Filistin, 20. yüzyılın başlarından itibaren dünya tarihinin en uzun ve karmaşık sömürgecilik süreçlerinden birine maruz kalmıştır. 1917 yılında Birinci Dünya Savaşı’nın ardından İngilizlerin Filistin’i işgal etmesiyle başlayan bu dönem, bölgedeki Arap halkı üzerinde büyük bir baskı ve sömürgeci politikaların uygulanmasına sahne olmuştur. Özellikle Balfour Deklarasyonu ile Yahudi halkına Filistin topraklarında bir vatan kurma sözü verilmesi, bu topraklardaki demografik yapıyı ve halkın geleceğini köklü bir şekilde etkilemiştir. 1948 yılına gelindiğinde ise Filistin topraklarının büyük bir bölümü İsrail'in kurulmasıyla işgal edilmiş, bu işgal süreci Filistin halkının yurtlarından sürülmesine ve mülteci durumuna düşmesine neden olmuştur. Bugün milyonlarca Filistinli, hem İsrail işgali altında yaşamaya zorlanmakta hem de kendi topraklarından uzakta mülteci kamplarında hayatlarını sürdürmeye çalışmaktadır.
Bu süreç, yalnızca Filistin halkının topraklarının gasp edilmesiyle sınırlı kalmamış, aynı zamanda büyük bir insani trajediye dönüşmüştür. İsrail’in başlattığı sistematik işgaller, askeri müdahaleler, sivil halka yönelik saldırılar, yasadışı yerleşim birimleri ve etnik temizlik politikaları, Filistin halkını sürekli bir direniş ve mücadele içine itmiştir. Uluslararası hukuka aykırı olarak gerçekleştirilen bu ihlaller, Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Gazze Şeridi’nde günlük yaşamı neredeyse imkansız hale getirmiştir. Özellikle Gazze Şeridi, İsrail’in uyguladığı ablukalar, askeri operasyonlar ve ekonomik kısıtlamalar nedeniyle dünyanın en yoğun nüfuslu ve zor yaşam koşullarına sahip bölgelerinden biri haline gelmiştir.
Filistin halkı, yüzyılı aşkın bir süredir kendi varlığını, haklarını ve kimliğini koruma mücadelesi vermektedir. Bu mücadele, sadece fiziksel bir savaş değil, aynı zamanda derin bir manevi direniş niteliği taşımaktadır. İslam’ın temel öğretilerinden biri olan sabır (sabr), Filistin halkının direnişinde kilit bir rol oynamaktadır. İslam, zulme karşı direnmenin ve adaleti savunmanın her Müslüman için bir görev olduğunu belirtir. Bu bağlamda, Filistin direnişi, İslam’ın zulme karşı durma, sabrı tavsiye etme ve adalet arayışını teşvik eden ilkeleri doğrultusunda sürdürülen bir ruhani savaş olarak da değerlendirilir.
Filistin topraklarının işgaliyle birlikte başlayan bu süreç, sadece bir toprak kavgası değil, aynı zamanda bir kimlik ve hak mücadelesine dönüşmüştür. Filistinliler, kendi köklerine, kültürlerine ve dini kimliklerine bağlılıklarını sürdürebilmek için sürekli bir baskı altında yaşamalarına rağmen direnişlerini sürdürmektedirler. Direnişin bu ruhani boyutu, Filistin halkının İslam’ın öğretilerine sıkı sıkıya sarılarak, sabır, dayanıklılık ve kararlılıkla mücadele etmesine olanak tanımaktadır. Bu direniş, sadece fiziksel değil, aynı zamanda manevi bir kalkışmadır; çünkü Filistin halkı, bu zor şartlar altında bile inançlarını ve umutlarını kaybetmeden, Allah’a olan güvenlerini sürdürmektedir.
Filistinliler için bu direniş, haklarını savunmanın yanı sıra kendi onurlarını, kimliklerini ve İslam dünyasındaki yerlerini koruma çabasıdır. Kudüs, Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa’ya ev sahipliği yapması nedeniyle, sadece Filistinliler için değil, tüm Müslümanlar için büyük bir manevi öneme sahiptir. Kudüs’ün özgürlüğü, İslam’ın kutsal değerlerinin korunması anlamına gelirken, Filistin davasının tüm İslam dünyası için evrensel bir mesele haline gelmesinin sebeplerinden biridir.
Bugün Filistin direnişi, sadece bir toprak mücadelesi değil, aynı zamanda İslam dünyasının zulme karşı verdiği evrensel bir mücadelenin sembolü haline gelmiştir. Filistin halkı, İslam’ın sabır ve adalet ilkeleri doğrultusunda haklarını savunmaya devam ederken, dünya genelinde milyonlarca Müslümanın duaları ve desteğiyle bu direnişi sürdürmektedir. İşgalin başladığı günden bu yana süren zulüm, Filistin halkının iradesini kırmaya yetmemiştir; çünkü bu direniş, maddi bir savaş olmanın ötesinde, manevi bir bağlılık ve inanç savaşıdır.
1. İsrail’in İşlediği Suçlar ve İnsan Hakları İhlalleri
İsrail, kurulduğu günden bu yana Filistin topraklarında sistematik bir işgal politikası uygulamakta ve bu işgal politikası dünya genelinde büyük tepki toplamaktadır. Ancak, uluslararası kamuoyu ve kurumların tepkilerine rağmen İsrail, yerleşim birimlerini genişletmeye, Filistinlilere yönelik etnik temizleme politikalarına ve sivillere yönelik saldırılarına devam etmektedir.
a. Etnik Temizlik ve Yerleşim Birimleri Politikası
İsrail’in Filistin topraklarında uyguladığı en büyük stratejilerden biri, yasadışı yerleşim birimleri kurmak ve Filistinlileri topraklarından sürmektir. Özellikle Doğu Kudüs ve Batı Şeria’daki yerleşim faaliyetleri, uluslararası hukuka aykırı olmasına rağmen sürekli genişletilmekte ve Filistin halkının yaşam alanları daraltılmaktadır. Bu yerleşim politikaları, Filistinlilerin zorla göç ettirilmesine, evlerinin yıkılmasına ve topraklarının gasbedilmesine yol açmıştır. Bu durum, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin birçok kararına aykırı olmasına rağmen devam etmekte, Filistinlilerin kendi topraklarında yaşam hakkını ihlal etmektedir.
b. Sivillere Yönelik Hava Saldırıları
İsrail'in Filistin'deki saldırıları genellikle sivil halkı hedef almaktadır. Özellikle Gazze Şeridi'nde gerçekleştirilen hava saldırıları, sivillerin, kadınların ve çocukların hayatını kaybetmesine neden olmaktadır. Bu saldırılar, uluslararası savaş hukukuna ve sivillerin korunmasına yönelik ilkelere aykırı olmasına rağmen, İsrail'in "güvenlik" gerekçesiyle meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Ancak, bu tür saldırılar, toplu cezalandırma yöntemleri olarak kabul edilmekte ve savaş suçları kapsamında değerlendirilmektedir.
c. Gazze Ablukası ve Toplu Cezalandırma
2007 yılından beri Gazze Şeridi, İsrail tarafından kara, deniz ve hava ablukası altındadır. Bu abluka, Gazze halkını insani bir krize sürüklemiş, temel gıda maddelerine, ilaçlara ve diğer ihtiyaçlara erişimi neredeyse imkansız hale getirmiştir. Gazze'deki insani durum her geçen gün daha da kötüleşirken, bölgedeki elektrik, su ve sağlık hizmetlerine erişim neredeyse tamamen kısıtlanmıştır. Uluslararası insan hakları örgütleri, Gazze ablukasını toplu cezalandırma olarak nitelendirmekte ve bunun uluslararası hukuka aykırı olduğunu vurgulamaktadır.
d. Keyfi Tutuklamalar ve İşkence
İsrail, Filistinli sivilleri, özellikle de çocukları, keyfi bir şekilde tutuklayarak uzun süre gözaltında tutmaktadır. Bu tutuklamalar sırasında kötü muamele ve işkence vakaları sıkça rapor edilmektedir. Filistinli çocukların ve gençlerin gözaltına alınarak sorgulanması, zorla itirafların alınması ve haklarının ihlal edilmesi, İsrail'in baskıcı politikalarının bir parçası olarak devam etmektedir. Bu durum, uluslararası hukukun özellikle çocuk hakları sözleşmelerine aykırıdır.
2. Filistin Direnişinin İslami Temelleri
Filistin direnişi, sadece siyasi ve askeri bir mücadele değil, aynı zamanda derin dini kökleri olan bir direniştir. İslam, zulme karşı direnmeyi ve adaleti savunmayı temel bir öğreti olarak kabul eder. Bu bağlamda Filistin direnişi, İslam'ın sabır, dayanıklılık ve adalet ilkeleri üzerine inşa edilmiştir.
a. Sabır ve Direniş
Filistin halkı, işgal altındaki yaşam koşullarına karşı büyük bir sabır ve inançla direnmektedir. Kur’an-ı Kerim'de sabır, müminler için büyük bir erdem olarak övülmekte ve zor zamanlarda Allah’a olan güvenin korunması gerektiği vurgulanmaktadır. Kuran'da şöyle buyrulur:
- “Şüphesiz ki Allah, sabredenlerledir.” (Bakara Suresi, 153. ayet)
- “Sabredenlere mükâfatları elbette hesapsız olarak verilir. (Zümer Suresi, 10. ayet)
Bu ayetler, Filistin halkının direnişini ruhani bir boyuta taşır. Filistinliler, zulüm altında yaşamalarına rağmen inançlarını kaybetmemiş, sabırla direnmişlerdir.
b. Adalet ve Zulme Karşı Durma
İslam, adaleti savunmayı ve zulme karşı koymayı bir zorunluluk olarak kabul eder. Filistin halkı, toprakları işgal edilmiş ve hakları gasp edilmiş bir millet olarak, bu ilkelere dayanarak mücadele etmektedir. İslam, sadece Müslümanların değil, tüm insanlığın adalet içinde yaşamasını öğütler. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), mazlumların haklarını savunmanın Müslümanlar için bir görev olduğunu belirtmiştir. Bu bağlamda, Filistinlilerin zulme karşı verdikleri mücadele, İslam’ın adalet ilkelerine dayanmaktadır.
c. Kudüs’ün ve Mescid-i Aksa’nın Önemi
Filistin, Müslümanlar için dini açıdan da büyük bir öneme sahiptir. Kudüs ve Mescid-i Aksa, İslam'ın en kutsal şehirlerinden ve mescitlerinden biridir. Kudüs, Müslümanların ilk kıblesi ve Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) miraca yükseldiği yerdir. Dolayısıyla, Filistin topraklarının savunulması, sadece siyasi bir mesele değil, aynı zamanda dini bir sorumluluktur. Müslümanlar için Kudüs ve Mescid-i Aksa'nın özgürlüğü, İslam’ın kutsal değerlerinin korunması anlamına gelmektedir.
3. Müslümanların Filistin’e Karşı Sorumluluğu
İslam dünyası, Filistin halkına karşı hem dini hem de insani sorumluluklar taşımaktadır. Müslümanlar, zulüm altında ezilen Filistinlilere yardım etmeli, onları desteklemeli ve Filistin davasını uluslararası platformlarda savunmalıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Müslümanların bir bedenin organları gibi olduğunu ve bir kısmı acı çektiğinde diğerlerinin de bu acıyı hissetmesi gerektiğini buyurmuştur. Bu anlayışla, Filistin halkının yaşadığı zulüm ve acılar, tüm Müslümanların ortak sorumluluğudur.
Müslümanlar, hem bireysel hem de toplumsal olarak Filistin davasına sahip çıkmalı, bu konuda siyasi, ekonomik ve insani yardımlarını esirgememelidir. Aynı zamanda, Filistin’in özgürlüğü ve bağımsızlığı için uluslararası toplumda seslerini duyurmalı ve Filistin halkının haklarını savunmalıdır.
Sonuç
Filistin direnişi, sadece siyasi bir mücadele değil, aynı zamanda derin bir inanç, sabır ve adalet mücadelesidir. İsrail'in işlediği suçlar, Filistin halkının direnişini engellemeye çalışsa da, Filistinlilerin iman gücü ve kararlılığı bu baskılara karşı her daim güçlü kalmalarını sağlamıştır. İslam, zulme karşı direnmeyi ve adaletin tesis edilmesini öğütlerken, Müslümanların Filistin halkına olan sorumluluğunu da hatırlatır. Filistin davası, sadece Filistinlilerin değil, tüm İslam dünyasının ortak davasıdır.
Filistin halkının yaşadığı zulmün sona ermesi ve adaletin sağlanması, ancak İslam dünyasının birlik ve dayanışma içinde hareket etmesiyle mümkün olacaktır.
Kaynak: İKNA