İran tarihinin en önemli olaylarından biri 45 sene önce gerçekleşen İran İslam Devrimi'nin zaferiydi.
O dönemde İran'da kendisine karşı eylemelerden dolayı hayal kırıklığına uğrayan Pehlevi Hanedanı'nın ikinci şahi Muhammed Rıza Pehlevi, 16 Ocak 1979'da kesin olarak ülkeyi terk etmişti.
Bunun ardından ise 1 Şubat 1979'da İran halkının çoğunluğunun desteklediği İmam Humeyni (r.a) 14 yıllık sürgünden sonra İran'a dönmüştü. O gün Tahran'da yaklaşık 3 milyon İranlı tarafından karşılanan İmam Hümeyni, halkın el birliği ile 11 Şabat 1979'da İran İslam Devrimi'ni zafere ulaştırmıştı.
İslam Devrimi zaferinin 45. yıldönümü (Fecr Günleri) münasebeti ile İstanbul Milletvekili Mustafa Kaya ile bir röportaj gerçekleştirdik. Aşağıdaki yazıda bu röportajı okuyabilirsiniz:
1- İslam Devrimi’nin zaferiyle birlikte İmam Humeyni, Filistin sorununu Arap dünyasının bir sorunu olarak değil, Filistin'i İslam dünyasının meselesi olarak tanıtmaya çalıştı. Şimdiye kadar devam eden İmam Humeyni'nin bu yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Filistin meselesinin kökenlerine baktığımızda iki farklı yolun benimsendiğini görüyoruz. Birincisi sanki Filistin sadece Arapların sorunuymuş gibi tavır alan kesimlerdir. Bu kesimlerin izlediği yolun ve Filistin’i İslam dünyasından koparmayı amaçladığı açıktır. Bu stratejinin 1978’de Camp David’de ABD ve İsrail’in baskısıyla çöktüğünü gördük. “Filistin Araplarındır” diyenler bugün maalesef Filistin’i yalnız bırakmıştır.
Diğer bir yol ise İzzeddin Kassam’ın, İmam Hasan El Benna’nın, Seyyid Kutup’un açtığı “Filistin Müslümanların ortak davasıdır” şiarıyla hareket eden insanların yoludur. Merhum Erbakan Hocamız, Suudi Kralı Merhum Faysal, Merhum Şeyh Yasin ve Merhum Ayetullah Humeyni bu yolu benimsemişlerdir. Nitekim Filistin’i Müslümanların sorunu olarak görenler bugün işgale karşı mücadele ediyor. Çünkü bu yol Mescid-i Aksa’nın kutsiyetini idrak eden ve İslam kardeşliği bilincini pekiştiren bir yoldur.
2- İmam Humeyni’nin önceliğinde kurulan İslam Devrimi’nin sloganlarından biri “ne Doğu ne de Batı’ydı.” Bu slogan Batı ve Doğu bloğuna bağımlı olmama anlamına geliyordu. Amerika'nın tek kutuplu dünya çabalarını göz önüne aldığımızda bu tutumun önemini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aslında İran devriminin tutumuna baktığımızda bu şiarın dış politikada ve toplum bilincinde yer edindiğini görüyoruz. 1979 yılında İran’da yeni yönetimi belirleyen Merhum Ayetullah Humeyni, dönemin süper güçleri olan Sovyetler Birliği ve Amerika’ya karşı aynı açık ve keskin bir yaklaşım içinde olmuştur. ABD’nin de emperyalist emellerini, İsrail’e desteğini aynı şekilde lanetlemiştir ve yine Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgaline aynı şekilde karşı çıkmıştır. Hem kapitalizmi hem de komünizmi aynı oranda tehlike olarak görmüştür.
3- Komşularla iyi ilişki kurmak, başından beri İran İslam Devrimi'nin temel politikalarından biriydi. Rahmetli Necmeddin Erbakan Hoca da İran İslam Cumhuriyeti ile ilişkilere önem veriyordu. Size göre İran-Türkiye ilişkileri mevcut şartlarda, özellikle Gazze meselesinde nasıl olmalı?
Türkiye ve İran hem bölgemizin hem de tüm İslam dünyasının iki temel sütunlarındandır. Nitekim Millî Görüş hareketi olarak bizler her zaman Türkiye-İran ilişkilerine büyük önem verdik. Türkiye ve İran iki önemli D-8 ülkesidir. Bakınız bugün Gazze’de ve birçok İslam beldesinde ve diğer mazlum coğrafyalarda kan dökülmeye devam ediyor. Fakat Türkiye ve İran halklarının bölgedeki güçlü varlığı bu topraklarda emperyalist işgallerin hedeflerine tam olarak ulaşmasını engelliyor.
Biz kendi gücümüzün ve potansiyelimizin farkında olmalıyız. Türkiye ve İran’ın beraber atacağı adımlar hem Gazze sorununun çözülmesi hem de Suriye ve Irak’taki terör örgütlerinin bertaraf edilmesi için önemli bir köşe taşı olabilir. Türkiye ve İran hem hükümetler hem siyasi oluşumlar açısından bu konudaki çalışmalarını artırmalıdır. Eğer ileride net adımlar atılmasına sebep olacak ortak eylemler gerçekleşirse hem küresel güçlerin hesaplarına hem de bölgesel sorunlara karşı çok ciddi çözüm yolları bulunabilir.