Binyamin Netanyahu, Filistin Arap toprağı olan Doğu Kudüs’teki “Cebel Abu Ğanem”(Har Homa- Homat Shmuel) üzerinden geçmişte seçim öncesi verdiği demeçle Doğu Kudüs’ü Yahudi iskânına açma ve burada yeni yerleşim yerleri inşa etmeyi amaçlıyor.

Doğan Bekin- ABD eski Başkanı Trump’ın girişimleri sonucu sözde “Yüzyılın Anlaşması” adlı belgeye bir kısım Ortadoğu ve Fars Körfezi'ne kıyısı olan Arap ülkelerinin destek vermeleri ve İsrail ile diplomatik ilişkiler başlatmaları sonucunda Filistin halkı ve Kudüs’ü yalnızlaştırmış oldular. Nitekim bundan büyük cesaret alan İsrail güvenlik güçleri, Ramazan ayının ilk günlerinden başlayarak Doğu Kudüs’te en stratejik nokta olan Şam(Dimaşk) Kapısı ve Bab el Amud alanında hâkimiyet kurmak ve Mescid’i Aksa'ya giden yolu tamamen kontrolleri altına alma girişimleri Filistinlilerin büyük direnişi karşısında geri adım atmak durumunda kaldılar. Bunun üzerine Siyonist İsrail Başbakanı Netanyahu güvenlik güçlerinin o bölgeleri terk etmelerini istedi.

İsrail, Doğu Kudüs’te bu adımları atarak Kudüs’ü tamamen kendi kontrolü altında tutmaya ve adım adım Filistin halkını oradan püskürtmeye çaba harcamaktadır. Bunu yapmasının en büyük nedeni ABD eski Başkanı Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak ilan etmesi oldu. Nitekim 22 Mayıs 2021’de yapılması öngörülen Filistin seçimlerinde Doğu Kudüs’te seçim yaptırmamaya çalışan ve aday olmak isteyen Filistinlileri gözaltına almaya çalışan işgalci İsrail hükümetinin bu yaklaşımı son derece vahim bir gelişme oldu.

İsrail güvenlik güçlerinin geçmişte “Roş Aşana”(Yeni Yıl) bahanesiyle Mescidi Aksa'ya yönelik sözde ‘güvenlik operasyonu’ düzenlemeleri, bizi Antisemitist  Édouard Drumont’un, 1890’da yayınlamakta olduğu La France juive ("Jewish France")’dergisindeki bir yazısına götürdü. Drumont, o dönemlerde Avrupa’nın altın ticaretini ellerinde tutan Siyonistler için, Fransa dâhil hiçbir ülkenin kendileri için önemli olmadığını, bu nedenle doğup büyüdükleri toprak ve vatanı önemsemediklerini, bunun yerine, kendi Siyonist hedeflerinden başka hiçbir gerçeğin anlam ifade etmediğini yazısında açıkça ortaya koymuştu. O dönemlerde Avrupa’da kümeleşen Rothschilds, Erlanger, Hirsch, Ephrussi, Bamberger, Camondo, Stern, Cahen d’Anvers gibi uluslararası finans üyeleri, bir yandan servetlerine servet katarken, diğer yandan, İsrail Devleti’nin vücut bulması için Siyonizm apolojisti Theodor Herzl’e para aktarmaya çalışıyorlardı. Wickham Steed,‘Hapsburg Empire’ adlı kitabında benzer konuları vurgulamaktadır. Ona göre, sadece Avusturya’da finans işiyle uğraşan Siyonistlerin oranı 1890’larda %71 idi.

Siyonist İsrail’in adım adım bugünkü duruma gelmesinin en önemli nedeni, arkasındaki bu devasa uluslararası finans gücü idi. Bugün aynı güç İsrail’i korumaya devam etmektedir. İşte bu nedenle, Birleşmiş Milletler başta olmak üzere, birçok kuruluş işgal altındaki topraklarda yer alan Mescidi Aksa'ya yapılan saldırıya karşı sessiz durmayı yeğlemektedir.

Siyonistler, Nazi Almanya’sı döneminde kurulan Dachau Toplama Kampı’nı çağrıştıran uygulamalarla, Filistinlileri abluka altına almaya ve psikolojik baskı uygulamaya ve ırk ayrımcılığı uygulamaya çalışmaları gözlerden kaçmamaktadır. Bunun en son örneği Roş Aşana(Yeni Yıl) bahanesiyle Mescidi Aksa’da yaşanan vahim olaydır. Bundan hedeflenen asıl amaç, Mescidi Aksa’nın bir şekilde yıkılması ve yerine üçüncü mabedin inşa edilmesidir.

5 Haziran 1967’de başlayan altı gün savaşından sonra, Siyonist İsrail’in yaptığı ilk iş, Burak Duvarı’nın alanını genişletmek ve Selahattin-i Eyyubi döneminden kalan ve vakfiye özelliği olan Mağrip Mahallesi’ni yıkarak ‘Ağlama Duvarı’ alanına eklemesi oldu. Keza, 2004 yılında da ‘Ağlama Duvarı’ndan Mescidi Aksa'ya geçişi sağlayan rampayı da kapatma yoluna gitmiştir.

21 Ağustos 1969 yılında, Siyonist düşünceyi kendisine hayat tarzı seçen Danis Michael(Michael Rohan), benzer şekilde Mescidi Aksa’yı yakma teşebbüsünde bulunmuştu. Bu yangın sırasında, Yahudi yetkililerin Mescidi Aksa suyunu kesmeleri ve itfaiye araçlarının olaya müdahale etmelerini geciktirmeleri dikkat çekici idi.

Benzer şekilde, İsrail askerlerinin Mescidi Aksa’ya yönelik caydırma ve şiddet hareketlerinin arkasındaki asıl neden, üçüncü tapınağın yeniden inşa edilmesidir. Bu nedenle, murabbitlerin Mescidi Aksa’da, Şam Kapısında ve Bab el Amud alanında ribat nöbeti tutarken, göz yaşartıcı bomba, gaz ve plastik mermilerle Siyonist işgal güçlerinin saldırısına uğramaları pek tesadüfi olmasa gerek.

Fanatik Siyonistlerin Burak Duvarı’nda münferiden ‘Aliyat’, özellikle Sabth(Cumartesi) günleri Kohanim, Levites ve İsraelites troykasının mevcudiyetinde ‘Aliyot’ okuyarak, bu alanın özgürleştirilmesi ve Mescidi Aksa’nın yıkılarak yerine üçüncü mabedin kurulması için dualar yapmaları gözlerden kaçmamaktadır.

İsrail, Ortadoğu’da Müslümanı Müslümana kırdırarak, amacına daha kolay yoldan ulaşmaya çalışmaktadır. İsrail’in bu tehlikeli uygulamalarına gerçek manada irade ortaya koyabilmek için Müslümanların birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmesi gerekmektedir.

Liberal Aharon Barack’a göre; İsrail Devleti, Filistin Arap çoğunluğun olduğu “Tehvid el Celil”( Judaization of the Galilee-Yahud ha-Galil) bölgesi benzerinde olduğu gibi, 1967 savaşından sonra, birçok bölgede Yahudi nüfusunu artırmaya yönelik iskân projeleri sayesinde şu anda İsrail’in Yahudi Devleti olabildiğini vurgulamaktadır.

Daha önce Tel Aviv Üniversitesi’nde hukuk profesörü olarak görev yapan ve Başbakan Ahud Olmert kabinesinde Adalet Bakanı olan Daniel Friedman bile, Filistinlilerin hukukunu yok sayan bir anlayışla Başbakan Benjamin Netanyahu ile aynı görüşleri paylaşan siyasetçilerin başında geliyordu.
David Ben-Gurion’dan sonra başbakan olarak en uzun süre hizmet eden Netanyahu, Filistin Arap toprağı olan Doğu Kudüs’teki “Cebel Abu Ğanem”(Har Homa- Homat Shmuel) üzerinden geçmişte seçim öncesi verdiği demeçle Doğu Kudüs’ü Yahudi iskânına açma ve burada yeni yerleşim yerleri inşa etme niyeti ciddi sorunları beraberinde getireceğe benzemektedir.

Bu sinsi plana karşı tüm Müslümanların elbirliği içerisinde olmaları gerekmektedir. Çünkü Kudüs, bütün Müslümanların kutsalı, kıblesi ve imani meselesidir 
İmam Ayetullah Humeyni’nin de ifade ettiği üzere “Amerikan İslam’ı” veya “Altınlı İslam” anlayışlı Fars Körfezi'ne olan Arap ülkeleri başta olmak üzere bazı Müslüman ülkelerin İsrail’in menfaat ve çıkarlarını korumaya çalışmaları ve Filistin ve Kudüs’teki gelişmeleri önemsememeleri bunun bir sonucudur. Şu anda, Ortadoğu’da yönetimleri ellerinde tutan bu anlayıştaki idarecilerin Siyonist İsrail ile ortak politikalar belirlemeye çalışmaları, Filistin halkının haklı direnişine ise mesafeli yaklaşmaları hiçbir gerekçeyle izah edilemez.

Ürdün Kralı Abdullah’ın 26 Ocak 1982 tarihinde London Times’a verdiği demeçte, yeni İran yönetimini “Siyonizm ”den daha tehlikeli göstermesi bunun en önemli göstergesi niteliğinde idi. Diğer taraftan, halk ise farklı bakış açısına sahip idi. Erbakan Hocanın da “İran da iktidar, Türkiye’de muhalefetteyiz” söylemleri aslında çokça önemsenecek bir politik argüman niteliğinde idi.