Geçtiğimiz gün Mehr Haber Ajansı’nı ziyaret eden Türkiye'nin Tahran Büyükelçisi Rıza Hakan Tekin, muhabirlerin sorularını yanıtladı. Başta Suriye olmak üzere bölgesel gelişmeleri değerlendiren Tekin, İdlip konusunda önemli açıklamalarda bulundu.
Müsaade edersiniz ilk soruyu Tahran’da düzenlenen 3’lü zirve toplantısından başlayalım. Bildiğiniz üzere Tahran’da bir toplantı düzenlendi. 3 ülkenin cumhurbaşkanları bir araya geldi. Bu toplantının ardından Sayın Erdoğan ve Putin’in Soçi'de başka bir görüşmesi de oldu. Bu görüşmede Suriye’ye yönelik operasyonlar ve özellikle İdlib başta olmak üzere Suriye gelişmeleri ele alındı. Siz bu toplantıların sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben Tahran Zirvesi’nin kesinlikle başarılı olduğunu düşünenlerdenim. Çünkü Suriye zaten 7 yılı aşkın bir süredir büyük bir krizle çalkalanıyor. Son derece acı bir tablo ile karşı karşıyadık. Öyle bir aşamaya geldi ki İdlib konusunda belki önceki yaşananlardan daha da korkunç bir felaket kapımızın önündeydi. Şimdi zaten Tükiye, İran ve Rusya Astana sürecini başlatınca bu sürecin önemli başarılarından bir tanesi Suriye’de 4 bölgede çatışmasızlık bölgesinin ilanı olmuştur. Ancak maalesef son 1 yıl içerisinde bu 4 bölgeden İdlip dışındaki 3’ü ortadan kalktı. Biz aynı senaryonun İdlib’de tekrarlanmasına karşıydık. Çünkü bizim için İdlip çok daha farklı bir öneme sahiptir. Bir kere hemem sınırımızın yanı başında. Sahada askeri varlığımız var. Bu da yine Astana ortakları arasında varılan mutabakat sonucu İdlip’de çatışmasızlık bölgesinin gözetimi için 12 tane Türkiye’nin gözlem noktası kurulmuştur. Bu 12 gözlem noktasında Türk askeri vardır. O açıdan bizim için oldukça önemlidir.
Bunun ötesinde 3.5 milyon Suriyeli'nin yaşadığı bir yer. Bunların yarısı İdlibli’dir, yarısı da Suriye’nin diğer bölgelerinden İdlib’e göçetmek zorunda kalmış insanlardır. Dolayısıyla İdlib’de bir felaket senaryosu yaşanması halinde bu insanların Türkiye dışında kaçacak bir yeri de yoktur. Biz zaten Türkiye’de şu anda 3.5 milyon Suriyeli kardeşimizi ağırlıyoruz. Ama artık daha fazlasını almaya kapasitemiz de yok. İdlib’de bir de terörist varlık var tabii. 10-15 bin kadar olduğu tahmin edilen bu teröristlerin de göç eden insanların arasına karışıp Türkiye’ye, Türkiye’den de belki Avrupa’ya, Rusya’ya, başka ülkelere ve hatta belki İran’a sızıp eylem yapma riski vardır. Bu da bizim İdlib konusuna ciddiyetle eğilmemizi gerektiren başka bir faktördür. İdlib’de yaşanabilecek felaketin bir diğer önemli sonucu da şu olacaktı. Suriye’de biz zaten siyasi çözüm istiyoruz. İran, Rusya ve Batı da en azından söylem bazında. Zaten meşru muhalefetin kaldığı yer İdlib. Bunu ortadan kaldırsak siyasi görüşme de olmayacaktı ve siyasi süreç başlamadan çökmüş olacaktı. Bir diğer tehlike de buydu. Tahran Zirvesi’nde belki bu hususta bir somut karar alınamadı. Ama bildiriye baktığımızda 3. maddede İdlib konusunun Astana formatı içindeki yapıcı ruh temelinde çözülmesi ortaya konmuştur. Sonuçta bu zirveden 10 gün sonra Soçi’de sizin de söylediğiniz gibi bizim Cumhurbaşkanımız ve Rusya Devlet Başkanı bir mutabakata vardılar. Bu mutabakatın ayrıntılarını söylememe gerek yok. Zaten kamuoyuna da açıklanmış durumda. Şimdi bizim hedefimiz bu mutabakatın tam olarak uygulanması, İdlib’de huzur ve sükunun korunması, ama bundan daha önemlisi siyasi sürece başlanmasıdır. Çünkü esas hedef ateşkes değil, esas hedef Suriye’de bütün Suriye halkının meşru ihtiyaçlarına cevap verecek, bütün halkı kucaklayacak bir yönetim sistemi kuracak bir siyasi çözümdür. Bundan sonra biz bunun üzerine yoğunlaşmamız gerekir diye düşünüyorum. Soçi’deki mutabakat Türkiye ile Rusya arasında varılmış olmakla beraber İran da bu mutabakata hemen desteğini belirtmiştir. Hemen ertesi günü Dışişleri Bakanımız Çavuşoğlu Dr. Zarif’e telefon ederek bu konuda hem teşekkürlerini sunmuş, hem de daha ayrıntılı bilgiler paylaşmıştır.
Suudi Arabistan ve BAE’nin Suriye gelişmelerine yönelik Katar krizinden sonraki tutumları konusunda ne düşünüyorsunuz? Çünkü Suudi Arabistan özellikle son zamanlarda kendisini başka türlü anlatmaya çalışıyor. Suudiler “Başından beri biz DEAŞ’e hiçbir zaman destek vermedik. Sadece Esad’ın diktatörce davranışlarına karşıydık” gibi iddialarda bulunuyorlar. Siz halihazırda Suudi Arabistan ve BAE’nin Suriye’ye yönelik davranışlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir kere bu Katar krizi baş gösterince Suudi Arabistan, BAE ve hatta Katar’ın Suriye ilgilsini biraz kaybettiğini söylemek yanlış olamaz. Biz ne bu gerginlikten memnunuz ne de İran ile Suudi Arabistan’ın başını çektiği diğer KİK ülkeleriyle ilişkilerde son dönemde yaşanan gerginlikten. Çünkü Suriye olsun yada bölgedeki diğer krizler olsun bölge ülkelerinin kalıcı barış için sağlayacağı katkılar vardır. Zaten bölge ülkeleri gerçek anlamda kendi bölgemizin sorunlarıyla angaje olabilselerdi yapıcı bir tutum benimseyebilselerdi, dış güçlere bel bağlamasalardı bölgemizdeki manzara olumlu anlamda çok daha farklı olurdu. Bu da bizim bölgenin dramıdır maalesef. Suriye krizinde de bunun yansımasını görüyoryuz, Filistin sorununda görüyoruz, Irak’ta da Yemen de her yerde görüyoruz.
Türkiye PYD-YPG’yi terör örgütleri olarak tanıyor. Ancak buna rağmen ABD bu örgütlere verdiği desteğini sürdürüyor. Türkiye “Fırat Kalkanı” ve “Zeytin Dalı Harekatı olmak üzere” Suriye'de iki operasyon düzenledi. ABD, neden bu örgütlere verdiği desteği devam ettiriyor? Bunun Türk-Amerikan ilişkilerinde nasıl bir yansıması olabilir?
PYD-YPG’nin PKK’nın uzantısı olduğu konusunda bizim hiçbir tereddüdümüz yok. Bunun aksini iddia edenler bile aslında bunu biliyor. Rakka DEAŞ’tan temizlendiğinde merkezdeki binaya Abdullah Öcalan’ın dev posterini astılar. Bu sadece basit bir örnek. Amerika niçin destekliyor? Amerika bunların PKK’nın uzantısı değil, Suriyeli Kürtlerin ayrı bir örgütü olduğunu iddia ediyor. Bu konuda tabii tamamen zıttız Amerika’yla. İkincisi de “DEAŞ’la mücadelede sahada bize destek olabilecek başka bir alternatif yok” diyor. O yüzden biz bu gruplarla işbirliği yapıyoruz. Bu iki argüman da bizim için kabul edilir değildir.
Tabii ki bu PYD-YPG meselesi Türk-Amerikan ilişkilerine çok zarar verdi. Biliyorsunuz zaten son dönemde Amerika ile ilişkilerimizde çok fazla sorunlu konular var. Fethullah Gülen’in hala Amerika’da bulunması çok önemli bir sorun. Terörist gruplarla bağlantısı olduğu iddiasıyla Türkiye’de gözaltına alınıp tutuklanan hakkında davası süren Rahip Brunson meselesi de var. Bu da Türk-Amerikan ilişkilerini çok germiştir. Biz Amerika ile bu meseleleri çözmek için elimizden geleni yapıyoruz, ama bu tek taraflı bir şey olmaz. Özellikle PYD-YPG işbirliği konusunda geçen yaz Amerika ile bir anlayışa vardık. Bu konuda izlenecek tutum için bir yol haritası saptandı. Onu eğer uygulayabilirsek bu sorunları biraz azaltmış olacağız. Bu anlayışın temeli de özellikle Fırat’ın doğusundan PYD-YPG unsurlarının çıkarılmasına dayalıdır. Eğer Amerika gerçekten bizim müttefikimiz olduğunu iddia ediyorsa bizim ulusal güvenlik endişelerimize biraz daha hassasiyetle yaklaşması gerekir diye düşünüyoruz.
Sayın Erdoğan yaptıkları açıklamada Doğu Fırat bölgesinde operasyon yapılabileceğini ve Suriye'nin kuzeybatı bölgelerinde oluşturulan güvenli bölgelere benzer bölgelerin Doğu Fırat'ta da oluşturulacağını bildirmişler. Siz ifadelerinizde bunun geçmişine bir şekilde değindiniz. Şimdi orada böyle bölgeler oluşturulursa güvenliğin sağlanması için nasıl bir plan hazırlanmıştır?
Cumhurbaşkanımızın söylediği aslında Doğu Fırat’ta operasyon yapılması değil, yine görüşmeler yoluyla Doğu Fırat’ta da güvenli bölgeler oluşturulmasıdır. İdlib bunun güzel bir örneğidir. Çünkü İdlib’de savaşarak, bir bölge oluşturulmadı yada savaşarak o bölgenin muhafazası sağlanmadı, diplomasi yoluyla oldu. Burada bizim kriterimiz oluşturulacak güvenlik bölgelerde teröristlerin arındırılmasıdır. Bu teröristlere de bir ayrım yapmıyoruz. Yani bu Heyet Tahrir Şam da olur, el-Kaide, el-Nusra da olur, amma PYD-YPG de olur. Biz bunları ayırt etmiyoruz. İdlib’de uygulanan modeli Doğu Fırat’ta da Amerika ila yapabiliriz. Ama bütün bunların ötesinde esas olan Suriye’de siyasi çözüm sürecini başlatmaktır. Çünkü güvenlik bölgeler geçici çözümdür. Dolayısıyla bizim hedefimiz kalıcı bir çözüm için çaba sarfetmektir ve bu yönde de nüfuzu ve gücü olan her ülkenin elini taşın altına koymasıdır.
Bizim ulusal güvenliğimizi tehdit edecek kim olursa olsun tehdit kaynağı oluşturacak her gruba karşı tabii ki gereken tedbiri alırız. Geçmişte de aldık bundan sonra da alırız. Biz Suriyeli Kürtlerin haklarının tanınmasıyla ilgili bir sorunumz yok, bilakis bunu Şam’la ilişkilerimiz bozulmadan önce de Beşar Esad’a en fazla telkin eden ülke bizdik. Ama Suriye’nin toprak bütünlüğünün muhafazası, siyasi birliğinin sağlanması bizim için bir kırmızı çizgidir.