Arjantinli düşünür, Trump’ın Çin’in Latin Amerika’daki etkisini sınırlama çabasına atıfta bulunarak, Javier Milei’nin politikalarının Washington’un jeostratejik çıkarlarına hizmet ettiğini ve Trump’ın seçimlere doğrudan müdahale ettiğini vurguladı.

Uzun süren çekişmelerin ardından, Arjantin’de 26 Ekim 2025’te yapılan ara parlamento seçimleri, ülkenin Cumhurbaşkanı Javier Milei için en önemli siyasi sınavlardan birine dönüştü. Milei’nin kemer sıkma ve aşırı sağcı ekonomik politikalarına rağmen bu seçimleri kazanması, birçok kişiyi şaşırttı.

Analistler, bu sonucun birçok faktörün birleşimiyle ortaya çıktığını düşünüyor: düşük seçmen katılımı, muhalefet partilerinin gerçek bir alternatif sunamaması ve parti içi bölünmeler bu süreçte belirleyici oldu. Ayrıca, özellikle Trump döneminde ABD’nin doğrudan müdahaleleri ve Milei’ye sağlanan mali destek, seçim sonuçlarını etkilemek amacıyla kullanılan bir araç olarak süreci daha da karmaşık hale getirdi.

Bu seçimler aynı zamanda Washington’un Latin Amerika’daki yeni politikasının bir testi olarak görülüyor. Trump, Milei’ye açık desteğini bölgedeki Çin etkisine karşı koymanın bir yolu olarak duyurmuştu. Dolayısıyla Milei’nin zaferi sadece Arjantin’in iç politikasıyla sınırlı kalmayıp, bölgesel ve uluslararası ilişkiler üzerinde de derin etkiler yaratacaktır. Bu bağlamda, Arjantin yeni bir “Soğuk Savaş” sahnesinde ciddi jeopolitik zorluklarla karşı karşıya kalacaktır.

Mehr Haber Ajansı, Arjantin Buenos Aires Üniversitesi Gazetecilik ve İletişim Fakültesi profesörü olan düşünür Fernando Sticchi ile yaptığı röportajda, Arjantin seçim sürecini, ABD’nin bu süreçteki rolünü ve Brezilya modeliyle benzerliklerini değerlendirdi:

Son yıllardaki Arjantin gelişmelerine ve medya analizlerine baktığımızda, Javier Milei’nin partisinin parlamento seçimlerindeki zaferi beklenmedik ve hatta şaşırtıcıydı. Çünkü Milei’nin sağcı politikaları ile ülkedeki işsizlik ve enflasyon oranları göz önüne alındığında, halkın ondan uzaklaşması bekleniyordu. Sizce Milei’nin zaferi nasıl açıklanabilir? Hangi toplumsal, siyasi veya psikolojik etkenler bu sonuçta rol oynadı?

“Bu sonuçları anlamak için önce seçmen katılımının çok düşük olmasına dikkat etmek gerekir. Katılım oranı son derece düşük olduğu için rakamlar gerçeği tam yansıtmıyor. 1983’te demokrasinin geri dönüşünden bu yana en düşük katılım seviyesini görüyoruz: yüzde 68’in altında, 2023’e göre 10 puan daha az. Yani yaklaşık 12 milyon seçmen sandığa gitmemeyi tercih etti.

Bir diğer önemli nokta, önceki seçimlerde oy kullanan Peronist seçmenlerin (milliyetçilik ile sosyalizmin karışımı bir akım) büyük bir kısmının bu kez sandığa gitmemesidir. Bu kişiler, geçtiğimiz Eylül ayında Buenos Aires eyaletinde Peronistlerin yüzde 14 farkla kazandığı sonuçlara bakarak zaferin garanti olduğunu düşündüler. Bu rakibi küçümseme tutumu belirleyici bir faktör oldu.

Bir başka kilit etken, muhalefetin Trump ve Milei’nin ‘yenilirsek kaos olur’ tehditlerine karşı gerçek bir alternatif sunamamasıydı. Ne alternatif bir ekonomik plan vardı, ne de ABD Hazine Bakanlığı’nın koşullu kurtarma planına karşı bir “B planı”. Muhalefet kampanyası zayıftı; yeni yüzler, etkili liderler yoktu.

Ayrıca, Peronist muhalefet içindeki derin bölünmelerden de bahsetmeliyiz. Liderlik zayıflamış durumda ve farklı fraksiyonlar arasında ciddi çatışmalar yaşanıyor. Bugün siyasi sistem ile halkın algısı arasında büyük bir kopukluk var.

Ben bu süreci güçlü bir “bilişsel savaş” operasyonu olarak değerlendiriyorum. Özellikle genç seçmenlere odaklanan bu operasyon, Milei’ye oy veren kesimi şekillendirdi. Dijital medya ve sosyal ağlar aracılığıyla yürütülen bu psikolojik ve iletişimsel boyut, seçim sonucunda belirleyici bir rol oynadı. Bu yöntemler, çağdaş hibrit savaşın özelliklerini taşıyor: anlatılar ve algılar üzerindeki mücadele, artık somut yönetim kadar önemli hale geldi.”

Arjantin’in en önemli sorunlarından biri ekonomik krizdir. Trump yönetimi, aylar öncesinden başlattığı döviz takası (swap) programlarıyla Arjantin piyasalarına büyük miktarda likidite akışı sağlamaya çalıştı. Hatta Trump, seçim kampanyası sırasında açıkça ABD’nin Arjantin’e mali desteğinin Milei ve partisinin seçim zaferine bağlı olduğunu ilan etti. Siz Trump’ın Arjantin seçim kampanyasındaki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Trump’la yapılan anlaşmalar tamamen koşullu ve Arjantin’in iç işlerine doğrudan müdahalenin açık bir göstergesidir. Hiç şüphe yok ki Trump, Arjantin’de tıpkı 27. ABD Başkanı William Taft dönemindeki “Dolar diplomasisi”ni yeniden canlandırdı. Aynı zamanda, Theodore Roosevelt’in “Büyük sopa (big stick)” politikasını Karayipler ve Pasifik’te nasıl kullandıysa, Trump da aynı anlayışla hareket ediyor. Yani burada Monroe Doktrini’nin yeniden dirilişi ve yeni-sömürgecilik söz konusudur.

ABD Hazine Bakanlığı’nın yardımı, aslında ABD iç siyasetinde bile ciddi dirençle karşılaşıyor ve bu yardım swap işlemleri yoluyla yapılıyor. Şu ana kadar vaat edilen 20 milyar doların sadece 2 milyar doları gerçekten devreye sokuldu. Bu destek insani ya da karşılıksız bir yardım değil; ABD’nin büyük finans gruplarının spekülatif kazançlarını garanti altına almak için tasarlanmış bir sistemdir.

Burada söz konusu olan, Citron ve Stanley Druckenmiller gibi yatırım fonları ile J.P. Morgan’ın doğrudan müdahaleleridir. J.P. Morgan, yatırımcı müşterilerine danışmanlık yapıyor, Arjantin tahvil ve döviz piyasasına doğrudan müdahale ediyor ve onların yatırımlarını güvenceye alıyor. J.P. Morgan Arjantin tahvillerini “iyilik olsun diye” almıyor; aslında Arjantin’in kendisini satın alıyor ve ülkenin ulusal ekonomisinde stratejik bir konum elde ediyor.

ABD Merkez Bankası’nın (Federal Reserve) Arjantin döviz piyasasına müdahalesi tamamen keyfî biçimde yürütülüyor; kurlar manipüle ediliyor ve finansal spekülasyon için uygun koşullar yaratılıyor. Bu, yoğunlaşmış sermayenin istikrarsız piyasalarda risksiz şekilde hareket edebilmesi için gerekli teminattır.

Trump sadece ABD’nin mali yardımını Milei’nin seçim zaferine bağlamakla kalmadı — ki bu açık bir şekilde uluslararası hukukun temel ilkelerinin ihlalidir — aynı zamanda bu sonucu garanti altına almak için tam kapsamlı bir siyasi ve medya operasyonu düzenledi. Buna Beyaz Saray’daki toplantılar, kamuoyu önünde yapılan destek açıklamaları ve hatta açık bir tehdit de dahildi: “Eğer o seçimi kaybederse, Arjantin’e karşı cömert olmayacağız.”

Bugün örtüsüz bir yeni-sömürgecilik biçimiyle karşı karşıyayız; ulusal egemenlik, kısa vadeli likidite karşılığında takas ediliyor ve yabancı bir güç, kendi jeopolitik ve ekonomik çıkarlarına uygun olan seçim sonucunu açıkça belirliyor.

Bazı uzmanlar, Trump’ın Çin’in Latin Amerika’daki nüfuzunu sınırlamak amacıyla Arjantin siyasetinde ABD’ye yakın bir lideri desteklediğini söylüyor. Sizce Trump’ın Milei’ye verdiği desteğin motivasyonu neydi?

Tamamen açıktır ki ABD’nin stratejik hedefi, Çin’in bölgemizdeki artan varlığını sınırlamaktır. Eylül 2025 itibarıyla Çin, Arjantin’in ikinci büyük ticaret ortağı haline gelmiş ve hatta Brezilya’yı geçmiş durumda. Bu durum olağanüstü jeopolitik bir öneme sahiptir ve Washington’da derin bir endişe yaratmıştır.

Arjantin ve Çin arasındaki ticaret işbirliği oldukça önemli seviyelere ulaşmıştır ve kısa vadede iki ülke arasındaki yeniden revize edilmesi zordur.
Washington yönetimi, iletişim, uranyum, lityum, nadir toprak elementleri, liman ve ulaşım altyapısı gibi stratejik ve hayati önem taşıyan sektörleri ABD firmaları için korumayı amaçlıyor.

Bu sektörler, Amerika için ulusal güvenlik ve Çin nüfuzunun genişlemesine karşı teknolojik üstünlüğünü sürdürme açısından önemlidir. Bu rekabet yalnızca ticari değil, aynı zamanda jeopolitik ve teknolojik niteliktedir. Washington, özellikle Çin'in dünya çapında yaygınlaştırdığı "Kuşak ve Yol Girişimi" ile altyapı yatırımlarını etkisiz hale getirmeye çalışmaktadır.

ABD'nin bu çabası sadece Latin Amerika'ya özgü değildir; ABD’nin emperyalist bir güç olarak gerilediği ve çok kutupluluğun yükselişe geçtiği bir ortamda Çin'i kontrol altına almak ve ABD hegemonyasını yeniden tesis etmek için uygulanan küresel bir stratejinin parçasıdır. Arjantin, enerji dönüşümü için lityum, nükleer endüstri için uranyum ve ileri teknoloji için nadir toprak elementleri gibi stratejik doğal kaynaklarıyla bu yeni Soğuk Savaş'ta çekişmeli bir arena haline gelmiştir. Bu stratejide öncü bir rol oynayan Milei yönetiminin Trump ile açık ittifakı, CPAC gibi küresel aşırı sağ forumlara katılımı ve Çin karşıtı söylemi, Washington'ın jeoekonomik ve jeostratejik çıkarlarına hizmet etmektedir.

Arjantin ve Brezilya seçimleri son zamanlarda medya çevrelerinde karşılaştırılıyor. Lütfen Arjantin ve Brezilya'daki farklı psikolojik ve ekonomik kökenlerin, bu iki ülkedeki son seçimlerdeki oy verme modellerini nasıl etkilediğini ve bunun her iki ülkenin siyasi ve ekonomik geleceği için ne gibi sonuçları olacağını açıklayabilir misiniz?

Arjantin ve Brezilya arasında basit bir karşılaştırmanın mümkün olmadığına inanıyorum, çünkü iki ülke üretim imkanları ve bölgesel ve küresel jeopolitik açısından temelden farklı. Brezilya, köklü bir bölgesel güç; BRICS grubunun kurucu üyesi, çeşitlendirilmiş bir ekonomiye ve dünyanın en büyük onuncu ekonomisine sahip ve çok kutupluluğun inşasında öncü bir rol oynuyor. Buna karşılık, Arjantin uluslararası arenada giderek artan bir marjinalleşme süreci içindedir. Uluslararası konumunun zayıflaması, üretim kapasitelerinin çökmesi, artan sanayisizleşme ve şimdi de Washington-Miami eksenine açıkça bağımlı hale gelmesi, ülkeyi bambaşka bir duruma sokmuştur.

Ancak, bu iki ülkenin seçim süreçleri arasında bir bağlantı olduğu inkâr edilemez. Rio de Janeiro'daki şiddet olayları, özellikle de 28 Ekim'de 2.500 polis memurunun katıldığı ve 130'dan fazla kişinin ölümüne yol açan büyük çaplı polis operasyonu, yalnızca ara sıra patlak veren bir devlet şiddeti değil, aynı zamanda bir "kombine savaş" stratejisinin parçasıdır.

Bu olay, Arjantin seçimlerinin sonuçlarıyla birlikte, 2026 Brezilya cumhurbaşkanlığı seçimlerini etkilemek üzere tasarlanmış daha geniş kapsamlı bir projenin parçasıdır. Lula'nın, 2022 seçimlerine katılmak için, São Paulo'lu muhafazakâr bir politikacı ve İşçi Partisi'nin geleneksel rakibi Geraldo Alckmin ile birlikte karmaşık bir koalisyon kurmak zorunda kaldığı unutulmamalıdır. Bu kırılgan koalisyon, Amerikan elitinin bir kısmı tarafından desteklenen aşırı sağcı Bolsonaro’nun işine yaramıştır.

Trump'ın Brezilya'ya yönelik stratejisi, gümrük vergileri tehditlerini, Moraes gibi yargıçlara yönelik yaptırımları, Brezilya silahlı kuvvetlerine baskıyı ve Bolsonaro hareketinin iktidara geri dönmesi için açık desteği içeriyor. Bu, pratikte de aynı kombine savaştır.

Fakat Brezilya ekonomik ağırlığı, BRICS'teki rolü, Çin ile stratejik ittifakı ve kurumsal dayanıklılığı nedeniyle hâlâ manevra yapabilecek durumda; Arjantin ise bu olasılığı neredeyse tamamen kaybetmiş durumda. Ancak nihai hedef aynı: Her iki ülkenin de emperyalist mantık çerçevesinde tabi kılınması, bölgesel entegrasyon süreçlerinin çökmesi ve ABD'nin stratejik kaynaklar ve pazarlar üzerindeki kontrolünün garanti altına alınması.

Javier Milei’nin parlamento seçimlerindeki zaferinin bölgesel ve hatta küresel açıdan sonuçları ne olacak?

Bölgesel düzeyde, bunun Venezuela'ya karşı Karayipler'de "sert sopa" politikası uygulayan ve aynı zamanda ABD’ye boyun eğen Milei’yi ödüllendiren Trump için açık bir avantaj olduğuna inanıyorum. Bu durum tüm bölge için derin bir ders niteliğinde çünkü açık bir mesaj veriyor: Teslim olan yardım alacak; Direnen cezalanacak.

Bu mesele, ABD’nin bizim kıtamızın farklı bölgelerinde eşzamanlı olarak yürüttüğü operasyonlar çerçevesinde değerlendirilmelidir:
-Bolivya’da yıllardır süren halk karşıtı kombine savaş, ekonomik istikrarsızlaştırma, medya manipülasyonu ve siyasi şiddetin birleşimiyle yürütülüyor ve nihayetinde sağ kanadın seçim zaferiyle sonuçlandı. Bu süreç, Evo Morales tarafından başlatılan dönüşüm hareketini tersine çevirdi.

Peru ve Ekvador’daki yapısal istikrarsızlıkta, seçilmiş hükümetler sürekli görevden alma tehditleriyle karşı karşıya kalıyor ve halkçı liderler hedef alınıyor. Bu kurumsal istikrarsızlık, çokuluslu şirketlerin çıkarlarına hizmet ediyor.

Kolombiya’da sağın ilerlemesi açıkça görülüyor; Gustavo Petro hükümeti sürekli tehdit altında ve Trump, onu “uyuşturucu lideri” olarak nitelendirdi. Yaptırımlar uygulanıyor ve askeri yardımı kesme tehdidi gündemde.

Venezuela’ya yönelik sürekli kuşatma, ekonomik abluka, askeri tehditler, darbe girişimleri, istihbarat operasyonları ve sistematik medya savaşıyla birlikte yürütülüyor. Bunlar Washington’a boyun eğmeyi reddeden bir hükümeti devirmek için yapılıyor.

ABD, “arka bahçesi” olarak gördüğü Karayipler bölgesi üzerindeki kontrolünü yeniden sağlamayı amaçlıyor ve uyuşturucu kaçakçılığı ile göçü askeri müdahale ve siyasi baskı için bahane olarak kullanıyor.

Brezilya ile temkinli bir birlikte yaşam söz konusu; Trump baskı yapıyor ama Brezilya’nın ekonomik büyüklüğü ve jeopolitik ağırlığı nedeniyle bu ülkeyle Arjantin’e davrandığı gibi davranamayacağını biliyor. Buradaki strateji, orta vadeli bir yıpratma politikasıdır — 2026 seçimleri için Bolsonaro hareketine destek verilmektedir.

Bu bağlamda, Uruguay ve Şili ülkeleri Arjantin’e dikkatle bakmalıdır; her iki ülke de bu bölgesel stratejinin hedefindedir. Şili’de José Antonio Kast ve benzerleri tam anlamıyla Milei modelini temsil ediyor. Uruguay ise “şüpheli biçimde ilerici” bir yeni hükümete sahip ve şimdi hegemonyaya uyum sağlaması gerektiği yönünde uyarılmış durumda.

Küresel düzeyde, Milei’nin zaferi uluslararası aşırı sağ hareketi güçlendiriyor — yani Trump–Milei–Bolsonaro–Kast–Abascal ekseni, CPAC gibi platformlarda şekilleniyor. Bu, neoliberalizmin aşırı biçimini, siyasi otoriterliği, bilimin ve iklim krizinin inkârını, yoğunlaşmış mali sermaye ve Siyonizm karşısındaki teslimiyeti birleştiren uluslarüstü ideolojik bir blok inşasıdır.