Mehr Haber Ajansı'na konuşan Ortadoğu Araştırmacısı Kadriye Sınmaz, "Adalet ve hukuk terazisinden bakıldığında İsrail’in devlet meşruiyetini kazanması mümkün değil." dedi.

Filistinlilerin yurtlarına geri dönüş ve bağımsızlık gibi ulusal hedefleri, son yıllarda ABD'nin desteğiyle İsrail tarafından hazırlanan senaryolarla daha da zorlaştırılıyor.

Arap dünyasının İsrail ile yakınlaşması ve normalleşme süreci, Trump ve Netanyahu'nun Yüzyılın Anlaşmasını Beyaz Saray'daki toplantıda açıklaması, uluslararası tarafların zayıf kalması ve ABD ile İsrail'in hukuk gözetmeyen yaklaşımları sonucu oluşan şartlar Filistin davasının son yıllarda karşı karşıya kaldığı en ağır durum olarak nitelendiriliyor.

İsrail'in 14 Mayıs 1948'de tarihi Filistin toprakları üzerinde kurulmasıyla zorunlu göçe ve katliamlara maruz kalan milyonlarca Filistinli, Nekbe'nin 72. yılında vatanlarına dönmenin hayalini kuruyor.

Mehr Haber Ajansı bu konuda İNSAMER Ortadoğu Araştırmacısı Kadriye Sınmaz ile bir röportaj gerçekleştirdi.

İşte Kadriye Sınmaz'ın verdiği yanıtlar:

1- İsrail’in Filistin topraklarını işgal etmesi tam 72 sene oldu. Bu rejimin siyasi ve toplumsal kimliği nasıl bir durumda?

İsrail’in bu 72 yıllık süreçte Filistin topraklarını üç boyutlu bir işgal altında tuttuğu söylenebilir. İşgalin ilk boyutu 1948 yılında ele geçirilerek İsrail toprakları olarak kabul edilen ve İsrail hukukunun geçerli olduğu topraklardadır. Buradaki Filistinliler, İsrail vatandaşı olarak bazı kısıtlamalarla hayatını sürdürmeye çalışıyor. İkinci durum, Filistin devletinin kontrolünde olmasına rağmen uluslararası hukuka aykırı bir şekilde İsrail’in işgalini sürdürdüğü bölgelerdir. Batı Şeria’nın bazı bölgeleri ve Doğu Kudüs bu topraklara örnektir. Üçüncü boyut ise doğrudan İsrail’in işgali altında olmasa da İsrail’in kısıtlamaları sebebiyle yaşam şartlarının zorlaştığı bölgelerde yaşanan durumdur. Gazze’nin 2007’den bu yana abluka altında tutulması ve Batı Şeria’da Ayrım Duvarı yoluyla faaliyetlerin kısıtlanması da bu duruma örnektir. Ortaya çıkan bu siyasal durum toplumsal yaşamı oldukça derinden etkilemektedir. Filistin topraklarında ve çevre ülkelerde mülteci olarak yaşayan Filistinlilerin genelinde “Filistinlilik” kimliğine duyulan aidiyet varlığını sürdürse de insani krizin her geçen gün derinleşmesi ve siyasal açıdan İsrail’in güçlenmesi Filistinlileri zora sokmaktadır.

2- Bildiğiniz gibi İsrail'in Filistin toprakları üzerinde kurulması ve Filistinlilerin zorunlu göçe ve katliamla maruz bırakmasının asıl sebebi kurduğu devleti meşrulaştırmaktır. Sizce İsrail bu amacına ne kadar yaklaşmıştır?

Günümüzde İsrail’in Filistin topraklarındaki işgali başta olmak üzere eylemlerinin birçoğu uluslararası hukuk teamüllerini yok saymaktadır. Adalet ve hukuk terazisinden bakıldığında İsrail’in devlet meşruiyetini kazanması mümkün değil. Fakat siyasal çıkarlar ve işbirlikleri her zaman adalete uygun olmuyor. ABD’nin her platformda İsrail’in hamiliğini yapması BM, AB gibi uluslararası kuruluşların mevcut hukuksuzluklara sessiz kalması veya çok cılız tepkiler göstermesine yol açmaktadır. Bilhassa Donald Trump yönetimiyle birlikte Golan Tepeleri’nin ve Doğu Kudüs’ün İsrail toprağı olarak kabul edilmesi, “Yüzyılın Anlaşması” planı Filistinlilerin tamamıyla yok sayılarak İsrail’in varlığını meşrulaştırmak adına atılmış önemli adımlardır. 1948 topraklarında İsrail’in varlığı meşru kabul edilmektedir. 1967 topraklarında da fiili işgal devam etse de bütün bu çabalara rağmen Golan Tepeleri, Kudüs, Batı Şeria’daki Ürdün Vadisi ve yerleşim birimleri uluslararası kamuoyu tarafından İsrail toprağı olarak görülmemektedir. Fakat yeni kurulan İsrail hükümetinin ajandasındaki konuların başında bu toprakların ilhakının yer aldığını söylememiz gerekir.

3- İsrail siyasi krizler ve partiler arasında bir gerginlikle karşı karşıya. Bu durum neyin göstergesi?

İsrail’deki seçim krizinin en önemli sebebi Haredi de denilen ultra-ortodoks Yahudilere tanınan ayrıcalıklar hakkındaki görüş ayrılığıydı. Haredilere David Ben Gurion zamanından bu yana askerden muaf tutulma, kendi eğitim kurumlarını açma gibi birtakım ayrıcalıklar tanınmaktadır. Günümüzde İsrail nüfusunun yaklaşık %10’unu oluşturan ve toplumun diğer kesimlerine göre nüfusu daha hızlı artan Haredilere tanınan ayrıcalıklar seküler kesim tarafından yoğun bir şekilde eleştirilmekte. “İsrail Evimiz” partisi lideri ve seküler milliyetçi bir siyasal anlayışa sahip Avigdor Liberman da koalisyona dahil olmak için ultra-ortodoks Yahudilerin askere alınması şartını öne sürmüştü. Bunun Netanyahu tarafından kabul görmemesi ve tarafların uzlaşı zeminine yaklaşmamaları ülkenin bir yıl içerisinde üç defa seçime gitmesindeki en önemli sebeplerden biri. Koronavirüs salgını kapsamında İsrail’de alınan tedbirlere Haredilerin büyük oranda uymaması ve vakaların onların yaşadığı bölgelerde daha yoğun olması seküler-dindar kesim arasındaki tartışmayı arttırdı. İsrail’de siyasal krizin en önemli sebeplerinden biri olan toplumdaki kutuplaşmanın pandemi sonrası dönemde de önemli gündem maddelerinden biri olacağı söylenebilir.

4- İsrail'in kuruluşunda İngiltere'nin tarihi rolünü ve ABD’nin İsrail’e askeri ve maddi yardımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? ABD şimdiye dek ne kadar askeri ve para desteğinde bulunmuş?

Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurma konusunda sistemli bir çalışma yürüten ilk isim Theodor Herlz’dır. Fakat Herlz arkasına büyük bir devletin desteğini alamadığı için amacına ulaşamadı. Herlz’ın bulamadığı desteği Siyonist Yahudilere 1917 yılındaki Balfour Deklarasyonu ile İngiltere sağladı. Bu belgeye göre İngiltere, Filistin topraklarında bir Yahudi Devleti’nin kurulmasını onaylıyordu. Keza takip eden süreçte bölgede İngiltere mandası kuruldu. 1917-1948 yılları arasındaki İngiliz yönetimi sırasında dünyanın farklı yerlerinden binlerce Yahudi Filistin topraklarına geldi ve bu şekilde 1948’de İsrail bir devlet olarak varlığını ilan edebildi. İngiltere manda rejiminin uygulamaları İsrail’in kurucu unsurlarından biri iken ABD ise kurulan bu işgal devletinin gelişmesini sağlamıştır. İsrail, 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana ABD dış yardımlarından en fazla yararlanan devlettir. ABD’nin geçmişten bu yana İsrail’e sağladığı askeri yardımın tam rakamını vermek mümkün değilse de 2019’da yapılan resmi açıklamaya göre ikili yardım ve füze savunma fonunda İsrail’e o zamana kadar 142,3 milyar dolar kaynak sağlanmıştır. Genel yardımların tamamına yakını askeri yardım biçimindedir. 2016 yılında ABD-İsrail arasında imzalanan 10 yıllık mutabakat kapsamında 38 milyar dolar askeri yardımın sözü verildi. İsrail’in ABD’den aldığı askeri fon, teknolojik iş birliği bölgedeki varlığını sağlamlaştıraktadır.

5- İsrail, Filistin direniş gruplarının faaliyetini önlemek amacıyla demir kubbe sistemi almıştı. Neden bu çabalara rağmen direniş guruplarının operasyonlarına karşı çıkamıyor?

İsrail’in askeri donanımı karşısında Filistinli grupların elindeki askeri kaynaklar yetersiz kalmaktadır. Fakat buna rağmen Filistinli örgütler ellerindeki imkanları etkili bir şekilde kullanmaktadır. Bu durumda İsrail’in bölgeye saldırılarını şiddetlendirmemesinin 3 temel gerekçesi olduğu söylenebilir. İsrail saldırılarını sadece direniş örgütlerine yönelik değil sivilleri de kapsayacak şekilde gerçekleştirmektedir. Çatışmalarda sivillerin hayatını kaybetmesinin uluslararası kamuoyunda tepkileri arttırması ve İsrail’in meşruluğunu tartışmaya açması, İsrail’in saldırılarını arttırmamasının birinci sebebidir. İkinci sebep, asker kaybı yaşamaya veya askerlerin esir alınmasına yönelik endişedir. İsrail’in saldırıları karşısında özellikle Gazze’den atılan bombaların bir kısmı İsrail yerleşim birimleri çevresine düşmektedir. Yerleşimcilerin güvenliğini sağlama isteği de diğer bir sebeptir.

6- Arap dünyasının İsrail ile yakınlaşması ve normalleşme sürecine bakıldığında bu sürecin daha da hızlanmış bir durumda olduğu anlaşılıyor. Böyle bir yaklaşımın sonuçları ne olabilir?

Mısır, 1979 yılında Ürdün 1994 yılında İsrail’in varlığını tanımıştı. Diğer Arap ülkeleri İsrail’le birtakım gizli görüşmeler gerçekleştirse de resmi diplomatik ilişki kurmamışlardı. 2018 yılı sonlarından bu yana bilhassa bazı bölge ülkeleri ile İsrail arasında ilişkilerin alenileştiği görülüyor. Bu durum da Trump’ın başında damadı ve başdanışmanı Jared Kushner’ın bulunduğu tamamına yakını Siyonist Yahudilerden oluşan ekibi ile Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve Birleşik Arap Emirlikleri Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed arasındaki yakın ilişkiler etkili oldu. Daha önce Filistin’in toprak bütünlüğünü savunarak bu uğurda İsrail’le savaşlar yapan Arap ülkelerinin gelinen noktada İsrail yanlısı bir pozisyon aldığı söylenebilir. Bu durum zaten İsrail işgali sebebiyle ekonomik, siyasal, toplumsal olarak kriz içerisinde olan Filistin’i daha da yalnızlaştırmaktadır. Filistinlilerin kamuoyu desteğinden yoksun olması İsrail’in işgalini genişletmesini ve meşrulaştırmasını kolaylaştıracaktır.

7- ABD’nin Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıması ve Yüzyılın Anlaşması adı verilen projenin açıklanması İsrail’in meşrulaştırılmasına yardımcı olabildi mi?

Henüz olamadı. ABD dışındaki ülkeler elçiliklerini Tel Aviv’den Kudüs’e taşımadı ve “Yüzyılın Anlaşması” planının uluslararası hukuka aykırı olduğuna dair bazı tepkiler geldi. Fakat İsrail’deki yeni hükümetin gündem maddelerinden biri de bu planı hayata geçirmek. Dolayısıyla önümüzdeki günlerde İsrailli siyasetçilerin bu planla ilgili bazı adımlar atacağı beklenmektedir. Kasım ayında yapılacak ABD başkanlık seçiminde Donald Trump’ın tekrar başkan seçilmesi, Arap ülkeleriyle ilişkilerde yaşanacak olumlu gelişmeler İsrail'in işini kolaylaştıracak ve hızlandıracaktır.