İran’ın Moskova Büyükelçisi Kazım Celali, Mehr Haber Ajansı'na verdiği röportajda İran-Rusya Kapsamlı Stratejik Ortaklık Anlaşması'nı değerlendirdi.

İran Cumhurbaşkanı Mesut Pezeşkiyan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin geçtiğimiz ayda Moskova'da düzenlenen törende Kapsamlı Stratejik Ortaklık Anlaşması'na imza attı.

17 Ocak'ta imzalanan 47 maddelik Kapsamlı Stratejik Ortaklık Anlaşması ile İran ve Rusya güvenlik konusuna yoğun bir şekilde odaklanırken taraflar genel olarak 'karşılıklı çıkarların söz konusu olduğu tüm alanlarda ilişkileri derinleştirmeye ve genişletmeye çalışmak, güvenlik ve savunma alanlarında işbirliğini güçlendirmek, bölgesel ve küresel düzeydeki faaliyetlerin yakın koordinasyonunu sağlamak' konusunda mutabık kaldı.

Anlaşmaya göre, 'taraflardan biri saldırıya maruz kalırsa, diğeri saldırgana saldırganlığın devamına katkıda bulunacak herhangi bir askeri ya da başka bir yardım sağlamayacak' ve çatışmayı BM Şartı temelinde diplomasi yoluyla çözmeye çalışacak.

Bu bağlamda Mehr Haber Ajansı, İran’ın Moskova Büyükelçisi Kazım Celali ile bir röportaj gerçekleştirdi.

İşte röportajın tam metni:

İran ile Rusya arasındaki kapsamlı anlaşmanın önemi ve bu iki ülkenin bölge ve dünyadaki rolü göz önüne alındığında, tüm maddelerin yerine getirilmesini bekleyebilir miyiz?

Bu önemli anlaşma en azından önümüzdeki yirmi yıl boyunca iki ülkenin ilişkilerini şekillendirmektedir. Günümüzde hızla gelişen ve ülkeler arasındaki etkileşimi kolaylaştıran yasal temelleri mümkün olduğunca geniş ve kapsamlı hale getirmeliyiz. Söz konusu anlaşma ilişkilerin tüm yönlerini kapsayacak kapasiteye sahiptir.
Bu anlaşma aslında iki ülkenin siyasi iradesine dayalı ilişkileri ilerletmek için bir yol haritası ve itici güçtür. Bu nedenle iki ülke uzmanları anlaşma doğrultusunda yeni işbirliği kapasitelerin tanımlanması ve özellikle ekonomi, ticaret, enerji, para ve bankacılık ve yatırım alanlarına ilişkin tedbirlerin alınması için harekete geçmelidir.

İran-Rusya Kapsamlı Stratejik Ortaklık Anlaşması'nın özellikle Avrasya Ekonomik Birliği, Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ve BRICS gibi diğer kurumlarla bağlantısı, İran-Rusya ilişkilerinin çağdaş tarihinde iki ülke için benzeri görülmemiş bir fırsat sağlamıştır.

Bölge ve dünyada yaşanan krizlere rağmen, İran ve Rusya, anlaşmanın hükümleri temelinde ilişkileri ilerletme gücüne kapasitesine sahiptir. Ayrıca, ortaklık anlaşmasının özellikle Avrasya Ekonomik Birliği, Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ve BRICS gibi diğer kurumlarla bağlantısı, İran-Rusya ilişkilerinin çağdaş tarihinde iki ülke için benzeri görülmemiş bir fırsat sağlamıştır. Bu fırsatı her iki ülke halkının refahını ve güvenliğini sağlamak için kullanmak görevimizdir.

Bildiğiniz üzere İran ve Rusya ilişkilerini kurumsallığa doğru taşıdılar. Bu konuda Avrasya Ekonomik Birliği, Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ve BRICS gibi kurumları örnek gösterebiliriz. Sizce yeni anlaşmanın ikili ticari ilişkilerin itici gücü olarak değerlendirilmesi mümkün mü ve yaptırmları işlevsiz kılabillir mi?

İran ve Rusya'nın bölgesel ve uluslararası mekanizmalardaki işbirliği, ticaret ve ekonomik ilişkilerini artırma çabalarının ötesine geçiyor. Dünya, ABD'nin tek taraflılığının esiri haline geldi ve bu ülke, Batı tarafından kurulan ve yönetilen Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu gibi yasal kurumları kötüye kullanarak hakimiyetini ve tek taraflılığını sürdürmeye çalışıyor. ABD, Batı’ya uymayan bağımsız ülkelere karşı yaptırım kartını kullanıyor.

Bu arada, dünyanın birçok bağımsız ülkesi bu süreci adaletsiz ve mevcut küresel durumla uyumsuz olarak değerlendirmekte ve uluslararası sistemde çok taraflılığı sağlamaya çalışmaktadır. Aslında BRICS grubu ve Şanghay İşbirliği Örgütü, tek taraflılıktan uzaklaşarak çok taraflılığın yerleşmesi için bir zemin ve yol sunmakta ve doğal olarak Avrasya Ekonomik Birliği gibi kurumlar da bu sürecin hızlanmasında önemli bir rol oynamaktadır.

Bu bakış açısıyla söz konusu kurumların nihai hedefi, küresel ilişkilerde köklü değişiklikler yaratmaktır. Dolayısıyla, İran ve Rusya’nın bu örgütler içindeki iş birliği yalnızca iki ülke arasındaki ekonomik ve ticari ilişkilerin gelişmesine ve ABD yaptırımlarının etkisiz hale getirilmesine yol açmayacak, aynı zamanda  Pezeşkiyan’ın son Moskova ziyaretinde belirttiği gibi, Tahran, Moskova ve Pekin işbirliği içinde ABD’ye yaptırım uygulayabilecek konuma gelecektir.

Siyasi açıdan bakıldığında, bu anlaşmanın özellikle Trump’ın yeniden iktidara gelmesi bağlamında Batı’ya verilmiş bir mesaj olduğu ve İran ile Rusya arasındaki artan işbirliğini ortaya koyduğu söylenebilir. Peki, böylesine uzun vadeli ve kapsamlı bir işbirliği Batı merkezli tek taraflı düzene karşı bir duruş olarak anlaşılabilir mi?

Bu önemli soruya iki siyasi perspektiften yanıt verilebilir. İlk olarak, yapısal realizm açısından bakıldığında, mevcut küresel düzenin ABD merkezli Batı modeliyle birlikte çökmekte olduğu görülmektedir. 2024 yılındaki stratejik küresel gelişmeler açıkça göstermektedir ki küresel sistem, tek kutuplu bir düzenden çok kutuplu bir sisteme geçiş sürecine girmiştir.

Dünya genelinde önemli bölgelerde artan büyük çatışmalar, ekonomik savaşlar ve buna bağlı olarak devletlere ve halklara baskı uygulamak için yasa dışı bir araç olarak benimsenen yaptırımlar, Gazze ve Lübnan’da insanlığa karşı işlenen suçlar ve soykırım, Suriye’deki mülteci ve göçmen krizi, çevresel sorunlar, ekonomi, sağlık, enerji ve gıda güvenliği alanlarındaki küresel istikrarsızlık, Amerikan modeli küreselleşmenin sonunu getirmiştir.

Şüphesiz, ekonomik ve jeoekonomik temellere dayalı olarak başlayan bu tarihi güç kayması, küresel düzenin geleceği açısından geniş kapsamlı siyasi ve güvenlik sonuçlarına yol açacaktır.

Bu yeni düzende ABD, Çin, Rusya ve Hindistan büyük güçler olarak, İran, Türkiye, Güney Afrika ve Brezilya gibi ülkeler ise bölgesel aktörler olarak küresel ilişkileri şekillendirmeye devam edecektir. Daha küçük devletler ve devlet dışı aktörler de sınırları yeniden çizmeye veya gelişmeleri etkilemeye yönelik fırsatlar elde edebilecektir.

Böyle bir ortamda, NATO, Dünya Ticaret Örgütü, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası gibi Batı merkezli çok taraflı kurumlar varlıklarını sürdürse de etkinliklerini büyük ölçüde kaybedeceklerdir. Buna karşılık, Şanghay İşbirliği Örgütü, BRICS ve Avrasya Ekonomik Birliği gibi yeni bölgesel ve uluslararası yapılar, Batı sonrası normlarla hareket eden bağımsız ve yükselen aktörler ile Küresel Güney ülkeleri için alternatif bir model olarak ön plana çıkacaktır. Bu yapısal realist bakış açısıyla, ABD ve Batı merkezli tek kutuplu düzenin ciddi bir meydan okumayla karşı karşıya olduğu ve büyük bir kırılma yaşadığı sonucuna varmak mümkündür. Bu bağlamda, jeopolitik dönüşümlerin hızla gerçekleştiği bir dünyada, başarılı olacak aktörler işbirliklerini kurumsallaştırabilen ve olası tehditlere karşı kendilerini koruyabilen aktörler olacaktır. Bu kurumsallaşma yalnızca ekonomik, siyasi ve savunma anlaşmalarını değil, aynı zamanda kültürel, çevresel, bilimsel ve teknolojik alanları da kapsamalıdır.

Bu durumda, İran ile Rusya arasındaki gelecekteki işbirlikleri için uzun vadeli ve kapsamlı bir yasal çerçevenin oluşturulması ve uygulanması amacıyla "Kapsamlı Stratejik Ortaklık Anlaşması"nın hayata geçirilmesi, her iki ülkenin yönetici elitlerinin, küresel düzenin karmaşık ve değişken koşullarına derin bir anlayışla yaklaşmalarını göstermektedir.

İkinci olarak, büyük güçler arasındaki stratejik rekabet bağlamında ve mevcut durumda, uluslararası ilişkilerde güç dağılımı yapısının nasıl şekillendiği sorusu önemli bir analiz konusu olmaktadır. Uluslararası politika analistleri, ABD, Çin ve Rusya arasındaki stratejik rekabetin, günümüz ve gelecekteki uluslararası düzen üzerindeki etkileri ve sonuçları açısından en önemli zorluklardan biri olduğunu belirtmişlerdir. Çünkü bu rekabetin doğası bir yandan, karşıt kimlik ve modellere sahip iki görüşün ciddi bir çatışmasını içeriyor, diğer yandan ise üç ülke arasındaki çok sayıda ayrılıkçı mesele, potansiyel olarak uluslararası büyük süreçleri etkileyebilir.  

İçinde bulunduğumuz dönemde ABD için en önemli zorluk ve tehdit, dış ortamda İran, Rusya ve Çin arasındaki yakınlaşma ve birlik düzeyinin artırılması olacaktır. ABD’li elitlere göre, Tahran, Moskova ve Pekin, orta vadede ekonomik, diplomatik, askeri ve teknolojik güçlerini, Batılı dünya düzenine karşı sürekli bir meydan okuma oluşturacak şekilde birleştirebilir ve bunun sonucunda, yeni düzenin yapısının Batı sonrası, çok kutuplu ve adil bir şekilde değişmesine neden olabilirler.

Sonuç olarak, Tahran ve Moskova arasındaki ilişkilerin daha da genişlemesi ve bununla birlikte yeni bölgesel blokların oluşumu, özellikle Çin ve Hindistan gibi yeni yükselen Asya güçlerinin katılımıyla, küresel ölçekte çok taraflılık süreçlerinin güçlenmesi ve pekişmesi anlamına gelecektir. Bu durum, yeni ABD yönetiminin çıkarlarıyla doğrudan ve anlamlı bir çelişki içindedir.

Rusya'nın ilişkilerinin ve Trump dönemi ABD’nin geleceğini ve bunun Moskova-Tahran ilişkilerine etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

ABD ve Batı, kendi iradeleri dışında, Batı dışı yapılar ve düzenlemelerin şekillendiğini ve her geçen gün güçlendiğini görmekte. Doğal olarak, ABD dış politikasının hedeflerinden biri, kendilerinin merkezinde olmadığı ya da kontrol edemedikleri herhangi bir siyasi, ekonomik veya güvenlik düzenlemesinin oluşumunu engellemektir.  
Şu anda Batı dışı dünya, kendini yeniden bulmuş durumda ve ulaşılan organizasyonlar ve anlaşmalar bu dünyayı güçlendiriyor. İran ve Rusya bu yeni ortamın bir parçası ve yeni oluşan alanda yakınlaşma yaratmak için tüm çabalarını gösterdiler. Ülkelerin BRICS ve Şanghay İşbirliği Örgütü'ne katılma istekliliği de bu bağlamda anlaşılabilir bir durumdur. İran ve Rusya bu alandaki önemli aktörlerdir ve bu geri dönüşü olmayan bir süreçtir.