Yayınlama Tarihi: 21 Ocak 2025 - 09:54

Kaos, "Biliyor musun, ben deliyim" ifadesini diplomasi masasında pazarlık gücünü artırmak için kullanan ve deyim yerindeyse her şeyi sil baştan yapmak üzere gelen bir adamın yönetiminin ilk işareti.

"Ukrayna Savaşı'nın sona ermesi", "Ortadoğu’daki kaosun önlenmesi" ve "Üçüncü Dünya Savaşı’nın engellenmesi" – bunlar, ABD’nin yeni seçilen başkanı Donald Trump'ın, yemin töreni öncesinde kendisini kutlamak için toplanan destekçilerine verdiği vaatlerdi.

Ancak Trump'ın Beyaz Saray'a girişinde yapacaklarını, Time dergisinin kapağındaki fotoğraf kadar net bir şekilde anlatan bir görüntü ya da hikaye belki de yoktur.

Havada savrulan kırmızı bir kravat ve bir elin önceki başkanın masasındaki dosyaları itmesi – bu, Beyaz Saray'da kopması beklenen fırtınanın ve sadece Demokrat Joe Biden'ın yürütme emirlerini ortadan kaldırmakla kalmayıp, siyaset dünyasındaki birçok gelenek ve alışkanlığı da sorgulatacak bir dönemin sembolü.

Bu görüntü, istemsiz bir şekilde, kaos anlamına gelen "Çin dükkanındaki fil" atasözünü hatırlatıyor; ancak bu sefer o fil, Beyaz Saray'ın Oval Ofisi'nde.

Kısacası, Trump, her şeyi sil baştan yapmak için geldi ve bu işe tam da evinden, yani Amerika’dan başlıyor; geniş çaplı yasa dışı göçmenleri "suçlu oldukları" ve "Amerikalı işçilerin işlerini çaldıkları" suçlamasıyla sınır dışı ederek.

Fakat hikaye bununla bitmiyor. Trump, yasa dışı göçmenlerin çocuklarından vatandaşlık hakkını alarak Amerikan vatandaşlığına giden yolu da zorlaştırmak istiyor.

Trump’ın Amerika’yı Yeniden Büyük Yapma Stratejisi: Aşırı Milliyetçilik

"Aşırı milliyetçilik", Trump'ın "Amerika'yı yeniden büyük yapalım" sloganını gerçekleştirme yolunda başvurduğu stratejinin bir parçası, hatta tamamı olabilir. Ancak bu strateji, en azından Katolik Kilisesi lideri tarafından şiddetle eleştiriliyor.

1.4 milyar kişilik bir topluluğun ruhani lideri olan Papa Francis – aralarında Joe Biden’ın da bulunduğu bir isim – 2017 yılında Trump hakkında "O bir Hristiyan değil" diyerek açıkça eleştiride bulunmuştu.

Şimdi ise, ikinci dönemine başladığı "ilk dakikalardan itibaren" Amerika'yı Amerikalı olmayanlardan arındırma niyetinde olan Trump'a seslenerek, "Bu, sorunları çözmenin doğru yolu değil" ve "Bu, ödenmemiş faturaların, elinde hiçbir şeyi olmayan göçmenlerden alınması gibi bir şey" diye uyarıda bulundu.

Ancak Katolik Kilisesi liderinin, tıpkı eski Almanya Başbakanı Angela Merkel gibi açık kapı politikalarına bağlı kalan bu görüşünün, bugün kendi ülkesi İtalya'da bile kabul görmesi pek olası değil. Çünkü günümüzde Avrupa'da, Trump'ın yanında yer almak için fotoğraf çektirmek uğruna yarışan, aşırı sağ politikalar uygulayan Giorgia Meloni gibi liderlerin hüküm sürdüğü bir dönem yaşanıyor.

Ancak göç krizine çözüm bulmak, Cumhuriyetçi liderin Beyaz Saray'daki kaptanlık döneminde Amerikan halkını sürükleyeceği devasa fırtınanın yalnızca bir parçası.

Zafer kutlamaları sırasında yaptığı konuşmada, Trump, Gazze'deki ateşkese atıfta bulunarak, "Bu, Orta Doğu'da kalıcı barışa giden ilk adım" iddiasında bulundu.

Yanıltıcı ve Tehlikeli Söylemler: "İlk Adım" ve "Kalıcı Barış"

"İlk adım" ve "kalıcı barış" ifadeleri hem yanıltıcı hem de son derece riskli kavramlar. Bu sözde kalıcı barış, Arapların İsrail ile müzakere masasına oturmasından mı geçiyor?

Eğer öyleyse, bu süreçle ilgili sayısız soru arasında, iki kritik sorunun yanıtı belirleyici olacaktır:

1. Araplar, uluslararası kurumlar tarafından savaş suçu işlemekle suçlanan İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ile nasıl aynı masaya oturabilir?

Elbette Amerika Birleşik Devletleri, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni tanımıyor. Ancak Arap ülkeleri, en azından İslam adına, normalleşme sürecini Netanyahu dışında biriyle yürütmek zorunda. Bu durum, Trump'ın ikinci döneminde Netanyahu’nun siyasi bir "kullanılmış kart" olabileceğini gösteriyor.

2. İran ve Direniş Ekseni normalleşmeyi kabul etmiyor. Trump'ın bu engeli aşmak için planı nedir?

Bu bağlamda, Trump'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz'ın bugün CBS News'e verdiği röportajda, Beyaz Saray'ın İran'ın nükleer tesislerine saldırıyı destekleyip desteklemeyeceğiyle ilgili soruya verdiği yanıt dikkat çekici: Waltz, "İran zayıf bir pozisyonda ve şu anda o kilit kararları alma zamanı. Gelecek ay bu kararları alacağız" iddiasında bulundu.

Tehdit mi, Yoksa Strateji? Trump'ın Yeni Yönetim Tarzı

Bu tehdit, içi boş bile olsa, yeni Amerikan yönetiminin kapsamlı bir baskı politikasına dayandığının göstergesi. Ne ironiktir ki bu durum, diplomasi adına yeşil ışık yakmakla çelişmiyor.

Dünya genelinde pek çok kişi için durum böyle; Çin ve Rusya gibi ülkeler de bu denklemde yer alıyor. Ancak Trump, her iki ülkeyi de baskı ve diplomasi ikilemine uygun bir şekilde konumlandırıyor.

Örneğin, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'i aramak ve Ukrayna savaşını bir an önce sona erdirmek için ne kadar istekliyse, Moskova'nın dondurulmuş varlıklarını kullanarak Kiev'e tazminat ödemekten de o kadar çekinmiyor.

Öte yandan Trump, Ukrayna savaşını sona erdirip Ortadoğu'yu sakin tutmak istiyor ki Washington’un asıl uzun vadeli kaygısı olan Pekin'i dizginleme planlarına rahatça odaklanabilsin.

Ancak buna rağmen, Çin'e yapacağı bir ziyareti, görevdeki ilk 100 gününün öncelikleri arasında tanımlamış durumda. Çünkü Çin yemeği eşliğinde müzakere masasındaki bir düelloyu, savaş alanındaki yıpratıcı bir mücadeleye tercih ediyor.

Beyaz Saray'ın Cumhuriyetçi lideri, her şeyden önce bir iş adamı – bir iş adamı ki Beyaz Saray'daki ilk gününde bir diktatör gibi kararlar almayı planlıyor. Bu kararlar, "Önce Amerika" sloganı etrafında şekilleniyor ve henüz resmi olarak duyurulmadan önce Time dergisinin kapağında yer almayı başardı.