BRICS, önemli organizasyonlardan birisidir. Temelinde Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti'nin bir araya gelmesiyle oluşan BRICS ülkeleri, yüz ölçümü bakımından dünyanın 3'te 1'lik kısmını elinde bulunduruyor.
2011 yılında Güney Afrika Cumhuriyeti’nin birliğe katılmasına kadar orijinal dört üye BRIC (ya da İngilizce “the BRICS”) olarak adlandırılmıştı. Aynı yıl Çin’in Sanya kentinde düzenlenen zirveye Güney Afrika Cumhurbaşkanı Jacob Zuma’nın da katılımı ile BRIC grubu adını BRICS olarak değiştirdi.
BRICS ülkeleri, bulundukları bölgelerin bölgesel ilişkileri üzerindeki önemli nüfuz potansiyeliyle tanınırlar ve beş ülkenin hepsi G20 üyesidir. 2009’dan beri BRICS ülkeleri yıllık olarak resmi zirvelerde temaslarını sürdürmektedirler.
Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika'nın üyesi olduğu BRICS, 1 Ocak 2024'te İran, Suudi Arabistan, Mısır, BAE ve Etiyopya'nın resmen katılımıyla birlikte organizasyondaki üye ülke sayısı 10'a kadar genişledi. BRICS ülkelerinin toplam yüzölçümü 2024 itibarıyla yeni ülkelerin katılımıyla birlikte 45 milyon metrekare, nüfusu ise 3.4 milyar kişiye ulaşmış durumda.
Son dönemde de bazı ülkelerin BRICS’e üyelik başvuruları uluslararası ilişkilerde dikkat çeken bir konu haline gelmiştir.
Türk uzmanlar kaleme aldıkları yazılarda BRICS hakkındaki görüşlerini ve Türkiye'nin bu örgüte başvurusunu değerlendirdiler.
BRICS Platformu önemli küresel sınamalarla karşı karşıya
Türk uzman Kerel Alkin, Sabah gazetesinde BRICS hakkında kaleme aldığı bir yazıda, “Gerek 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan küresel sistemin Birleşmiş Milletler, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı, Dünya Ticaret Teşkilatı gibi çok taraflı uluslararası teşkilatları, gerekse de 1970'lerde oluşturulmuş G7, 2000'lerde oluşturulmuş G20 ve 2009'da oluşturulup, 2010'da nihai adını alan BRICS Platformu önemli küresel sınamalarla karşı karşıya” dedi.
“G7 ile BRICS arasında yaşanması muhtemel 'saygınlık', 'samimiyet' ve 'inandırıcılık' testi, ekonomik, ticari, siyasi veya askeri güce dayalı bir rekabetten çok, daha adil, sürdürülebilir barışa odaklı ve eşit hakları gözeten yeni bir küresel yönetim mimarisinin inşasında hangi uluslararası platform daha ayakları yere basan, bilhassa yükselen gelişmekte olan ülkelerce 'ilkeli' bulunan çalışmalara, araştırmalara, temaslara, mücadeleye imza atacak; kırılma noktası tam da burası olacak.
Erdoğan'ın BM Genel Kurulu'nda bu yıl gerçekleştirecek konuşmanın merak edildiğini belirten Alkin, “geçtiğimiz yılki konuşmasında ‘böyle bir dünyada, ister çatışma bölgesinin hemen yanında yer alsın ister çok uzakta okyanuslarla çevrilmiş bir karada yaşasın, hiç kimse güvende değildir’ uyarısında bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın isabetli ve etkili tespitlerine hangi yeni mesajları ekleyeceği uluslararası siyaset çevrelerinde dikkatle takip edilecek” ifadelerini kullandı.
Alkin yazısının devamında, “G7 ile BRICS arasında yaşanması muhtemel 'saygınlık', 'samimiyet' ve 'inandırıcılık' testi, ekonomik, ticari, siyasi veya askeri güce dayalı bir rekabetten çok, daha adil, sürdürülebilir barışa odaklı ve eşit hakları gözeten yeni bir küresel yönetim mimarisinin inşasında hangi uluslararası platform daha ayakları yere basan, bilhassa yükselen gelişmekte olan ülkelerce 'ilkeli' bulunan çalışmalara, araştırmalara, temaslara, mücadeleye imza atacak; kırılma noktası tam da burası olacak. Küresel sistem insanlık adına, uygarlığın ve yeryüzünün geleceği adına bu derece ağır sınamalarla karşı karşıya iken, ilkeli, samimi, inandırıcı bir mücadeleyi ortaya koymak hayati önem taşıyor olacak” ifadelerine yer verdi.
Türkiye’nin BRICS başvurusunun “tam üyelik” mi yoksa “ortak üyeliği” mi hedefliyor?
Sedat Ergin ise Hürriyet’te kaleme aldığı yazıda, Putin’in, Erdoğan’a ekim ayı sonunda Rusya’nın Kazan kentinde yapılacak olan BRICS zirvesine katılması için davetini ilettiğini belirterek, “Erdoğan’ın Rusya’daki BRICS zirvesine katılmasıyla bu konudaki tartışmaların iyice alevlenme ihtimaline şimdiden hazırlıklı olmalıyız” dedi.
Bu zirve sırasında Türkiye’nin örgüte üyeliği meselesinde bir karar verilmesinin de gündeme gelebileceğini belirten Sedat Ergin, bu durumda bugün BRICS’i oluşturan şu dokuz ülkenin Türkiye konusunda aralarında bir mutabakata varmaları gerektiğini ifade etti.
Ergin yazısında ayrıca, “Yine dikkat çekilmesi gereken bir husus; Kazan Zirvesi öncesinde tam üyeliğin yanı sıra çok sayıda katılım başvurusu üzerine “ortak üyelik” diye yeni bir statünün de oluşturulmakta olduğudur. Türkiye’nin başvurusunun “tam üyelik” mi yoksa “ortak üyeliği” mi hedeflediği sorusunun da açıklık kazanması gerekiyor. Putin’in danışmanı, Türkiye’nin başvurusunun “tam üyeliğe” yönelik olduğunu söylemişti.” ifadesini kullandı.
Kuruluş aşamasında Rusya’nın başını çektiği BRICS, daha çok Batı’nın uluslararası sistem ve küresel ekonomideki ağırlığını dengelemeye dönük bir hamle olarak ortaya çıkmıştı.
Ergin, “BRICS dediğimiz zaman, kurumsallaşmasını tamamlamış, muhtelif organlarıyla işleyen bir uluslararası yapıdan söz etmiyoruz. Kuruluşu 2009 yılında dört ülke tarafından duyurulan, sonradan üye sayısı dokuza çıkan BRICS’in siyasi kimliğinin mi yoksa ekonomik yönünün mü ağır bastığı hususu bile bugün tartışma konusudur” ifadelerinde bulundu.
“Kuruluş aşamasında Rusya’nın başını çektiği bu oluşum, daha çok Batı’nın uluslararası sistem ve küresel ekonomideki ağırlığını dengelemeye dönük bir hamle olarak ortaya çıkmıştı” diyen Ergin, Özetle, BRICS henüz yolun başında olan bir örgüttür. Önemli bir nokta, bu dokuz ülkenin bazılarının da kendi aralarında çekişme halinde olmalarıdır” diye kaydetti.
Türkiye’nin BRICS adımı
Türkiye’nin BRICS adımını değerlendiren Barış Doster, “Türkiye’nin BRICS üyeliği konusundaki niyetini açıklaması, son günlerde dış politika tartışmalarında hayli öne çıktı. Şüphesiz bu niyet, gerek Türkiye açısından gerekse BRICS açısından önemli. Çünkü hem dünyadaki güç dengesinin batıdan doğuya kaydığını bir kez daha gösteriyor hem de Türk dış politikası açısından simgesel önem taşıyor” dedi.
BRICS üyeliğinin başka boyutları da olduğunu belirten Doster, “BRICS gibi, ŞİÖ gibi, Avrasya Ekonomik Birliği gibi, Kuşak ve Yol Girişimi gibi örgütler, projeler, ittifaklar, girişimler hem birbirleriyle etkileşimleri hem de giderek daha fazla rağbet görmeleri nedeniyle çok önemliler. Bu yapıların pek çok ortak üyesi var, bu üyelerin çıkarlarının örtüştüğü, yollarının kesiştiği pek çok konu var. Ulaştırmadan altyapıya dek işbirliği yaptıkları, yapmaları gereken pek çok alan var. Bu da doğal ve kaçınılmaz olarak birbirleriyle uyumlu çalışmalarını gerektiriyor” ifadelerinde bulundu.
Çok kutupluluk neye yarar?
Mehmet Ali Güller, Türkiye’nin BRICS üyeliği başvurusu karşısında “Çok kutupluluk neye yarar?” sorusunun dikkat çektiğini belirterek, “Çok kutupluluk inşa oldukça ve sağlamlaştıkça, ABD’nin elinin kolunun daha da sınırlanabileceğini göreceğiz” dedi.
Güller, “Çok kutupluluk inşa olmaya başlamasa, Güney Afrika İsrail’i soykırımla suçlayarak Uluslararası Adalet Divanı’na dava açamazdı. Divan’ın, ABD’nin tüm tehditlerine rağmen davayı kabul edebilmesi, çok kutupluluk sayesindedir. Güney Afrika, sonucu İsrail’i savaş yenilgisi kadar etkileyecek bu davayı elbette üyesi olduğu BRICS’in desteğiyle yürütüyor” ifadelerinde bulundu.
“Çok kutupluluk neye yarar?” sorusunu yanıtlayan Güller, “Çok kutupluluk olmasa, ABD Büyük Ortadoğu Projesi’ni ilerletecek, belirlediği 22 ülkenin sınırlarını ya da rejimlerini değiştirecekti. Çok kutupluluk olmasa, ABD Afganistan’dan çekilmeyecekti. Çok kutupluluk olmasa, ABD Irak’tan çekilmeyecekti. Çok kutupluluk olmasa, Nijer ABD askerlerini kovamayacaktı” ifadesini kullandı.
Çok kutupluluk inşa olmaya başlamasa, Güney Afrika İsrail’i soykırımla suçlayarak Uluslararası Adalet Divanı’na dava açamazdı. Divan’ın, ABD’nin tüm tehditlerine rağmen davayı kabul edebilmesi, çok kutupluluk sayesindedir. Güney Afrika, sonucu İsrail’i savaş yenilgisi kadar etkileyecek bu davayı elbette üyesi olduğu BRICS’in desteğiyle yürütüyor
Güller ayrıca, “Çok kutupluluk olmasa, Afrika ülkeleri Fransa’yı topraklarından atamayacaktı. Çok kutupluluk olmasa, ABD dolarının dünyada rezerv olma oranı düşmeyecekti. 1999 yılında rezervlerdeki dolar oranı yüzde 71 iken geçen yıl bu oran yüzde 58’e geriledi. Doların rezerv olma oranının düşmesi, ikili ticaretlerde dolar yerine ulusal paraların kullanılmaya başlaması, doların saltanatını sallamaya başladı… Doların saltanatının sallanması, ulusal ekonomilerin çıkarınadır.” Değerlendirmelerinde bulundu.