Koronavirüs, bilindiği üzere son zamanlarda dünya gündeminde geniş yer kaplayan bir virüs türüdür. Koronavirüsün fizyolojik problemler yarattığı konuşulsa da günden güne artmasıyla birlikte, insanlarda psikolojik tepkiler de ortaya çıkmaktadır. Bu virüs sebebiyle en çok akla gelen; “Korona salgını mevcut küresel düzeni üzerinde nasıl bir etki bırakacak?”
Koronavirüsün ayrıca dünyda yayılamsıyla birlikte devletler arasındaki ilişkilerin değiştiğini görebiliriz. Mehr Haber Ajansı'a konuşan Üsküdar Üniversitesi Rektör Danışmanı Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, her şeyden önce devletlerin bu tür bir tehdit karşısında ilk tepkilerinin yardımlaşmadan çok kendilerini kurtarma çabasında olduğu kanaatinde.
Aşağıdaki yazıda Mehr Haber Ajansı'nın Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan ile yaptığı röportajı okuyabilirsiniz.
1- Korona salgını mevcut küresel düzeni üzerinde nasıl bir etki bırakacak?
Korona salgını, daha önce hiç belirtisi olmayan bir dönüşümü başlatmaktan ziyade zaten değişmekte olan bir düzenin hızını artıracaktır. Esasen son 20 yıl özellikle küreselleşme ideolojisini sekteye uğratacak bir çok gelişmeye sahne oldu. 2001 yılında 11 Eylül kriziyle ilk sinyaller gelmeye başlamış, dünya sathında ‘güvenlik’ endişeleri yükselirken, ekonomik kaynaklar askeri endüstriyel komplekse doğru akmaya başlamıştı. Dünya sathında savunma harcamaları 750 milyar dolardan, 1.4 trilyon dolara sadece birkaç yıl içinde çıktı. Bugün yaklaşık 2 trilyon dolarlık bir savunma ekonomisinden söz edebiliyoruz. 2008 yılında patlayan küresel ekonomik kriz ise büyük dönüşümü tetikleyen ikinci adımdı. Devlet merkezi, ekonomik aktör olarak liberal rüzgarların etkisiyle çekilmek zorunda kaldığı küresel piyasalara yeniden döndü. Mutlak liberal kapitalizmi benimsemeyen Çin, Rusya gibi ülkeler krizden daha az hasarla çıktılar. Devlet kapitalizmi denilen bir model, giderek merkezileşen siyasi otoritelerin çıkış noktası haline geldi. Kanımca bu küresel salgın da devlet merkezli bir dünya düzeninin güçlenmesine, otoriter sistemlerin ve yeni illiberal demokrasilerin yükselişine zemin hazırlayacak. Berlin duvarı yıkıldığında dünyada sadece bir düzene devletin sınırlarında duvarlar vardı. Bugün 77 ülke sınırlarına duvarlar inşa ediyor. Sistem daha da içine kapanacak; devletler ellerindeki teknolojik imkanları da kullanarak vatandaşları üzerinde giderek daha güçlü bir kontrol sağlayacak.
2- Koronavirüs insanların hangi yaşam tarzında önemli değişiklere yol açacak. Sizce bu değişikler kalıcı mı?
En azından bir kısmının mutlak surette kalıcı olacağını düşünüyorum. Zira değişime direnen bazı geleneksel kurum ve düzenler bu süreçte dijital dünyanın kurallarına ister istemez boyun eğdiler. Üstelik bunun maliyetleri düşürücü ve verimliliği artırıcı etkisini de fark ettiler. Hem iş yapış biçimlerinde hem de sosyal ilişkiler düzleminde kalıvcı etkiler oluşacağını sanıyorum. Bir süredir evlerin dışında süren sosyal hayatın, evlerimizin içinde de sürdürülebileceğini gördük. Bu süreçte bazı yuvalar dağılacak, ama bazıları da yuva kurma motivasyonu içine girecek. Neyi sevdiğimizi, neyi sevmediğimizi, nelere gerçekten ihtiyaç duyduğumuz ve nelerin hayatımızdaki gereksiz konular olduğunu yeniden değerlendirmek durumunda kaldık. Sanırım bu salgın hepimizin yüzüne bir ayna tuttu ve kendimizi görmemizi sağladı. Önümüzdeki dönemde özellikle çevre konusundaki duyarlılığın artacağını, içine düştüğümüz kapitalist çarkın zorladığı bazı lüks tüketim yönelimlerine yönelik ilginin ise azalacağını düşünüyorum.
3- Bu virüsün yayıldığı dönemde devletler ve ülkeler arasındaki ilişkileri nasıl değerlendiriyorsunuz. Bu salgından sonra ilşkilerde herhangi bir değişiklik yaşanacak mı?
Her şeyden önce devletlerin bu tür bir tehdit karşısında ilk tepkilerinin yardımlaşmadan çok ‘kendilerini kurtarma’ olduğunu gördük. Özellikle AB projesini derinden sarsacak biçimde, kurgulanan o dayanışma ve birliktelik kültürünün iflasını hep birlikte izledik. Bazı ülkeler daha dayanışmacı tutum izlerken, bazıları aşırı bencil politikalar izlemeyi tercih ettiler. Özellikle İngiltere’nin krizin ilk günlerinde herd immunity sistemini uygulayacağını ilan ederek Avrupa’daki bütün politikaların çöküşe girmesine neden olabilecek bir bireysellik sergilemesi, kanımca kalıcı bir güvensizlik ortamına yol açtı. İtalya ve İspanya, Batı tarafından tamamen terk edildiler ve yardımlarına Rusya ile Çin koştu. Türkiye de bu süreçte kendi iç sistemini tatmin etmekten çok, dış itibarını sağlamlaştırmaya ve çevre ülkelere destek vermeye çalıştı.
4- Hızla yayılan koronavirüsün dünyanın en güçlü ve birinci ekonomiye sahıp ülkeleri bu kadar çaresiz bırakacağını kimse tahmin edemezdi. Sizce koronadan büyük ölçüde etkilenen küresel ekonominin önceki durumuna dönmesi ne kadar zaman alabilir.
Küresel ekonomi eski yapısıyla olmasa da yeni formuyla, yani devlet merkezli aktörlerin katılımıyla hızla yeniden şekillenecektir. 1-2 yıl içerisinde normal işleyişine kavuşacağını sanıyorum. Yeni ekonomik düzen devlet merkezi ile koordineli çalışan büyük şirketlerin ve dijital alanı kullanacak olan devletsiz küresel aktörlerin etkileşimi ile şekillenecektir. Devletlerin hızla kendi dijital para sistemlerini kuracağını ve finansal krizlerinin çıkışını oradan bulmaya çalışacaklarını sanıyorum.
5- Hastalığın tedavi sürecinden başka devletlerin koronavirüsüne karşı en büyük sorunu nedir?
Devletlerin sorunları insanların yaşam alışkanlıkları ile mücadele ve yetersiz kapasiteden kaynaklanıyor. Bir yandan ekonomik çarklarını döndürmek ama diğer yandan da salgının yayılmasını durdurmak için insanları evlerine kapatmak zorundalar. Keskin tedbirler almazlarsa yani yasaklamak yerine rica ederlerse, insanlar düyanın hiçbir yerinde evlerinde oturmaya yanaşmıyor. Ancak zorlama tedbirleri ile bunu sağlamak mümkün. Bu da daha ilk elden demokratik kuralların askıya alınmasına yol açıyor ve tıpkı bir alıştırma denemesi gibi, insanların ‘haydi evlerinize’ dendiğinde evlerine dönebilmesi için bir egzersiz yapılıyor. Otoriter rejimler için bu çok dahiyane bir tatbikat. Wuhan’da gördüğümüz tedbirler, aklımızın alamayacağı kadar sert gibi geliyordu ilk başlarda; şimdi ise hepimiz alışmaya başladık. Despotik tavırlar bir güvenlik tehdidi olduğunda meşrulaşıyor ve sıradanlaşıyor.
6- Bu virüsün ortaya çıkmasıyla birlikte bazı ülkeler konuyu siyasileştirmeye çalıştı. Örneğin Amerikalı yetkililer koronavirüs için “Çin virüsü” ifadesini kullanıyor. Peki böyle bir tutuma başvurmanın sonucu neler olacak?
Bu da bir tür savaş; politik psikoloji savaşı. Trump’ın dünyaya bakışı her satıhta Çin ile göğüs göğüse mücadele etmek ve bu şekilde ABD’nin küresel liderliğini sürdürebilmek. Ticaret savaşını başlatmıştı zaten; teknoloji savaşına da girdi; şimdi de algı ve psikoloji üzerinden bir savaş yapıyor. İnsanların bilinçaltlarına Çin ile dünyayı zehirleyen o görünmez laneti özdeşleştiriyor. Yakın zamanda hukuki mecraya da taşıyarak Çin’i uluslararası mahkemelerde mahkum ettirmeye çalışacaklar. Salgının bütün sorumluluğunu Çin’e yıkmaya ve bu şekilde dünya sathında bir anti-Çin algı oluşturmaya çalışıyor. Harvard Üniversitesinin bölüm başkanını Wuhan’daki bir laboratuvarla çalıştığı gerekçesiyle tutuklamaları olayı bir biyolojik savaş/silah formatına da sokabileceklerini gösteriyor. ABD’nin stratejisi sanırım, biyolojik silah araştırması yapılırken ihmal nedeniyle bir sızma olduğu ve bunun saklanması için Çin hükümetinin dünyayı uyarmakta geç kaldığı şeklinde gelişecek. Yani hem biyolojik silah araştırması yaptıkları için hem de dünyaya haber vermekte geciktikleri için sorumluluğun Çin’e aktarılmasına çalışacaklar.