizinde doğrudan bir tarafı desteklemediğini ve birini birinden tercih etmek durumunda kalmak istemediğini söyledi.

Türkiye’nin Tahran Büyükelçisi Rıza Hakan Tekin, geçen günlerde Mehr Haber Ajansı’ne verdiği röportajda uluslararası ve bölgesel gelişmelere ilişkin açıklamalarda bulundu.

Bu röportajda gündemdeki farklı konuları değerlendiren Tekin, Mehr muhabirlerinin sorularını aşağıdaki şekilde yanıtladı:

İran Devrim Muhafızları’nın DEAŞ’ın Deyr z-zor’daki mevzilerine düzenlediği füzeli saldırıya yönelik görüşünüz nedir?

Henüz somut bir tutumumuz yok. Tabii ki biz her zaman teröristleri ayırt etmeden terörle mücadele edilmesi gerektiğini savunmuşuzdur. Bu uluslararası boyutları olan bir hareketti. Başka ülkedeki hedefler vuruluyor ve füzeler de başka bir ülkenin üzerinden geçiyor. Dolayısıyla nasıl bu konuda koordinasiyon yapıldığına dair henüz bir bilgimiz yok. Amma Türkiye olarak 7 Haziran’da Tahran’da meydana gelen ve DEAŞ’ın üstlendiği terör saldırılarını çok şiddetli bir biçimde kınadık ve İran devleti ve halkının duyduğu tepkiyi çok iyi anladık. Çünkü biz DEAŞ’ın en fazla hedef aldığı ülkelerden biriyiz. Suriye ve Irak dışında DEAŞ tarafından en fazla hedef alınan ülke Türkiye’dir. Sadece son iki yıl içerisinde DEAŞ’ın gerçekleştirdiği terör eylemleri sonucu 400’den fazla vatandaşımızı kaybettik. Suriye’de gerçekleştirdiğimiz Fırat Kalkanı harekatıyla da teröristleri sınır bölgelerimizden temizledik. Temennimiz DEAŞ ve benzeri terör örgütlerinin en kısa sürede kökünün kurutulmasıdır. Bu örgütler insanlık dışı eylemlerle de İslam’ın adını lekeliyorlar.

Türkiye’nin Katar’a verdiği destekler hakkında neler düşünüyorsunuz. Örneğin Türkiye’den Katar’a gıda ürünleri gönderiliyor. Buna ne dersiniz?

Aslında bizim doğrudan bir tarafı desteklediğimiz gibi bir sonuca varamazsınız. Türkiye’nin Katar’la yakın ilişkileri var, fakat Suudi Arabistan başta olmak üzere diğer KİK (Fars Körfezi İşbirliği Konseyi) ülkeleriyle de çok yakın ilişkilerimiz var. Yani birini birinden tercih etmek durumunda kalmak istemiyoruz. Bu kriz patlak verdiğinde biz de herkes gibi şaşırdık, beklemediğimiz bir şeydi. Çünkü Katar’a karşı alınan tedbirler çok sertti ve önceden görüşülmeden birden bire böyle bir karar alınması doğrusu bizi de şaşırttı. Kriz başladığından bu yana biz bir çözüm bulunması ve krizin yatıştırılması için en üst düzeyde yoğun bir temas trafiğine başladık. Bu krizde Katar’a karşı çok sert önlemler alındı: vatandaşlarının bu ülkelerden çıkarılması ve diplomatik ilişkilerin etkisinde ekomomik ilişkilerin de kesilmesi vs. Tabii ki çok yakın ilişkiler içinde olduğumuz Katar halkına bu zor günlerinde destek olmak bizim için bir görevdir. Üstelik dikkatinizi çeken bir şey de var. Böyle ciddi adımlar atılıyorsa karş taraftan da neler beklenildiğin ortaya konulması gerekirdi ve maalesef biz aradan iki üç haftanın geçmiş olmasına rağmen halen Katar’dan somut olarak neler beklenildiğini anlayabilmiş değiliz. Genel nitelikte birtakım suçlamalar dile getiriliyor, ama bu suçlamalara dayanak oluşturacak deliller hala ortaya konmuş değildir. Biz tabii KİK içinde Kuveyt tarafından başlatılan arabuluculuk çabalarına destek olduğumuzu söyledik. Bunun ötesinde kendi üzerimize düşen bir şey varsa da bu kardeş ülkeler arasında ilişkileri eski haline getirmek için her türlü çaba göstermeye hazır olduğumuz belirtiriz. Bölgemizde yeterince sorunlarla boğuşurken, bir de terörle aşırıcılıkla ve diğer bazı ciddi sorunlarla karşı karşıya kalırken böyle kardeş ülkeler arasında yeni gerginlikler çıkması hele bir de bunun mübarek Ramazan ayında olması bizi çok üzdü tabii. Bizim bu bağlamdaki tek derdimiz İslam dünyası içinde birliği tekrar tesis etmektir.

Suriye Kürtleri’nin ABD ile birlikte Rakka’yı Kurtarma Operasyonu’na katılmasını nasıl karşılıyorsunuz?

Öncellikle şunu vurgulamak isteriz ki biz Kürtlerin bu operasyon veya başka bir operasyona katılımına karşı değiliz. Bizim karşı olduğumuz terör örgütleriyle böyle bir işe girişilmektir. Tabii biz ABD’li yetkililere en üst düzeyde Rakka Operasyonu’na veya başka türlü operasyonlara PYD/YPG işbirliğiyle girişmelerinin yanlış olacağını bunun da kalıcı sorunlara yol açabileceği uyarısında defalarca bulunduk. Fakat o konuda Amerikalılar görüşlerini muhafaza etti ve biz dedik ki o zaman tabii zorla güzellik olmaz. Amma eğer bu gruptan yani PYD/YPG’den Türkiye’nin güvenliğini tehdit edecek en ufak bir hareket gelirse buna çok sert karşılık vereceğimizi bildirdik. Bizim Suriye’deki Kürtler’le bir sorunumz yok. Alevi, Sünni, Arap, Türkmen, Ermeni veya kim olursa olsun bütün Suriyeliler gibi Suriyeli Kürtlerin de demokratik ve meşru haklarının tanınmasını istiyoruz. PYD-YPG’nin Suriye’de son dönemde yaptıklarına bir bakınız. Kontrol ettikleri bölgelerde büyük bir baskı rejimi tesis ettiler. Kendilerinden olmayan Kürt bile olsa onları o bölgeden dışarı atıyorlar. Ayrıca demokratik mühendislik yapıyorlar ve çok az ya da hiç Kürt olmayan nüfuslarda bile egemenlik kurmaya çalışıyorlar. Nüfusunun yüzde 97’sini Arapların oluşturduğu Rakka’da aynı şeyin olması Suriye’deki durumu çok daha karmaşık bir hale getirebilecektir.

Suriye krizinde ABD ve Rusya arasındaki çekişmelerde Türkiye’nin tutumu hangi tarafa daha yakındır?

Biz Suriye veya başka herhangi bir konuda tutumumuzu belirlerken başka ülkelerin tutumlarını dikkate almıyoruz. Kendi ulusal çıkarlarımızı ve bölgde istikrar ve barışı sağlayabilecek uygun politikalar geliştirip bunu esas alıyoruz. Bildiğiniz gibi Amerika 60 yıldan fazladır bizim müttefiklik ilişkisi içinde olduğumuz bir ülkedir. Farklı alanlarda çok yakın ilişkiler sürdürüyoruz. Rusya ise ticari, ekonomik ve enerji bakımından bizim büyük bir ortağımız. Bunun ötesinde Rusya özellikle Suriye’de geçen Aralık ayından bu yana Astana sürecinde çok yakın çalıştığımız bir ortağımızdır. Yani Suriye konusuda hem Amerika hem de Rusya’yla ortak olduğumuz noktalar var, anlaşamadığımız hususlar var. Biz iyi niyetle her iki ülkeyle de ilişkilerimizi en yakın şekilde sürdürmek istiyoruz ve özellikle Suriye bağlamında bu akan kanın bir an önce durması ve ülkeye barış ve istikrarın getirilmesi için birlikte çalışma irademiz devam ediyor.

ABD’liler Astana sürecinde olmayışlarını İran’ın bu görüşmelere katılımıyla ilişkilendiriyor ve İran’ın terörizme destek verdiğini ileri sürüyorlar. Ruslar ise İran’ın terörizme destek vermdiğini ABD’ye ikna etmye çalıştıklarını söylüyorlar. Türkiye, ister Astana süreci ister başka Suriye barış görüşmelerine İran’ın katılması gerektiğinin ABD’ye aktarılması yönünde nasıl bir rol üstleniyor?

Aslında bu bizim geleneksel politikamız. İran’la görüşlerimiz aynı olmasa da tecrit edilmesinin yararına hiçbir zaman inanmadık. Tam askine İran’la işbirliğinin arttırılması gerektiğini Türkiye her zaman savunmuştur. Bu Suriye konusunda Astana süreci için de geçerlidir. Biz İran nükleer programı nedeniyle uluslararası düzeyde çok büyük baskılara maruz kalmışken de Türkiye politikası bu yöndeydi. Biliyorsunuz Suriye konusunda İran ve Türkiye arasında çok ciddi görüş farklılıkları var, amma biz buna rağmen hiçbir zaman diyalog kanallarımızı kapatmadık, bilakis en üst düzeyde İran’la devamlı temasları sürdürüyoruz. Amma burada şuna da dikkat etmeliyiz ki angaje olmak bir ülkenin politikalarını kabul ettiğimiz anlamına gelmiyor. Buradaki temel amacımız diyalog yoluyla asgari müştereklerimizi arttırmak ve görüş ayrılıklarımızı minimuma indirmektedir.

Bildiğiniz gibi IKBY’de bir bağımsızlık referandumu gündemdedir? Türkiye olarak buna yönelik yaklaşımınız nedir?

Bunu doğru bulmuyor ve yanlış bir karar olarak görüyoruz. Bizim bölgeye yönelik politikalarımızın temel ilkelerinden biri ülkelerin toprak bütünlüğünün korunmasıdır. Bölgemizde DEAŞ ve benzeri terör örgütlerine karşı büyük bir mücadele yapılırken böyle bir karar alınmasının yanlış olduğuna inanıyoruz. Bölgemizin yeni gerginliklere ihtiyacı olduğunu düşünmüyoruz. Tabii ki Irak’taki Kürt kardeşlerimizin bir takım sorunları olabilir, ancak bizce Irak’ın anayasanın işletilmesi ve federal sistemin güçlendirilmesi ve adil bir güç paylaşımı yapılarak işleyen bir federatif sistemle bu sorunları çok kolay aşırabileceğini düşünüyoruz.

Türk ordusu ve PKK arasındaki çatışmalar ne zamana kadar devam edecek? Gelecekte yeni bir barış sürecine tanık olabilecek miyiz?

Bu mücadele PKK’yı yenilgiye uğratana kadar devam edecektir. Bizim PKK ile savaşmamak veya mücadele etmemek gibi bir lüksümüz yok. Yeni bir barış süreci mümkün olabilir, ancak bunun için öncellikle PKK’nın silahlarını tamamen bırakması lazım. Artık şiddet yoluna başvurmadığını net bir şekilde ortaya koyması gerekir. Silahların gölgesinde arık yeni bir barış süreci mümkün değildir.

Türkiye neden başkanlık sistemini seçti. Acaba bu yeni sistemde parlamentonun etkisi azalmıyor mu?

Buradaki temel amaç hükümet sistemini daha verimli bir hale getirmektedir. Daha önce Cumhurbaşkanı ve Başbakan olmak üzere iki başlı bir yapı vardı. Bu tabii belki tek parti iktidar olduğu için nispeten sorunsuz bir şekilde işleyebilmiştir ki onda bile bir takım sorunlar yaşandı. Dolayısıyla bunun amacı iki başlığı ortadan kaldırmaktır. Yeni anayasada da güçler ayırımı prensibine itina gösterilmiştir. Bu yüzden parlamento kanun koyma yetkisini devam ettirmektedir, onun ötesinde Yürütme’yi denetleme yetkisi de oluşturulan çeşitli mekanizmalarla korunmuştur.

ABD’nin Gülen’i Türkiye’ye iade etmemesinin iki ülke arasındaki ilişkilerde nasıl bir etkisi olabilir?

Biz geçen yıl darbe girişiminin hemen ardından Amerika nezdinde Fetullah Gülen’in Türkiye’ye bir an önce iadesi için girişimlerimize başladık ve en üst düzeylerde de bu talebimizi yineliyoruz. Çünkü Türkiye’de çok ciddi bir şey yaşanmıştır. Darbe girişimde 250 kişi hayatını kaybetmiş ve meclis de bombalanmıştır.

Amerikalılar ise bize bu kukuki bir süreç olduğu için müdahale edemediklerini söylüyorlar. Bari o süreç tamamlana kadar bu işin başındaki kişiyi en azından ihtiyati tedbir olarak gözaltına almaları gerekir. Çünkü o serbesttir ve faaliyetlerini südürüyor. Elbette bu bizim çok hassasiyet gösterdiğimiz bir konu. Bu konuda Amerika gibi dost bildiğimiz ve müttefik olduğumuz ülkeden beklediğimiz işbirliğini görmememizin ilişkilerimizde bir takım yansımaları olabilir.

Geçen sene Darbe girişiminden yaklaşık 10 gün sonra sizinle Türkiye’de gözaltı ve açığa alınmalarla ilgili bir röportaj gerçekleştirdik. Bu röportajdan yaklaşık bir yıl geçiyor ve yine de Türkiye’de bu gibi olaylara tanık olmaktayız. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

FETÖ çok istisnai bir terör örgütü ve bildiğiniz klasik anlamdaki yapılanmalara benzemiyor. Kendilerini çok gizleyen ve yıllarca paralel hayat sürdüren operatifleri olduğu anlaşılıyor. Bizim güvenlik bakanlarımız aynen size de geçen sene söylediğim gibi bunları bütün devlet teşkilatından temizlemek için tüm gayretleri ortaya koyuyorlar, amma her geçen gün neredeyse yeni bir şey keşfediliyor. Amma bunların büyük bir çoğunluğunun ortaya çıkarılıp yakalandığını söyleyebiliriz. Bahsettiğiniz durum bu örgütün sinsi yapısından kaynaklanıyor. Düşmanın da mert olsa çıkar ortalıkta siz de mücadelenizi verirsiniz ve bir sonuç ortaya çıkar, fakat bunlar öyle mertçe de mücadele etmiyorlar. Bunların çok kaypak bir doğaları var. Bunlar zaten yenilgiye uğratılmışlardır, kıpırdanma gayretlerinin de hiç bir şansı yoktur. Türkiye devletiye halkıyla bunlara 15 Temmuz’da gereken tepkiyi göstermiştir ve bundan sonra da mücadelemiz sürecektir.

İran ve Türkiye arasındaki ticaret hacminde 30 milyar dolarlık bir hedef gündemdedir. İki ülkenin bu hedefe ne kadar yakın olduğunu düşünüyorsunuz?

30 milyar dolarlık hedefin maalesef şu anda biraz uzağındayız. Bunu kabul etmemiz lazım. Geçen son 2 iki yıl içinde ortalama ticaret hacmimiz yaklaşık 10 milyar dolar seviyesinde gerçekleşti. Yani hedefimizin üçte birini yapmış durumdayız, fakat geleceğe dönük ümitlerimiz var ve hayal kırıklığına kapılmak için bir sebep yok. Çünkü iki ülkede ticari ve ekonomik ilişkileri geliştirme iradesi var. Mesela 2016 başında yürürlüğe giren tercihli ticaret anlaşması, ticaretimizi geliştirmek için iyi bir enstürman. Bu şu anda karşılıklı olarak Türkiye’den 140 İran’dan 125 ürün için geçerli. Biz bu ürünlerde yapılan ticarete baktığımızda sözkonusu anlaşmadan bu yana bu ürünlerdeki ikili ticaret hacmimizin yüzde 40’a yakın oranında arttığını görüyoruz. Dolayısıyla bu anlaşmayı genişletebilirsek ticaret hacmini arttırmamızın da daha kolay olacağını düşünüyoruz. İki ülkenin de iç gündemleri nedeniyle son dönemde ikili ilişkilerde bir nevi yavaşlama oldu. Önümüzdeki dönemde biz tekrar bu üst düzey ziyaretleri ve ekonomik odaklı mekanizmaları harekete geçirmeyi öngörüyoruz. Bu çerçevede sanıyorum iki üç haftalık bir süre sonra ekonomi bakanımız İran’ı ziyaret edecek. Ayrıca hedef olarak bu yılın içinde sayın cumhurbaşkanımızın Tahran’ı ziyaret etmesini öngörüyoruz, fakat bunun için henüz belirlenen bir zaman dilimi yoktur.

Muhabirler:

Maryam Layegh

Morteza Karimi