Geçtiğimiz hafta İran yapımı “Tilki” filmini izlemiştim. Film, Siyonist rejimin özel istihbarat birimi Sayaret Matkal’dan üst düzey bir ajanın İranlı bir bilim adamına suikast girişimini işliyordu. Filmin girişinde Sayaret Matkal’ın İsrail Savunma Bakanlığı’na bağlı özel bir birim olduğu, Binyamin Netanyahu ve iki kardeşinin de gençliklerinden itibaren bu birimde görev yaptığı ifade ediliyor. Netanyahu’nun bir kardeşi Uganda’daki Entebbe baskınında öldürülmüş. İran’a gelen ajan ise Netanyahu’nun diğer kardeşi Yuhan. Filmin başlangıcında ekrana gelen bilgi notunda şu ifade yer alıyor: “Bu film yalnızca bir öyküdür ama geçmişte çok benzer olaylar yaşanmıştır.”
Filmi izledikten birkaç gün sonra, filmdeki bilgi notunu doğrularcasına, İranlı bilim adamı Prof. Muhsin Fahrizade’ye yapılan suikast haberi geldi. Fahrizade, İmam Hüseyin Üniversitesi’nde fizik profesörüydü. Netanyahu 2018’de yaptığı bir konuşmada, doğrudan ismini anarak Muhsin Fahrizade’yi hedef göstermişti. Suikastın hemen arkasından ABD Başkanı Trump da attığı tweet’le suikastı onayladı.
Tilki filminin belirttiği gibi geçmişte de İranlı pek çok bilim adamı suikasta uğradı. Fahrizade, bunların içinde belki de en önemlisiydi. Peki bu suikastlar bilim dünyasına, bilim adamlarına/kadınlarına ne anlatıyor, hangi mesajları veriyor?
Sizin de dikkatinizden kaçmamıştır, İranlı bilim adamları İsrail’in istihbarat örgütleri tarafından tek tek hedef alınırken, dünyadaki bilim çevrelerinden doğru dürüst ses çıkmıyor. Bu sessizliğin bedeli çok ağır. Bizim gibi ülkelerin bu suikastlardan çıkaracağı çok ders var. Nitekim geçmişte Türkiye’de de bilim adamlarının şüpheli ölümlerine tanık olduk.
Fahrizade suikastının bütün bir dünyaya verdiği açık mesaj şudur: Ya bizim kontrolümüzde, bizim çıkarlarımız için bilim yaparsınız ya da sizi yok ederiz. Bu kadar net, bu kadar açık. Bu kadar acımasız.
Bunun sadece İran için geçerli olduğunu, sadece “nükleer” mevzusuyla sınırlı olduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bu suikast, İsrail’in ve uluslararası Siyonizm’in karakterini gösteriyor. Bu suikast, bağımsızlığı için bilim ve teknoloji üretmek isteyen tahakküm altındaki ülkelere verilen bir mesajdır. Onlar, bilginin, bilimin, teknolojinin bir ülkenin bağımsızlığı için en önemli mesele olduğunun farkında. O yüzden veri/bilgi/bilim/teknoloji ya bizim elimizde olsun ya da bizim denetimimize açık olsun istiyorlar. Gelir dağılımındaki adaletsizlik ne ise bilginin/bilimin dağılımındaki adaletsizlik de odur. Hatta gelir dağılımındaki adaletsizlik, bilgi ve bilimin dağılımındaki adaletsizliğin bir sonucudur. Bu ve benzeri suikastlara/baskılara itiraz etmeden, Batı’yla karşılaştırmalar yapıp, eğitimde/bilimde geri kalmışlığımızdan bahsetmek konuyu eksik ve yanlış değerlendirmek anlamına gelir.
Eğer Fahrizade ve ondan önce suikasta uğrayan bilim adamları uluslararası Siyonizm’in ve ABD’nin çıkarları için çalışıyor; ya da onların çıkarlarını tehdit etmeyen işlerle uğraşıyor olsalardı onları ödüle boğabilirlerdi. Hayatları filme alınır; isimlerini belki de dünya tanıyor oluyordu. Alan Turing, ABD ve İngiltere adına çalışmayı reddetseydi hayatı beyazperdeye aktarılır mıydı? Nitekim ABD, Nazi rejimi için çalışan pek çok bilim adamını toplayıp ülkesine götürmekte bir sakınca görmemiştir. Yeter ki, yaptığınız iş onların menfaatleriyle uyumlu olsun; kim olduğunuz, kimlerle ilişki içinde olduğunuz, geçmişinizde ne yaptığınız çok önemli değil. Kaldı ki bu suikastları, nükleer silah bahçesine çevrilmiş ve kimseye hesap vermeyen İsrail yapıyor; nükleer silahın babası ve ilk kullanıcısı ABD de destek veriyor.
Dediğim gibi, eğer emperyalist ve kapitalist çıkarların güdümünde değilseniz; kim olduğunuz, nereli olduğunuz, yaptığınız çalışmaların bilimsel kalitesi filan çok önemli değil. Emperyalist ve kapitalist çıkarlara koşullanmış bilim anlayışını ifşa eden pek çok gelişme yaşandı bugüne kadar. Doğu’dan, Batı’dan pek çok vicdanlı ve bağımsız düşünebilen uzman, çıkar çevreleriyle ilişkili bilimin risklerine, tehlikelerine dikkat çekti. Ama kimin umurunda!
Örneğin, 2010’da Newsweek dergisinde Sharon Begley imzalı bir makale yayınlandı. Makalede, antidepresan çalışmalarıyla tanınmış Irving Kirsch’in başına gelenler anlatılıyordu. Kirsch, ABD’de sadece 1 yıl içinde 10 milyar dolarlık satış yapan antidepresanların depresyona iyi gelmediğini, “placebo” etkisinden daha etkili olmadığını, yaptığı çalışmalarla tartışmaya açmıştı. Peki bu milyar dolarlar hangi şirketlerin kasasına akıyordu? Yönetim kurullarına baktığınızda ABD başkanlarının, bakanlarının isimlerini görüyorsunuz. Örneğin Bush yönetiminin bütçe sorumlusu Mitch Daniels, dünyanın en çok satan antidepresanı olan Prozac’ı üreten Lilly şirketinin başkan yardımcılığını yapmıştı. George Bush da aynı firmanın yönetim kurulundaydı. Ulusal Güvenlik Danışma Konseyi üyesi Sidney Taurel, Lilly’nin CEO’suydu. Bush’un Savunma Bakanı Donald Rumsfeld ise Xanax isimli ilacı üreten şirketin başkanlığını yapmıştı.
Üstelik bu ilaçların ciddi yan etkileri de vardı. Peki Irving Kirsch’e ne oldu dersiniz? İlaç sektöründeki kalıp yargıları tartışmaya açtığı için tebrik edilip, ödüllendirildi mi? Tabii ki hayır. İlk iş fonlarını kesmek, sempozyumlarda konuşmasına izin vermemek oldu. ABD yönetimindeki adamların çıkarlarına çomak sokan birine nasıl izin versinler ki? Bilimin, nesnelliğin, objektifliğin de bir sınırı var!
Sadece Kirsch değil; 1998’de Loren Mosher, 2003’te David Healy, 2006’da Casgrove ve ekibi de bilimin çıkar çevreleriyle olan kirli ilişkilerini açığa çıkardılar.
Bu çalışmalar elbette ki çok değerliydi. Daha hakkaniyetli bir bilim anlayışının oluşmasına katkı sunuyordu. Ama sonuçta ne oldu? Kimse bu insanlara Nobel filan teklif etmedi. Pek çok kişinin bu çalışmalardan haberi bile yok. Elinde tokmak olan, davula vurmaya devam ediyor.
Fahrizade ve benzeri suikastlar da gösteriyor ki; kendi adınıza bilgi üretme hakkınız yok. Ürettiğiniz bilgiyi kendi hayrınıza/insanlığın hayrına kullanma hakkınız yok. Kıt kanaat, bin bir zorluk içinde, her türlü ambargoya göğüs gererek yetiştirdiğiniz insanların size hizmet etmesine izin vermeyen bir ikiyüzlülükten bahsediyoruz.
Bilimsel çalışmaların bütün bir insanlığın faydasını gözetmesi gerekir. Bugün hedonist/kapitalist/faşist/narsist bir güruh bilimi kendi tekelinde tutmak istiyor. Çünkü ülkelerin hegemonya altına alınmasının en önemli yolu bilgiyi tahakküm altına almaktır, zihinleri tahakküm altına almaktır. Özgür ve bağımsız düşünebilen herkes onlar için tehlikelidir.
Özgür ve bağımsız düşünebilenlere, bilgisini, uzmanlığını mazlumların, mahrumların, yalın ayaklıların hayrı için kullananlara selâm olsun.
Kaynak: Milli Gazete
Yazar: Mücahit Gültekin