Geçen sene 7 Ekimde başlayan Gazze savaşının üzerinden bir yıl geçti. Bu süre zarfında bölge, modern tarihin en yıkıcı çatışmalarından birine sahne oldu. Savaşın başlangıcından bu yana geçen 372 gün, Gazze Şeridi’nde ve çevresinde derin izler bıraktı.
Aslında savaşın ilk günlerinde İslam ülkeleri ve uluslararası kuruluşların bu duruma el atması ve ateşkesin sağlanması düşünülüyordu fakat İslam ülkeleri de uluslararası kuruluşlar da bu konuda başarısız kaldı.
Mehr Haber Ajansı Gazze savaşına ilişkin Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı İstanbul Milletvekili Mustafa Kaya ile Skype üzerinden bir röportaj gerçekleştirdi. Aşağıdaki yazıda bu röportajı okuyabilirsiniz.
1 - Gazze savaşından bir yıl geçiyor. Savaşın başladığı ilk günden itibaren uluslararası toplum, uluslararası kurum ve kuruluşların ve İslam ülkelerinin bu konuya bir el atması bekleniyordu. Ayrıca ateşkesin hemen ilk günlerde sağlanacağı düşünülüyordu. Fakat bu olmadı ve savaş hala devam ediyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tabii ben şöyle başlamak istiyorum. Bazen 7 Ekim bu olayların başlangıcıymış ve bütün bu olayların sebebi 7 Ekim imiş gibi söylenen cümleler var. Bu cümleler kesinlikle doğru değil. Neden doğru değil? Çünkü 7 Ekim’e gelene kadar yaşananların tamamını bir kere de hatırlamamızda fayda var yani Ortadoğu'da 1897 siyonist kongreyi 1917 valfor deklarasyonunu daha sonrasında 1947’deki büyük felaketin ardından 1967-73 ve en son 2006-08 olayları ve bütün bu süreçlerde İsrail'in sürekli Filistinlilerin topraklarını işgal ettiğini ve Gazze’yi de havadan karadan denizden abluka ve ambargo altına aldığını görüyoruz. Dolayısıyla 7 Ekimin arka planında bunlar var. ikincisi İslam ülkelerinin zaten uzun dönemden beri en büyük karşı karşıya kaldıkları tehlike bu tür ortak sorunlara birlikte tepki verememeleriydi yani Filistin gibi çok önemli bir mesele İslam dünyasının ortak bir meselesini hem de kendi yanı başlarında gerçekleşen bu meseleye duyarsız kalmaları orada ona olan katliamlara, şiddete ve baskıya herhangi bir şekilde birlikte cevap verememeleri zaten olayların bu noktaya gelmesinin sebebiydi. Tabii şöyle bir nokta da var. 7 Ekim'den hemen sonra Ateşkes olacak vesaire gibi düşünceler vardı ancak Gazze'de yani İsrail'in askeri ve siyasi hedeflerine ulaşamadığını görüyoruz yani bu hedeflere ulaşmış olsaydı belki çok daha farklı bir gündemi konuşuyor olabilirdik ama bugün Gazze’deki meselenin temelinde aslında İsrail'in bu başarısızlığının altyapısı yatıyor. İsrail başarısız oldu yani 340 km'lik bir alanda 2 milyondan fazla yaşayan insan var ve bu insanlara sürekli tepelerine bombalar yağdırarak evlerine başlarına yıkarak Gazze'nin üçte ikisini yaşanmaz hale getirerek hatta hastaneleri, mülteci kamplarını, ambulansları, ibadethaneleri, camileri ve kiliseleri bombalayarak daha da böyle soykırımı bütün boyutlarıyla yaşatan bir İsrail var. Biliyorsunuz, soykırımın üç temel delili vardır: Irksal, siyasal ve dinsel. Eğer bir toplumu bu üç açıdan ortadan kaldırmaya çalışıyorsanız, uluslararası hukuk buna soykırım diyor. Gazze’ye baktığınızda, ırksal açıdan kendilerini üstün gören bir ırk oldukları düşüncesiyle bu katliamları yapıyorlar. Soykırımın birinci ayağı bu şekilde oluşmuş durumda. Dinsel açıdan ise, kendilerine “Arz-ı Mevud” denilen vaat edilmiş topraklar inancıyla hareket ediyorlar. Bu da soykırımın ikinci ayağını tamamlıyor. Siyasal açıdan da kendilerini dünyanın en büyük gücü olarak görerek, dünyayı yönetme arzusuyla hareket ediyorlar. Dolayısıyla, İsrail tam anlamıyla bir soykırım uyguluyor.
Peki, İsrail askeri ve siyasi hedeflerine ulaşamadıysa, Lübnan'da olanlar nedir? Lübnan’daki olaylar, İsrail'in ateşi daha da genişletmeye çalışarak bölgeye yaymasıyla ilgilidir. Bu sayede Amerika ve Batılı ülkelerin bölgeye olan ilgisini canlı tutarak, kendi etrafında bir koruma kalkanı oluşturmaya çalışıyor. Gazze’de yaşananlar ile Lübnan arasındaki bağlantı da bu şekilde açıklanabilir.
2 - Pekiz direnişin bu duruma yönelik tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Direniş, İsrail’in bu hukuksuzluğuna, soykırımlarına ve katliamlarına karşı uzun yıllardan beri devam eden bir mücadeledir. Bugünün meselesi değil; bu mücadele yıllardır sürmektedir. Lübnan’da da, Gazze’de de devam ediyor. Ancak, bu oldukça riskli bir alan. Bu riskli alan nedir? İsrail’in kendini ne kadar özgür ve sorunsuz hissettiğini düşünün. Öyle ki, BM Genel Sekreterini bile istenmeyen adam ilan etti. Bu da, İsrail’in kendini ne kadar özgür hissettiğinin bir göstergesidir. Bu tutum, aslında onun hukuksuzluğunu tescil eden bir durumdur.
Fakat, insanlar Gazze’de ve Lübnan’da İsrail’in bu planlarına, tuzaklarına karşı evet, bedel ödüyorlar. Doğru, şehit veriyorlar, bu da doğru. Ancak, İsrail’i durduracak iradeyi gösterecek potansiyel o bölgelerde hala mevcuttur.
3 – İlk sorumda da buna değimiştim. Sizce İslam ülkelerinin Gazze konusunda yapmadığı şeyler nedir? Neler yapmaları ve hangi adımları atmaları gerekir?
İslam İşbirliği Teşkilatı'nın kurulma gerekçesi Mescid-i Aksa'dır. 1969 yılında Siyonist birisi tarafından Mescid-i Aksa'nın kundaklanması neticesinde İslam İşbirliği Teşkilatı bir araya geldi ve çok önemli bir karar aldı. Ama şimdi, kuruluş gerekçesi olan Mescid-i Aksa’da, Kudüs'te yaşananları sadece kınayarak, lanetleyerek olayı uzaktan izleyen ülkeler konumuna düştük biz, İslam ülkeleri olarak. Bu, çok büyük bir acıyı bizlere yaşatıyor.
İslam ülkeleri bugün, aslında Gazze'deki ateşkesin sağlanması ve Lübnan’a yapılan saldırıların bir an önce durdurulması ile ilgili inisiyatif almayı, gerekirse barış gücü oluşturmayı tartışan ve bununla ilgili adımlar atan ülkeler konumuna gelmeliydi. Eğer böyle bir durum olsaydı, biz bunu engelleyebilirdik. Bakın, İsrail Maliye Bakanı Smotrich’in açıklamasına dikkat edin. Daha ne söylenir bilmiyorum, daha nasıl bir tehdit bu kadar açık ifade edilebilir bilmiyorum. Suudi Arabistan, Irak, Lübnan, Suriye, bu toprakların tamamında bir İsrail devleti kurma hedefimizi açıkça ilan ediyorum, dedi. Şimdi nasıl olacak?
İsrail'in bu saldırganlığına, bu soykırımlarına karşı İslam ülkelerini harekete geçirecek başka hangi işaret bekleniyor, gerçekten bilmiyorum. Bunu anlamakta zorlanıyorum. Dolayısıyla, İslam ülkelerinin sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiğini düşünüyorum. Eğer İslam ülkeleri bugün, "Ne yapalım, işte Gazze’de bu kaderini yaşasın" gibi bir teslimiyetle hareket ederlerse, maalesef yarın İsrail bu saldırganlığını bölgede diğer ülkelere de yayacaktır.
4 - Türkiye’nin Gazze ve İsrail politikasına da bir değinmek isterim. Biliyorsunuz Türkiye önemli bir adım attı ve İsrail’e karşı ticareti durdurdu. Bu haberin ne kadar doğru olup olmadığı konusuda bir iddiam yoktur. Fakat ticaretin dolaylı yollardan devam ettiğine dair söylentiler var. Rakamlara göre Filistin ile yapılan ticaret son zamanlarda çok artmıştr ve sadece Filistin değil, İsrail ile yapılan dolayı bir ticaret olarak düşünülüyor. Rahmetli Hasan Bitmez bu konuyu mecliste her zaman kürsüye taşıyordu. Siz bir milletvekili olarak bunu kürsüye taşıdınız mı? Bu konuda attığınız adımlar var mı?
Biz, 7 Ekim'den itibaren Meclis kürsüsünde Allah rahmet eylesin Hasan Bitmez Bey'in de yaptığı değerlendirmeleri zaten takip ettiniz. Meclis kürsüsünde, İsrail'le yürütülen sürecin, ticaret de dahil olmak üzere, birçok boyutuyla beraber bitirilmesi ve sonlandırılması gerektiğine dair taleplerimizi ilettik. Yani nedir bunlar? Türkiye hava sahasının İsrail'e kapatılması, ticaretin kesilmesi, elçiliklerin kapatılması, Türkiye'den İsrail'e giden çifte vatandaşlar varsa, İsrail'de soykırımın bir parçası olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının durumunun değerlendirilmesi. Bu konularla alakalı, 85 milyon insanımızın, iktidar partisini destekleyen ya da muhalefet partilerini destekleyen tüm insanlarımızın Gazze noktasındaki hassasiyeti ortaktır. Gazze'de yaşananlara karşı duydukları acı ortaktır.
Ancak ticaretin kesilmesi mevzusu ile alakalı, ilk zamanlarda bunu açık bir şekilde ifade etmemize rağmen, gereken adımlar atılmadı. Yani İsrail ile ticaret o anlamda kesilmedi. Bazen kesilmeme gerekçesi olarak özel şirketlerin kendi aralarında yaptıkları kontratlar gösterildi, devlet kurumlarının ve devlet şirketlerinin bu ticaretin bir parçası olmadığı söylendi vesaire. Ancak son tahlilde, Ticaret Bakanlığı çok net ifadelerle İsrail ile ticaretin kesildiğini söyledi. Tabii biz de buna itibar ettik. Ticaretin kesildiği açıklaması bizim için önemliydi. Geç de olsa, talebimizden çok sonra gerçekleşmiş olsa da biz bunu önemli bulduk, değerli bulduk.
Tabii bugün şöyle bir durum söz konusu olabilir, ve siz de ifade ettiniz: Bunlar henüz birer söylemden ibaret olabilir. Bununla ilgili, "Bakın, işte şöyledir, size gösterebileceğim bir belge şu anda elimizde yok" diyebilirim, ancak bunu sıkı takip ediyoruz. Eğer bir istismar alanı varsa, yani üçüncü ülkeler üzerinden böyle bir şeyler yapılıyorsa, biz bunları da açık bir şekilde parlamento kürsüsünde dile getiririz. Diğer muhalefet partilerinin milletvekilleri de bu konuyla ilgili incelemeler ve araştırmalar yapıyorlar, ortaya atılan iddiaları değerlendiriyoruz. Eğer bu konuda net bir bilgi ortaya çıkarsa, umarız çıkmaz, ama çıkarsa bunu da tüm kamuoyuna açık bir şekilde ifade ederiz.
5 – Son olarak eklemek istediğiniz bir konu var mı?
Ben İran'da Vahdet toplantısında da ifade etmiştim; bazı şeyleri harekete geçirmek zordur, ama harekete geçirmekten başka şansınız yoksa, bununla ilgili herkesin fedakârlık yapması beklenir. Peki nedir bu? Bu bölgede dört ülkenin, özellikle Türkiye'nin, İran'ın, Mısır'ın ve Pakistan'ın birlikte hareket edebilecek formülleri geliştirmesi gerektiği kanaatindeyim. Bu dört ülke, aynı zamanda 1997'de hep birlikte kurduğumuz D-8'in üyesidir. Bu dört ülkenin bulunduğu coğrafi konumlara bakarsanız; İran'ın stratejik açıdan konumu, Pakistan'ın stratejik açıdan konumu, Mısır ve Türkiye'nin pozisyonları... Bunları böyle değerlendirdiğinizde ve toplamda 550-600 milyonluk nüfusları olduğunu dikkate aldığınızda, bu ülkelerin birlikte hareket etmeleri, istişare kanallarını açık tutmaları ve birbirleriyle olan ilişkilerini geliştirmeleri, Filistin meselesi gibi birçok sorunun ortadan kaldırılmasına önemli katkılar sağlar diye düşünüyorum.
Ben bunu sürekli söylüyorum ve bir kere daha sizlerin aracılığıyla ifade etmek istiyorum. Türkiye kendince bazı ulusal çıkarlarını, İran ulusal çıkarlarını, Pakistan veya Mısır bölgesel dengeleri ve farklı şeyleri öne sürebilir. Bunların hepsi önemlidir, değerlidir. Ancak bu dört ülkenin karşılıklı bağımlılık ilkesi çerçevesinde, asgari müşterek siyasetle birlikte hareket etme potansiyellerini geliştirmeleri gerekir. Bunu çok önemli buluyorum ve bütün yetkilileri, bakanlık yetkililerini, yöneticileri bu konu üzerine yoğunlaşmaya davet ediyorum. Bu olduğu takdirde, emin olun ki bölgemizde akan kanın durdurulması adına önemli bir mesafe kat etmiş oluruz.