MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin yaptığı erken seçim çağrısı Türkiye’nin politika sahasını yeniden sıcak siyasi gelişmelerle karşı karşıya bıraktı.

Kamran Azar: MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin geçen hafta yaptığı erken seçim çağrısı ve ardından da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu çağrıya olumlu yanıt vermesi Türkiye’nin politika sahasını yeniden sıcak siyasi gelişmelerle karşı karşıya bıraktı.

Birinci perde; iktidarın rutin çizgisi

Geçen sene yapılan anayasa referandumunda beklenen başarıya ulaşan AKP-MHP ittifakı, bu sefer aynı performansı neredeyse ülkede tek güç olmaya yol açan cumhurbaşkanlığı seçimlerine taşımayı düşünüyor.

Türkiye’nin siyaset sahasında artık önündeki seçimleri birer birer kazanarak taraftarları açısından büyük bir kahramana dönüşmek üzere olan Reis-i Cumhur Erdoağn bu defa tüm seçim kampanyalarını muhalif bloğun oluşturmaya çalıştığı olası çatı ittifakına göre yürütmeyi düşünüyor; aslında Erdoğan ile Bahçeli ikilisi politika sahasında eski eğilimlerini yeniden tekrarlayarak pek yeni bir söyleme sahip olmadıklarını çoktan açığa çıkardı. İşte bu yüzden de rutin bir çizgide ilerleyen iktidar ittifakının seçimleri kazanıp kazanmaması konusu referandum oylamasına benzer bir şekilde tüm gözleri muhalif cephesine dikmeye yönlendirmiştir.

İkinci perde; daha kurulmadan çöken çatı ittifakı

Türkiye’nin siyasi tarihinde eşsiz bir laik-İslamcı ittifakına dönüşebilecek CHP-SP arasında yapılan zorlu bir işbirliğinin yanı sıra Kemal Kılıçdaroğlu ile Temel Karamollaoğlu’nun çatı aday arayışı durmadan devam ediyor.

Aylardır iki partinin kulislerinde konuşulmaya başlayan çatı aday dedikodusu iddia edilen altın isim Abdullah Gül’ün adaylıktan çekilme açıklamalarıyla ortadan kalkmış oldu. Bu olay ise Türk politik arenasında sürekli karşı karşıya gelen iki zıt akımın birleşme çabalarını sonuçsuz bırakmasa da en azından ertelenmesine yol açabilir.

İsyan ederek MHP’den ayrılan Meral Akşener’in ortaya çıkardığı sıcak tempo, milliyetçi cereyanı bölüp beklenmedik bir şaşkınlığa uğratmakla birlikte Türk toplumunu da karmaşık bir ortama sürükledi. Erdoğan karşısında zafere ulaşabilme amacıyla “İyi Parti”yi kuran Akşener, iktidara doğru yönlendirdiği hızlı treninin frenlerini basmayı daha düşünmediğini gösterdi; çatı adaya gerek görmeden aylar önce de defalarca aday olacağını açıklayan Akşener duruşunu hiç bozmayarak Abdullah Gül vasıtasıyla muhalif gruplarda yeşermeye başlayan tüm ümitleri yerle bir etti.

Ancak ittifak çabalarının önündeki engeller Akşener’in yalnız başına yürümeye dair verdiği kararla bitmiyor; kendini özellikle de 15 Temmuz Darbesi ardındaki süreçten doğan gelişmelerin mağduru olarak gören HDP, diğer iktidar karşıtı gruplardan uzak zafer sloganları atıp hapiste bulunan eski eşbaşkan Demirtaş’ın adaylığına karar verdi.

Türkiye sınırları içerisinde yaşayan Kürt vatandaşlarına ait oyların büyük bir kısmını elinde tutan Halkların Demokratik Partisi, seçimleri kazanmaya pek umutlu olmasa da en azından medya kuruluşlarının bile göz ardı ettiği cezaevlerinde bulunan birçok üyesinin sesini duyurma hedefine ulaşabilecek.

Aylar önceden duyulmaya başlayan Abdullah Gül’ün adaylık konusu, iki gün önce basın mensuplarına yaptığı çekilme açıklamalarıyla son buldu; iktidar kesimini daha seçimlere aday olmadan kaygılandırıp hareketliliğe sürükleyen Gül’ün tüm tartışmalara son noktayı koyması uzun yıllardan beri Erdoğan’ı yenmek isteyen fakat her seferinde hayal kırıklığı yaşayan muhalefeti yine çaresiz bırakarak, yapım süreci daha resmi şekilde başlamayan ittifak binasının çöküşüne zemin hazırladı.

Üçüncü perde; olası seçim senaryoları

Böylece muhalefet, hayallerinin kırıldığı bir ortamda artık hava atmaya pek şansı olmadığını fark ederek iki ayrı senaryoyu hayata geçirme mecburiyetinde kalmıştır; bunların birincisi, tüm partilerle grupların seçimlere ayrı ayrı katılma seçeneği. Dolayısıyla her parti kendi geleneksel seçmen kitlesine seslenerek her zaman olduğu gibi belirli oy oranını almaya çalışır ve bu yöntem aracılığıyla AKP-MHP ittifakının güç kaybetmesine yol açacak senaryoyu gerçeğe dönüştürür. İlk turda başarısız kalan iktidar kesimi ise ikinci tura daha güçsüz bir vaziyette katılarak belki de kimsenin beklemediği sürpriz bir ismin başkanlık kürsüsüne yükselmesine olanak sağlar.

Abdullah Gül’ün çekilmesi sonucu imkansız görünen ikinci seçenek, tüm muhalif partileri birleştirerek umutları yeniden yeşermeyi başarabilecek karizmatik ve yepyeni bir çatı adayın ansızın ortaya çıkması! Türkiye’deki siyaset sahasının bazen imkansızlıkları mümkün kılan bir arsa olduğunu da asla unutmamak gerekir.