22 Nisan’da İran’ın ilk askerî uydusunu uzaya fırlatmasının ABD’de çeşitli yankıları oldu. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo bu olayı sert bir şekilde eleştirdi, İran’ın başarılı bir şekilde uzaya fırlattığı askerî uydunun Birleşmiş Milletler (BM) güvenlik kararlarını ihlal ettiğini öne sürdü. ABD’li yetkililere göre bu gelişme, hava durumu, doğal afetler ve benzeri alanlarda veri toplamanın dışında, başka amaçların da olduğuna işaret etmekte. Çünkü ABD’li yetkililer İran’ın uzay teknolojisini uzun menzilli askerî füze inşa etmek için kullandığını savunuyor.
Bu gelişmelerden sonra İran ile ABD arasındaki gerilim, 29 Nisan Çarşamba günü Mike Pompeo’nun yaptığı basın açıklamasında sürpriz bir şekilde ABD’nin hâlâ anlaşmanın tarafı olduğunu belirtmesiyle farklı bir görünüme büründü. Anlaşılan o ki ABD 8 Mayıs 2018 tarihinde tek taraflı olarak çıktığı anlaşmaya tekrar taraf olma çabası içerisinde. Pompeo’nun hukuk danışmanları İran nükleer anlaşmasında (KOEP) ABD’nin hâlâ katılımcı olarak yer aldığı hususunda yasal bir iddia hazırlıyorlar; fakat Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler Sorumlusu Josep Borrell bunun artık mümkün olmadığını söylüyor. Çünkü ABD söz konusu anlaşmadan ayrıldığından bu yana nükleer anlaşma çerçevesinde gerçekleştirilen hiçbir oturuma katılmadı.
ABD’nin nükleer anlaşmaya tekrar dahil olma çabalar
ABD’nin nükleer anlaşmanın bir tarafı olma girişiminin başarıya ulaşması şimdilik uzak bir ihtimal gibi görünse de onun ana hedefi, BM’nin 2231 sayılı kararında yer aldığı üzere, İran’a uygulanan silah ambargosunun 18 Ekim 2020’de kalkmasını engellemek veya yenilemek. Anlaşma öncesi yaptırımların uygulanması hakkını, ABD anlaşmanın asıl üyesi olarak kullanabilir. Yani ABD anlaşmanın bir tarafı olarak masaya oturabilirse, katılımcı bir devlet olarak, İran’ın nükleer yakıt üretmek suretiyle söz konusu anlaşmayı ihlal ettiğini öne sürerek BM yaptırımlarının geri dönüşünü sağlayabilir.
İran’ın nükleer programına ilişkin olarak ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa, Almanya (P5+1) ile İran arasında imzalanan nükleer anlaşma, BM Güvenlik Konseyi’nin 2231 sayılı kararıyla onaylanmıştı. ABD İran’ın yaptığı tüm balistik füze ve uzay çalışmalarının da BM’nin 2231 sayılı kararına aykırı olduğunu iddia ediyor. ABD’yi bu iddiaya sevk eden hâkim düşünce ise füzelerin nükleer başlık taşıyabilecek olması. Fakat diplomatlara göre, kararda geçen ifadenin yasal bağlayıcılığı yok ve bu yüzden de İran anlaşmayı ihlal etmekle suçlanıp herhangi bir cezai müeyyideye tabi tutulamaz. Bu minval üzere tartışmalar daha önce de gündeme gelmiş, ABD’nin yanı sıra Fransa ve Almanya da balistik füzelerin nükleer anlaşmaya dâhil edilmesi gerektiği söylenmişti. O noktada yine Borrell devreye girmiş, komisyon başkanının kendisi olduğunu ve şu an için gündeminde böyle bir meselenin olmadığını ifade etmişti. İran ise anlaşmanın nihai sonucuna herkesin saygı duyması gerektiğini ve anlaşmayı hiçbir şekilde yinelemeyeceğini defaatle dile getirmişti.
Nükleer anlaşma 16 Ocak 2016 tarihinde Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) ilk raporunu yayımlamasıyla uygulanmaya başlamıştı. En son 3 Mart tarihli UAEA raporunda, Tahran'ın UAEA uzmanlarının Ocak ayında iki tesise erişimini engellediği belirtildi. UAEA Başkanı Rafael Grossi İran'dan BM ajansı ile tam işbirliğini sürdürmesini istedi. Bu gelişmenin dışında, İran’ın 8 Mayıs 2019’dan beri anlaşmanın kısıtlayıcı hükümlerini peyderpey devre dışı bırakması da, anlaşmanın feshi adına ABD için iyimser bir tablo olarak beliriyor. ABD’li yetkililer de 2015 yılından beri İran’a uygulanan silah ambargosunun uzatılması konusunda oldukça umutlu olduklarını dile getiriyorlar. Anlaşmaya yeniden dâhil olması durumunda ABD’nin başvuracağı en stratejik çözüm yolu tetik mekanizması olarak görülüyor. ABD bu mekanizma sayesinde söz konusu anlaşmayı feshedebilir ve süreci Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) taşıyabilir.
ABD tetik mekanizmasını kullanabilir mi?
“Tetik mekanizması” nükleer anlaşmadaki olası bir ihtilafı çözme mekanizmasıdır. Nükleer anlaşmanın herhangi bir tarafı, taraflardan birinin anlaşmanın taahhütlerini yerine getirmediğine inanıyorsa, anlaşmanın 36. maddesine göre konu, İran dâhil tüm tarafların bulunacağı ortak bir komisyona havale edilir. Bu komisyonun farklı periyotlarda, 15 günlük sorunu çözme süreleri bulunuyor. Hâlihazırda Almanya, İngiltere ve Fransa dışişleri bakanları 14 Ocak’ta Brüksel’de yaptıkları bir toplantı sonrasında, sürpriz bir şekilde, bu mekanizmayı harekete geçirmeye karar verdiklerini açıklamıştı. Bu komisyonun ilk oturumu da 26 Şubat'ta Avrupa Dış İlişkiler Servisi’nin Alman Genel Sekreteri Helga Schmid başkanlığında Viyana Palais Coburg Otel’de gerçekleştirilmişti. Fakat uzmanların ortak görüşü, üç Avrupa ülkesinin başlattığı tetik mekanizmasının menfi bir şekilde sonuçlanacağı, ne İran’ın ne de anlaşmaya taraf diğer ülkelerin alınan kararı BM Güvenlik Konseyi’ne götüreceği yönünde. Eğer ABD de “tetik mekanizması” için düzenlenen bu oturumlara katılırsa, İran’ın anlaşmayı ihlal ettiği gerekçesiyle kararı BMGK’ye taşıyabilir.
15 üyeli BMGK’nin 5 daimî üyesinden biri olan Rusya en baştan tepkisini koyarak, 2231 sayılı karar ve nükleer anlaşmanın İran’ın barışçıl uzay hareketlerini yasaklamadığını ve Amerikalıların İran’ın uzay füzelerinin de nükleer silah taşıyabilme iddialarının temelsiz olduğunu vurgulamıştı. Bu nedenle, silah ambargosunu yenileme çabalarına Rusya’nın karşı çıkacağı neredeyse kesin görünüyor. Rusya Amerikalı ve Avrupalı yetkililere İran'a konvansiyonel silah satışlarına devam etmeye istekli olduğunu önceden bildirmişti.
ABD umutlu olduğu bu süreçte başarıya ulaşırsa, yani nükleer anlaşma feshedilirse, anlaşmanın 2015 yılındaki kabulünden önce yürürlükte olan, petrol satışlarını ve bankacılık düzenlemelerini yasaklayan BM yaptırımlarını geri getirecektir. Bu eski yaptırımların uygulanması, teorik olarak BM’nin tüm üyeleri için bağlayıcı olacaktır.
ABD’nin başvuracağı bir diğer yol ise İran’a uygulanan silah ambargosunun kaldırılmamasını BMGK’ye sunmak. Borrell de buna atıfta bulunarak, ABD’nin diğer tüm üyeler gibi BMGK’ye böyle bir tasarı sunabileceğini dile getirmişti. Nihayetinde her iki durumda da, sunulan tasarı Rusya veya Çin vetosuna takılabilir.
Sonuç
ABD’nin İran’a 2015 yılından beri uygulanan silah ambargosunun kaldırılmasını önlemeye ilişkin çabasında kararlı olduğu görülüyor. Pompeo bu konuyla ilgili olarak “Güvenlik Konseyi’nde silah ambargosunun yenilenmesini sağlamak için tüm diplomatik seçeneklerimizi kullanmaya hazırız” açıklamasında bulunmuştu. ABD’nin Avrupalı müttefiklerini bu anlamda ikna etmesi olası bir seçenek gibi duruyor; fakat Rusya ve Çin’i buna nasıl ikna edeceği hâlâ belirsizliğini koruyor. Özellikle son BM toplantısında ABD ile Çin arasında yaşanan söz düellosu, ilişkilerin hâlâ tatmin edici bir seviyede ilerlemediğini gösteriyor.
ABD’nin İran stratejisinin istenildiği gibi başarı sağlayamadığı da görülüyor. Nitekim Trump yönetiminin maksimum baskı politikası, İranlı General Kasım Süleymani’nin suikasta uğraması, Suriye ve Irak’ta İran’a yakınlığıyla bilinen Şii grupların hâlâ etkin bir nüfusa sahip olması ve İran içinde olası bir halk isyanının gerçekleşememesi gibi gelişmeler, ABD’nin İran’ı dize getirme yolunda beklenen başarıya henüz ulaşamadığını gösterdi.
Yeni tip koronavirüs salgınının (Kovid-19) yarattığı ağır krize rağmen direnen İran yönetimi, silah ambargosunun kalkmasıyla birlikte çok önemli siyasi ve askeri hedeflere ulaşabilecektir. Bu anlamda, ABD’nin çatışmacı siyasetini son çözüm seçeneği olarak askerî boyuta taşıyıp taşımayacağı, BM nezdinde gösterdiği çabalarının nasıl sonuçlanacağına bağlı.
Kayank: İran Araştırmaları Merkezi (İRAM)
Yazar: Deniz Caner