İran, stratejik konumu ve büyük petrol rezervleri nedeniyle tarih boyunca ABD, İngiltere ve diğer küresel güçlerin özel ilgisini çekmiştir. İkinci Dünya Savaşı sırasında, İngiltere, enerji kaynaklarının ve müttefiklerinin güvenliğini sağlamak ve petrolün Almanların eline geçmesini engellemek amacıyla İran'da varlık göstermişti. Savaşın ardından, İngiltere, İngiliz-İran Petrol Şirketi'nin kurulmasıyla İran petrolleri üzerindeki kontrolünü fiilen sürdürdü.
Ancak bu durum, İngiltere için kalıcı olmadı. 1951'de, İran Meclisi'nin demokratik olarak seçilmiş Musaddık hükümetinin önderliğinde, ülkenin petrol endüstrisinin millileştirilmesine karar vermesiyle birlikte, İngiltere'nin çıkarları aniden tehlikeye girdi. Bu durum karşısında İngiltere, Musaddık'ı zayıflatmak ve istikrarsızlaştırmak amacıyla gizli bir kampanya başlattı. İlk olarak, İngiltere hükümeti, Musaddık'ı görevden almak için Şah'ı ikna etmeye çalıştı, ancak bu plan hem başarısız oldu hem de Musaddık'ın itibarını artırırken Şah'ın itibarını zedeledi. Musaddık'ın görevden alınması yönündeki baskılar bir darbeye dönüştüğünde, İngiltere, bu sorumluluğu tek başına üstlenmek istemedi ve ABD'yi Londra'ya katılmaya ikna etti.
19 Ağustos 1953 Darbesi, ABD ve İngiltere'nin mali desteğiyle, dönemin İran Başbakanı Muhammed Musaddık'ı iktidardan uzaklaştırdı ve Muhammed Rıza Şah Pehlevi'yi yeniden tahta çıkardı. Amerikalılar ve İngilizler tarafından gerçekleştirilen bu darbe sırasında, Tahran'da yaklaşık 300 kişi hayatını kaybetti.
Mehr Haber Ajansı, 19 Ağustos Darbesi'nin yıldönümü vesilesiyle, Amerika'daki California San Bernardino Eyalet Üniversitesi'nde tarih profesörü olan Dr. David Yaghoubian ile bir röportaj gerçekleştirdi.
İşte röportajın tam metni:
1- Sizce Amerika ve Birleşik Krallık tarafından organize edilen darbenin gizli amaçları neydi?
1953 İran darbesi, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri’nin hem petrolün millileştirilmesi hareketini bastırmak hem de İran’ın demokratik olarak seçilmiş hükümetini devirmek ve yerine Şah rejiminin diktatörlüğünü getirmek için gerçekleştirilmiştir. Bu darbe, Batılı şirketlerden oluşan bir konsorsiyumun daha sonra İran'ın petrolünü kontrol etmesini sağladı ve Muhammed Rıza Pehlevi, İran halkının iradesine ve toplumsal çıkarlarına karşı, yabancı çıkarları koruma amacıyla tahtta kalmaya devam etti. 1953 darbesinin amacı İran'da devrim tohumlarını ekmek olmasa da, nihayetinde bu darbe bu sonucu doğurdu.
2- Neden petrol endüstrisinin millileştirilmesinin önlenmesi demokrasi iddiasında bulunanlar için bu kadar önemliydi ve İran'ın demokratik hükümetine tahammül edemediler?
1951'de AIOC'nin (Anglo-Iranian Oil Company) Britanya'nın kontrolündeki en büyük ham petrol kaynağı olarak millileştirilmesi, çökmekte olan Britanya İmparatorluğu için kabul edilemezdi. Önce İran petrolüne karşı küresel bir ambargo uygulayan Britanya, ardından Soğuk Savaş koşullarından yararlanarak Amerikalıları darbeye katılmaya ikna etti. Aynı dönemde Eisenhower yönetiminin Sovyetler Birliği’nin potansiyel çıkarlarına dair endişeleri, ABD’yi İran petrolü üzerinde kontrol uygulamaya sevk etti ve bu, 1954 konsorsiyumu aracılığıyla ABD ve Birleşik Krallık'ın ganimeti eşit şekilde paylaşmasında açıkça görülüyordu. İran'ın petrol zenginliğinin bu konsorsiyumdaki yabancı şirketler arasında paylaşılması, İran'ın demokratik olarak seçilmiş liderliği için asla kabul edilebilir bir teklif değildi, bu yüzden darbe, Britanya ve Amerika'nın çıkarlarına hizmet edecek daha itaatkâr ve az beklentili bir hükümet kurmak amacıyla tasarlandı.
3 - Amerika Birleşik Devletleri tarafından organize edilen darbe, iki ülke arasındaki ilişkileri o zamandan bu yana nasıl etkiledi?
1953'te ABD tarafından organize edilen darbe, aslında modern İran-Amerika ilişkilerinin temelini oluşturdu. Darbe ve ardından ABD'nin Pehlevi diktatörlüğünü (örneğin, SAVAK'ın dehşet verici uygulamaları) kullanarak yaptığı istismarlar, ABD hükümetinin gerçek yüzünü İran halkına gösterdi. Bu halk, Amerikalı Şah'ı, Şah rejiminin istihdam ettiği ABD danışmanlarını ve askeri müteahhitleri ülkeden kovmak için on binlerce kişiyle ayaklandı. 1979 İran Devrimi'nin başarısı ve kalıcılığı, Amerikan emperyalistlerini çılgına çevirdi. ABD'nin devrimden bu yana İran halkını zorbalık, tehdit, kışkırtma, küçük düşürme, küresel izolasyon ve hatta aç bırakma çabaları (eski ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo'nun ifadesiyle) sadece ABD'nin kendi kendini izole etmesine yol açtı ve Amerika'nın hızlı çöküşünü hızlandırdı. 1979 Devrimi'nden sonra ABD, Irak'ın Baas rejimini kullanarak İran halkının devrimini bastırmaya çalıştı, ancak yine başarısız oldu. Bugün, Amerika'nın bölgede etkili bir şekilde kontrol altında tutulmasını sağlayan, İran İslam Cumhuriyeti ve müttefikleridir.
4- Amerika'nın sömürge politikalarında onlarca yıl geçtikten sonra bir değişiklik görüyor musunuz? Bu sömürge politikaları durduruldu mu yoksa yalnızca uygulama yöntemleri mi değişti?
Sömürge politikalarında bir değişiklik ya da farklı yöntemlerin kullanılması yerine, Amerika'nın başarısızlıklarını iki katına çıkararak geçmişteki hatalı politikalarını sürdürme çabası içinde olduğunu görüyorum. Amerikan emperyalistleri, Amerika Birleşik Devletleri'nin hiçbir zaman küresel bir hegemonya ve "tam hakimiyet" elde edemeyeceğini anlayana kadar, ABD bu yanlış politikalara devam edecek ve Amerikan askeri-endüstriyel kompleksinin çıkarlarına hizmet eden kısa vadeli hedeflere ulaşmak için çabalayacaktır. Bu politikalar, uzun vadede Amerika'nın gücünü, meşruiyetini ve ilişkilerini hızla zayıflatacaktır. ABD'nin Irak, Suriye ve Afganistan'ı işgal etmesi, Yemen ve Libya'daki katliamlar ve Filistin toplumunu yok etme girişimleri, Amerikan dış politikasının Batı Asya'da hala ölüm, yıkım ve kaos yaratmaya devam ettiğini açıkça göstermektedir.
Amerika'nın siyasi liderleri, bölgedeki politikalarının başarılı olduğunu iddia etse de, ABD'nin bölgedeki fiziki ve diplomatik pozisyonu her geçen gün daha zayıf ve tehlikeli hale geliyor. Amerika'nın küresel itibarı ve meşruiyeti tarihin en düşük seviyesinde ve bölgede gerilim, çatışma, savaş ve soykırımdan başka bir şey yapmıyor.