Filistinlilerin yurtlarına geri dönüş ve bağımsızlık gibi ulusal hedefleri, son yıllarda ABD'nin desteğiyle İsrail tarafından hazırlanan senaryolarla daha da zorlaştırılıyor.
Arap dünyasının İsrail ile yakınlaşması ve normalleşme süreci, Trump ve Netanyahu'nun Yüzyılın Anlaşmasını Beyaz Saray'daki toplantıda açıklaması, uluslararası tarafların zayıf kalması ve ABD ile İsrail'in hukuk gözetmeyen yaklaşımları sonucu oluşan şartlar Filistin davasının son yıllarda karşı karşıya kaldığı en ağır durum olarak nitelendiriliyor.
İsrail'in 14 Mayıs 1948'de tarihi Filistin toprakları üzerinde kurulmasıyla zorunlu göçe ve katliamlara maruz kalan milyonlarca Filistinli, Nekbe'nin 72. yılında vatanlarına dönmenin hayalini kuruyor.
Mehr Haber Ajansı bu konuda Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Kaya, Türk Gazeteci Mustafa Birol Güger, Moskova Devlet Üniversite Asya ve Afrika Ülkeleri Enstitüsü misafir Profesör Dr. Mehmet Perinçek , İNSAMER Ortadoğu Araştırmacısı Kadriye Sınmaz ve Filistinli Araştırmacı-Yazar Moin Naim ile birer röportaj gerçekleştirdi.
İşte uzmanların verdiği yanıtlar:
Mustafa Kaya: İsrail rejimi kan ve gözyaşı üzerine inşa ettiği işgalini sürdürebilmek için daha fazla baskı, daha fazla zulüm yaparak bu pozisyonunu devam ettirebileceğini düşünüyor. Ne hak, ne hukuk hiçbir şeyi tanımıyor. Rejimin siyasi kimliği kendisini ancak Siyonist ideoloji ile tarif edebiliyor. Unutulmamalıdır ki, kendi halkına bile zulmeden İsrail için Siyonizm için yegâne varoluş gerekçesidir. Bunun temelinde de “seçilmiş ırk” anlayışı vardır. Kendileri dışında kalan bütün insanların kendilerine hizmet etmek, kölelik yapmak üzere yaratıldığına dair sapkın bir anlayışla hareket ederler. Böyle bir anlayışın başarılı olması mümkün değildir.
Buna kimi Arap dünyası liderleri olarak baksak daha iyi olur. İsrail ile olan ilişkilere Arap halklarının büyük çoğunluğu onay vermemektedir. Liderlerin bu yanlış tutumlarının uzun süre devam ettirilmesi mümkün değildir. İsrail’in hem bölgeyi, hem de dünyayı tehdit eden bu adımları en başta Araplar için büyük tehdittir. İslam ülkelerinin birlikte hareket etme alanlarını çoğaltmaları, İsrail’in yayılmacılığının önüne geçilmesi ve İslam coğrafyasının sorunlarının çözümüne önemli katkılar sağlayacaktır.
1917 Balfour Deklarasyonu İsrail’in gayri resmi ilanıdır. Aslında İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerika, İngiltere ve SSCB liderlerinin bir araya gelerek yeni uluslar arası sistemi kurguladıkları 1945 Yalta Toplantısı’na da bakmak gerekir. Buradan İsrail ile Rusya ilişkilerine de odaklanmak da doğru olur.
Amerika’da bulunun İsrail lobisi ellerinde bulundurdukları finansal gücü sopa olarak kullanıp, siyasi karar alma süreçlerine her türlü müdahalede bulunabiliyorlar. Amerika’da iş başına gelen başkanlar da bu güce karşı gerek işbaşına gelmeden önce gerekse de geldikten sonra kayıtsız kalamıyor, İsrail’in taleplerine isteseler de istemeseler de evet demek durumunda kalıyorlar. Ne kadar para ve askeri yardımda bulunduklarına gelince, açıklanan resmi istatistiklerin çok üzerinde olduğu çok açıktır.
Yüzyılın Anlaşması aslında yüzyılın zorbalığıdır. Yüzyılın Anlaşması, Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak ilan edilmesi ve İsrail’in elçiliğin Kudüs’e taşınması Trump’ın yeniden seçilebilmek için İsrail lobisinin desteğini alma girişimlerinden başka bir şey değildir. Ben yaptım oldu mantığıdır ama hiçbir şekilde meşruiyete bir katkısı olmaz. Hepsi gerçeklikten uzak sanal, propaganda amaçlı girişimlerdir.
Mustafa Birol Güger: Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, Yahudilerin bugün İsrail’in bulunduğu topraklardaki varlıkları ve devlet kurma arzuları oldukça eski tarihlere tekabül etmekte. Ancak 1897’de, İsviçre Basel'de gerçekleştirilen bir kongre ile Siyonist hareket politik ve örgütlü bir karakter kazandı. O tarihten, İsrail'in kurulduğu 1948 yılına kadar da konuyla bağlantılı yığınla siyasi olay yaşandı.
Bunu anlatmamın sebebi tam olarak şu: İsrail özellikle Arap dünyasında, II. Dünya Savaşı ile birlikte ansızın ortaya çıkmış bir devlet gibi takdim edilmekte; bu hatalı bir yaklaşım olduğu gibi sorunu daha da girift hale getirmekte. Sorunu ve çözümü belirleyebilmek adına olguları doğru teşhis etmekte fayda var.
İsrail’in siyasi ve toplumsal karakterini iki başlık altında incelemek gerekir. Bu başlıklardan ilki, doğdukları topraklardan zorla sürülen ve bugün doğdukları topraklarda insanlık dışı uygulamalara maruz kalan Filistinli Arapların durumudur. İkincisi ise İsrail'in bizzat kendi bünyesinde yaşayan Yahudilere dayattığı onur kırıcı kast sistemidir.
Siyasi açıdan bir meşruiyet arayacak olursak İsrail, BM’nin 193 ülkesinden 162’si tarafından tanınıyor. Ancak ahlaki açıdan bir meşruiyet sorgulamasından geçirecek olursak, bu kadar hukuksuzluğun üzerine ahlaki bir meşruiyetten söz etmek zor.
Yüzyılın Anlaşması ölü doğmuştur. Hiçbir destek görmedi, hayata gçmesinin mümkün olmadığı da ortaya çıkmıştır. Tam tesine ABD ve İsrail burada bir insiyatif kaybetmişlerdir.
Bu proje Avrupa'dan da bir destek görmemiştir. Rusya'da bunun açık bir başarısızlık olduğu ifade edilmiştir. Dolayısıyla Yüzyılın Anlaşması şu an konuşulmamaktadır bile. Ciddiye bile alınılmamaktadır. Dolayısıyla İsrail'in meşrulaştırılmasına hiçbir yardımı olduğunu söyleyemeyiz. Ama biliyorsunuz bu yüzyılın Anlaşmasına da bir harita yayınladılar. Bu yırtılıp atılacak bir haritadır ama zaten hepimiz biliyoruz ABD ve İsrail harita çizmeye meraklıdır.
Büyük Ortadoğu projesinin de bir haritası vardı. Onun da haritasını çizmişlerdi. Ama o hatita çöpe atıldı. Bugün Astana süreciyle birlikte Türkiye, İran, Rusya'nın yan yana gelmesiyle birlikte o haritanın çöpe atıldığı artık açıklık kazandı. Dolayısıyla ABD ve İsrail meraklılar harita çizmeye. Bop haritası çöpe atıldı, bunu çöpe atılması belki 10-15 sene sürdü. Ama bu Yüzyılın Anlaşmasının haritasının çöpe atılması bir ay bile sürmemiştir ve tarihin çöplüğüne gömülmüştür.
Bunun dışında Türkiye, İran ve Katar’ın Filistin’e yönelik desteği sürüyor. Bu destek ancak Filistinlileri bu halleriyle hayatta tutmaya yetecek düzeyde.
Mehmet Perinçek: İsrail II. Dünya Savaşı sırasında Yahudilere yönelik uygulanan soykırımı kendi devletini meşrulaştırmak amacıyla kullanmıştı. Kendisini bu soykırımla meşrulaştırmıştı.
Ancak bugün geldiğimiz noktada İsrail, Hitler rejiminin yerini almıştır; aynı Hitler Nazi rejiminin kanun tanımamazlığını sürdürmektedir. Nasıl Hitler, içeride bir baskı devleti kurduysa bugün bunun temsilcisi İsrail’dir.
İsrail kendi bulunduğu yerde Müslüman nüfusuna ve Filistinlilere yönelik baskıcı bir politika izlemektedir; Diğer taraftan nasıl II. Dünya Savaşı sırasında Hitler Almanyası işgalci bir politika sürdürdüyse bugün de İsrail, hem içeride baskıcı bir rejim kurmuştur hem dış politika anlamında Hitler Almanyası'nın işgalci siyasetini uygulamaktadır.
Bu bakımdan İsrail 72 sene önce kendisini Hitler Almanyası'nın yaptığı soykırımla meşrulaştırıyorsa bugün de o politikaların aslında mirasçısı olduğunu kanıtlamıştır.
İsrail’in Filistin halkına yönelik işgalcı ve baskıcı politikaları, İsrail devletinin meşrulaştırmıyor; tam tersine onu gayri meşru bir duruma getiriyor.
Batı emperyalist ülkelerinin tipik bir taktiği var. Onların zaten temel amaçları Ortadoğu'daki ve Orta Asya'daki enerji kaynaklarını ve enerji yollarını ele geçirmek.
Tabii batılı ülkelerin, emperyalist güçlerin bu 19. Yüzyılda, 20. yüzyılın başında İngiltere geliyordu. II.Dünya Savaşı'ndan sonra da İngiltere'nin yerini esas olarak ABD aldı. En temel ihtiyaçlarından biri Ortadoğu'da veya enerji kaynaklarını ele geçirmek istedikleri bölgelerde kendilerinin ne tabii kukla devlet ihtiyaçları oluyor. işte İsrail de ABD'nin en önemli müttefiklerinden bir tanesidir bölgede. Ortadoğu'yu kontrol altında tutmak kendi hain amaçlarını gerçekleştirmek amacıyla israil'i tabii ezelden beri desteklemişlerdir.
Kadriye Sınmaz: İsrail’in bu 72 yıllık süreçte Filistin topraklarını üç boyutlu bir işgal altında tuttuğu söylenebilir. İşgalin ilk boyutu 1948 yılında ele geçirilerek İsrail toprakları olarak kabul edilen ve İsrail hukukunun geçerli olduğu topraklardadır. Buradaki Filistinliler, İsrail vatandaşı olarak bazı kısıtlamalarla hayatını sürdürmeye çalışıyor. İkinci durum, Filistin devletinin kontrolünde olmasına rağmen uluslararası hukuka aykırı bir şekilde İsrail’in işgalini sürdürdüğü bölgelerdir. Batı Şeria’nın bazı bölgeleri ve Doğu Kudüs bu topraklara örnektir. Üçüncü boyut ise doğrudan İsrail’in işgali altında olmasa da İsrail’in kısıtlamaları sebebiyle yaşam şartlarının zorlaştığı bölgelerde yaşanan durumdur. Gazze’nin 2007’den bu yana abluka altında tutulması ve Batı Şeria’da Ayrım Duvarı yoluyla faaliyetlerin kısıtlanması da bu duruma örnektir. Ortaya çıkan bu siyasal durum toplumsal yaşamı oldukça derinden etkilemektedir. Filistin topraklarında ve çevre ülkelerde mülteci olarak yaşayan Filistinlilerin genelinde “Filistinlilik” kimliğine duyulan aidiyet varlığını sürdürse de insani krizin her geçen gün derinleşmesi ve siyasal açıdan İsrail’in güçlenmesi Filistinlileri zora sokmaktadır.
Mısır, 1979 yılında Ürdün 1994 yılında İsrail’in varlığını tanımıştı. Diğer Arap ülkeleri İsrail’le birtakım gizli görüşmeler gerçekleştirse de resmi diplomatik ilişki kurmamışlardı. 2018 yılı sonlarından bu yana bilhassa bazı bölge ülkeleri ile İsrail arasında ilişkilerin alenileştiği görülüyor. Bu durum da Trump’ın başında damadı ve başdanışmanı Jared Kushner’ın bulunduğu tamamına yakını Siyonist Yahudilerden oluşan ekibi ile Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve Birleşik Arap Emirlikleri Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed arasındaki yakın ilişkiler etkili oldu. Daha önce Filistin’in toprak bütünlüğünü savunarak bu uğurda İsrail’le savaşlar yapan Arap ülkelerinin gelinen noktada İsrail yanlısı bir pozisyon aldığı söylenebilir. Bu durum zaten İsrail işgali sebebiyle ekonomik, siyasal, toplumsal olarak kriz içerisinde olan Filistin’i daha da yalnızlaştırmaktadır. Filistinlilerin kamuoyu desteğinden yoksun olması İsrail’in işgalini genişletmesini ve meşrulaştırmasını kolaylaştıracaktır.
Günümüzde İsrail’in Filistin topraklarındaki işgali başta olmak üzere eylemlerinin birçoğu uluslararası hukuk teamüllerini yok saymaktadır. Adalet ve hukuk terazisinden bakıldığında İsrail’in devlet meşruiyetini kazanması mümkün değil.
Moin Naim: İsrail uluslararası camiada bazı devletler nezdinde kendi baskısıyla destek görüyor olabilir. Ama halklar nezdinde hala ciddi bir şekilde meşruiyet kazanmamıştır. Çünkü halklar İsrail’in gerçek yüzünü gördükçe kabullenmiyor.
İsrail İşgal devletinin kuruluşuna destek konusunda İngiltere ile Amerikan arasında çok büyük fark olmadı hatta bunları ayrı ayrı konuşmak mümkün değildir. Çünkü Balfour Deklarasyonu kararı İngilizler tarafından alınmış görünse de Amerika'nın ve Fransa’nın dışişlerinin ortak bir çalışma sonucu çıkmıştır ve sadece bu değil 1923’te İngiliz Balfour Deklarasyonu çıkarırken 1921 ya da 1922’lerin başında Amerika'nın kongresinden bunu destekleyen bir açıklama yapılmıştır yani her ikisi aynı amaç aynı hedef ve aynı yöntemle buna destek vermiştir.
Bu Arap dünyasının İsrail ile yakınlaşması olduğunu düşünmüyorum. Arap devletlerinin İsrail'e diyet ödemesi desek daha uygundur çünkü bugün İsrail'e karşı halk nezdinde büyük tepki büyük karşıtlılık olduğunu görüyoruz ama bunun konuşulmasına bunun gösterilmesine bile izin verilmiyor. Nitekim İsrail İşgal devleti birçok Arap ülkesiyle 30 ve ya 40 yönünde barış adı altında bir anlaşma yapmıştır ama mesela Mısır ve Ürdün'de tüm bu anlaşmalara rağmen hala İsrail karşıtlılığı belki bölgenin en fazla ülkeler sıralamasındadır. Yani İsrail halklarla normalleşmemiştir, halkların nezdinde kabul görmemiştir sadece rejimlerin İsrail işgal devletinin emriyle yapmakta olduğu bir yakınlaşma çalışmasıdır.
Amerika’nın bu anlaşması yüzyılın anlaşması değil yüzyılın ihaneti yüzyılın Filistin davasını bitirme projesidir. Sadece Trump'ın değil Trump'tan önce birçok Amerikan başkanın yapmak istediği, farklı yöntemlerle ortaya koyduğu anlaşma türleridir. Bunların İsrail'i meşru göstermek için hiçbir faydası yok, çünkü meşruiyet Amerika'dan gelmez, Filistin halkının kabul etmesi ve etmemesinden gelir, yoksa zorbalıkla, işgalle olsaydı 72 yıl önce işgal edilmiş Filistin'in bunu unutulmuş olması gerekiyor. Yani belki o gün Filistinliler zayıftır, tepkileri yeterli olmayabilir ama Filistinlilerin kabul etmediği sürece bu anlaşmanın hiçbir anlamı, hükmü yoktur .
Muhabirler:
Azar MAHDAVAN
Rüya FEREYDUNİ