Yayınlama Tarihi: 18 Mayıs 2016 - 13:26

Tahran, 18 Mayıs 2016 – Hanif Abdullah; Ortadoğu Meseleleri Uzmanı – Arabistan’da kral Salman’ın iktidarın başına geçmesini, sadece hanedan içinde iktidar düzeninde birinin bir başkasının yerine geçmesi şeklinde telakki edemeyiz.

MHA- Arabistan’da kral Salman’ın iktidarın başına geçmesini, sadece hanedan içinde iktidar düzeninde birinin bir başkasının yerine geçmesi şeklinde telakki edemeyiz. Bu gelişmeyi Ortadoğu ve Kuzey Afrika gibi kritik bölgeler veya rakip aktörlerle teamül, siyaset ve davranış biçimi olarak Arabistan’da yeni bir dönemin başlangıcı olarak kayda geçirmek gerekir, nitekim Batılıların değerlerdirmelerine göre bu konu, Suudi Arabistan’ın kaderini de ağır bedeller ve yüksek risklerle beraber olan bir muğlaklığa sürüklediği anlaşılıyor.

Bölgesel gelişmelerde sorunların sorumluluğundan kaçma çabaları ve radikal ve istikrarsızlaştırıcı politikaların üzerinde ısrar etmek, gerçi görecede bu krallığın konumunu pekiştirmek için uygulanan politikalar gibi gözükebilir, ama derin bir ızdırap ve kaygı ile beraber olduğu da kesindir.

Prens Türki Faysal bir süre önce Obama’nın Arabistan’ı terörün anası ve insan hakları ve özgürlüğün ihlalcisi nitelemesine gösterdiği tepkide, Arabistan krallığının Amerika ile ittifakında yarım asırlık hizmetlerine işaret ederek, Obama’nın tutumunu insafsızca niteledi. İç arenada da gerçi prenslerin iktidar basamaklarına dizilişi kral Salman ve oğlu prens Muhammed’in lehinedir, ama yaklaşık 43 siyasi ve bürokratik mevkinin el değiştirmesini ve 13 Bakanlık ve kurumun birleştirilmesini, veliaht prens Muhammed bin Naif’i silmek için asla tereddüt bile etmeyecek olan Muhammed bin Salman’ın ihtiyaç duyduğu araç ve gereçleri güvence altına alma yönünde bir nevi ev temizliği nitelemek gerekir.

Öte yandan Amerikalıların prens Muhammed bin Naif’in kralın halefi olmasına yönelik isteklerini kaybettikleri henüz net bilinmiyor, ama Muhammed bin Salman’dan imaj yaratmak ve Muhammed bin Naif’i kumarbaz ve uyuşturucu bağımlısı gibi göstermek, oldukça açık mesajlar taşıyor. Muhammed bin Salman’ın idealist ve gerçekleşmesi imkansız nitelenen iktisadi programı ise Arabistan tarafından milli, bölgesel ve uluslararası bir programı hayata geçirme çabası sayılıyor.

Çok açıktır ki Salman ailesi ve Suud krallığı, krallık düzeninden bağımsız hareket eden Vahabilik tehditleri ile karşılaşmaktan ve Vahabi tarikatının kültürel reformlardan öfke duymaları ve Arabistan’da bir iç savaş dönemini başlatmasından, öyle ki IŞİD ve El-kaide’nin de Arabistan’ın güvenlik kurumlarıyla koordinesiz bir şekilde hareket etmesine sebebiyet vermesinden korku ve panik duyuyor.

Arabistan’ın kral Salman döneminde sorunları sadece iç arenada ve güvenlik, sosyal ve iktisadi boyutlarda bu tür yıkıcı tehlikelerle sınırlı kalmıyor ve bu ülke bölgesel arenada da çeşitli sorunlarla karşı karşıya bulunuyor.

Bugün Irak ve Suriye’de başlatılan tekfirci ve savaş çığırtkanlığı temelindeki projeler sadece sonuçsuz olmakla kalmamış, bilakis, Arabistan’a geri yansıma kapasitesiyle karşı karşıya kalmıştır, ki bu da bu krallığın sorunlarının artması demektir. Yemen’de savaş oldukça kanlı, masraflı ve başarısız bir karne ile karşılaşmış ve Arabistan’ın utancına yol açmıştır.

Riyad hükümdarları, Beyaz Saray Suriye, Irak ve Yemen savaşlarında Arabistan’a daha fazla eşlik ettiği takdirde savaş yıkımları üzerinde zafer kutlaması yapabileceklerini düşünüyor, ama Beyaz Saray’ın farklı öncelikleri bulunuyor. Amerikalılar da Kasım 2016’dan önce kendi diplomasileri için bazı başarıları kayda geçirmeye çalışıyor ve böylece Başkanlık seçimlerini daha fazla güvencelerle geride bırakmak istiyor.

Ancak Arabistan Amerika’nın bu gereksinimini kendisi için ölümcül niteliyor ve Suriye ve Yemen müzakereleriyle ilgili oyunlarda veya Irak’ı kendi saflarına çekme rekabetinde yıkıcı rol ifa ediyor ve bu oyunlara eşlik etmiyor. Bu yüzden veya başka sebeplerden ötürü Arabistan krallığı kendini bölgesel güç bağlamında stratejik bir boşlukta hissediyor ve bunu telafi etmek için İsrail yetkililerinin eteğine sarılarak Amerika’ya Washington’un çıkarlarını temin etme yönünde çeşitli rolleri üstlenebileceğini ve bazen de Amerika’nın içindeki siyonist lobinin potansiyellerinden veya bölgesel gereksinimlerden güç dengelerini sağlama yönünde yararlanabileceğini ispat etmeye çalışıyor.

Bu süreçte İsrail ile dostluk, üzerinde durulması gereken bir noktadır. Suudi Arabistan siyonistlerle gizli ilişkilerini açığa vurmakla bölgenin kritik noktalarında veya İran’a karşı stratejik ve askeri yetersizliğinin İsrail tarafından telafi edilmesini umuyor, fakat İsrail de Suud hanedanına bir malzeme gözüyle bakıyor ve gücünü Suud hanedanı için harcamak ve onların İran ve direniş karşısında koruyucu kalkanı olmak istemiyor.

İsrailliler direniş ve İran’ın stratejik rolünün gelişme kabusundan kurtulmak için Suud hanedanını ve bu hanedanın tekfirci stoklarını kendi güvenliğinin piyade birliği gibi görüyor ve böylece Arap ve İslamî kamuoyu ve bölge ülkelerinin potansiyellerini İsrail yerine farazi ve uydurma bir düşmana doğru saptırmayı amaçlıyor.

Her halükarda bu ittifaktan Arabistan’ın düşündüğü gibi fevkelade bir sonuç elde edilemiyor. Özellikle Arabistan, İsraillilerle ilişki kurma rezaletine ve bedellerine de katlanması gerekiyor. Nitekim Suud hanedanının Mısır, Sudan, Cibuti, Malezya, Pakistan veya Türkiye’ye rüşvet diplomasisinin de etkili ve stratejik potansiyellere dönüşemediği anlaşılıyor.

İhvancı Türkiye de Arabistanlı yetkililerle ilişkileri olumlu karşılaması ve Suriye ve diğer bölgelerde milyarlık bedeller ödemeyi Türkiye ve ekonomisi için gerekli bulmasına karşın, Arabistan için bir malzeme rolünü ifa etmeyi ve ikinci sırada yer almayı kabul etmek istemiyor.

Mısır’da gerçi General Sisi’nin esas sorunu İhvanilerle, ama Arabistan kaynaklı IŞİD ve tekfirci akımın Mısır’ın içine yayılması da Kahire yetkililerini temkinli davranmaya zorladığı, ama buna karşın Arabistan’ın hibe ettiği dolarlara da şiddetle ihtiyaç duyduğunu hissettiği anlaşılıyor, fakat buna karşın Arabistan kralına tebessüm etmekten başka onlarla stratejik işbirliği imkanları bulunmuyor.

Irak ve Suriye’de gerçi tekfirci terör ve El-kaide, bölge haritasını değiştirmek için kendinden büyük kapasiteler sergiledi ve Amerikalıları, İsraillileri ve Batılıları sevindirdi, ama çok çabuk çökmeye ve batmaya başladı ve İran ve direnişin stratejilerine karşı ayakta kalma ve hayatını uzun süre sürdürme imkanını kendilerinde göremedi. Irak ve Suriye’de tekfirci terörün ömrünün sonuna gelmesinin yası ise Amerika, İsrail ve Suud hanedanı için asla tahammül edilebilir değildir, çünkü bu hezimetin jeo politik ve güvenlik temelinde getirileri, Arabistan’ı yok olma ve Amerika’yı da bölgesel hegemonyasını kaybetme şovu ile karşı karşıya getirir.

Dolaysıyla Amerika, Arabistan ve siyonist rejimin Irak ve Suriye’de tüm enerjileri, yeni teröristleri ve teröristlere hayat veren silahları aşalamaya ve onların ömürlerini uzatmaya yönelik harcanmaktadır. Onlar sadece daha geç yenilmeyi ummaktadır ve daha fazla zafer ve taviz onlar için daha çok serap ve kuruntuya benzemektedir.

Irak’ta iktidar’ın istikrara kavuşması, Amerika ve Arabistan için ölümcül bir zehir gibidir ve bu yüzden bu ikili Irak’ta sözde terörle mücadele oyununun yanı sıra, bu ülkede her türlü ayrışmayı, kaosu ve merkezi hükümeti yetersiz gösterme çabasını olumlu karşılıyor. Gerçekte iktidarlı, demokratik ve üniter bir Irak, Suud hanedanının bölgesel güç denklemi ve bekası bağlamında birbirinin tam zıt noktasında duran iki meseledir.

İran, İslam inkılabı zafere kavuştuğu ilk günden itibaren Arabistan için bir kabus ve Amerika için asla inanılmaz ve kabul edilemez bir durumdur ve bu yüzden bunların resmi veya gizli diplomasileri, İran’ı tahrip etme, dizginleme veya baskı altına tutarak kısıtlamaya yönelik olmuştur. Eğer Şeyh Haz’al, Nasır döneminde etnik ve miliyetçi kimliği olduysa ve tüm Arap aşiretleri ve seçkin hanedanlarını ve Arap yarımadasını yönettiyse, Saddam döneminde bunların tümü Baasçı oldu ve onun hizmetine girdi. Şeyh Haz’al’ın ölümü ile beraber bu aşiretler şeceresi, Arabistan tarafından Sünni Arap kimliği ile ortaya çıktı. Arabistan İran içinde yıkıcı rol ifa edebilmek için Kürt ve Buluci kapasitelerine dayanamayacağını, fakat Şeyh Haz’al’ın aşiretler şeceresine dayanarak kendini Arap ve Ehl-i Sünnet aşiretlerin varisi ve kurtarıcısı gösterebileceğini ve petrol dolarları ile İran karşısında anti güvenlik davranışını sürdürebileceğini düşünüyor.

Arabistan Saddam’a İran ile savaş için on milyarlarca dolar hibe ettiğini veya tekfirci teröristleri ile İran’ın bir kaç ülkedeki diplomatik merkezlerine saldırarak, kan akıttığını veya İran’ın Güneydoğu bölgesinde uyuşturucu madde eşkıyalarından istikrarsızlık ve güvensizlik yaratma yolunda yararlandığını gizlemiyor.

Arabistan Amerika’ya faydalı olduğunu ve Amerika nükleer anlaşma bahanesi ile İran’a yaklaşmaması gerektiğini ispat etmek için hatta iktisadi intihara ve dünyaya ucuz petrol sunarak veya İran petrolünün alıcılarını vesvese etmek için borsalardaki resmi fiyatların altında fiyatlar önererek İran’ın petrol satışını ve gelir kaynağını aksatmaya bile hazır görünüyor.

Genel olarak Arabistan’ın diplomasi arenasında bölgesel rolü ve bölge ve dünya ile teamül ve rekabet alanlarında kendinden bıraktığı imaj, hiç bir somut ve stratejik sonuçla sonuçlanmadığı gibi, bilakis bu rejimden şer, güvenilmez, güvensizlik etkeni, kan akıtan terörist bir imaj geride bıraktı, öyle ki hatta Arabistan’ın Londra ve Washington’daki hamileri arada bir Arabistan’ın iç veya dış arenalarında bu çirkin ve korkunç cilvelerini itiraf etmek zorunda kaldı.

Eğer bir çok ülke Arabistan’a, sadece şerri bertaraf etme veya petrol dolarları ile dolu olan para torbası temelinde baktığını düşünecek olursak, pek de hata yapmış veya insafsız davranmış olmayız. Pakistanlılar, Ürdünlü kral Abdullah, Sudanlı Ömer El-Beşir, Cibuti hükümdarları, Malezya Başbakanı, Mısır’da General Sisi ve hatta Türkiye’de Erdoğan, Suud hanedanına etkili bir ortak veya aktör gözüyle bakmadan önce, Suud krallığının cömertçe rüşvetlerine ve gerginlik yaratan politikalarına gönül verdikleri anlaşılıyor.

Tel aviv yetkilileri kendi sorunlarını çözme yönünde Suud hanedanının petrol dolarları ve tekfirci terör sermayesi gibi iki temel sermayesini kendileri için güven yaratan iki sermaye olarak değerlendirdiği gibi, Amerika ve Avrupa da bu krallığı kandırarak türlü silahları satma ve onları bölgesel politikalarını uygulama yönünde kullanmayı düşünerek, bunun tadını çıkarıyor.

Arabistan’da kadınlar her şeyden mahrum kalma zincirine vurulmuşken, Suud prensleri Batılı gazinolarda haylazlık yapıyor ve kadınlarla gönül eğlendiriyor.

Arabistan’da Şeyh Nemer sırf özgürlük ve en temel medeni hakları talep ettiği için boynu vurulurken ve tüm özgürlükçü ve demokratik haklarını talep eden sesler susturulurken, Arabistan Suriye’de demokrasi istiyor.

Arabistan Bahreyn’e, İngilizlerin desteklediği Halife hanedanı rejimini itiraz eden halkı bastırmak için askeri güç gönderirken, İran’ı Arap ülkelerinin içişlerine karışmakla suçluyor.

Arabistan halkı kralla biat etmeye zorlanırken, Suud hanedanı Irak’ta demokrasiyi tahammül edemiyor ve Suriye’de halkın seçtiği Cumhurbaşkanı, Suud hanedanının iradesi ile devrilmesi gerekiyor.

Suud hanedanı kendini Arap ve Ehl-i Sünnit hamisi bilirken, Filistin’i işgal edenlerle dostluğunu açıkça ilan ediyor ve Yemen’de Arapları ve Ehl-i Sünnet’i kana bulamaktan çekinmiyor.

Tekfirci terörün anası olan Suud hanedanı kendini terör karşıtı ittifakın üyesi ilan ediyor ve 11 Eylül 2001 terör saldırılarına karıştığı skandalı ifşa edilmesin diye Amerika’ya 750 milyar dolar rüşvet veriyor. Tüm bunlar dünyanın seyrettiği Arabistan’ın davranışları, siyasetleri ve mahiyetinin küçük bir tablosudur.

http://www.mesrtimes.com/456589