Mübarek Ramazan ayının son cuması olarak bilinen "Dünya Kudüs Günü" İslami ülkelerdeki bazı insanların Filistin'in bağımsız olması isteğiyle toplu yürüyüşler yaptığı gündür.
İslam Devrimi zaferinden önce ABD, İslami bir kimlik olarak işgal altındaki Kudüs’ü gözden düşürmeye odaklanmıştı. Ancak İran İslam Cumhuriyeti Kurucusu İmam Humeyni (ra) İsrail'in Güney Lübnan'a saldırısının ardından 1979 yılında dünyadaki tüm Müslümanların dikkatini rejimin zulmüne maruz kalan Filistin’e çekmek için Ramazan ayının son cuma gününü “Dünya Kudüs Günü” ilan etti.
O tarihten bu yana Ramazan ayının son cumasında duyarlı Müslümanlar Filistin halkı ile daynışma içerisinde olduklarını göstermek ve onların yasal haklarını savunmak adına büyük yürüyüşler yapıyor.
Mehr Haber Ajansı muhabiri bu konuda Yeniden Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı Doğan Bekin ile bir röportaj gerçekleştirdi.
Aşağıdaki yazıda Doğan Bekin'in verdiği yanıtları okuyabilirsiniz:
1- Sizce uluslararası kurumlar, Filistin’deki insan hakları konusunda ne kadar başarılı olabilmiştir? Eğer başarılı olmuşlarsa neden Siyonist Rejim’in insan hakları karşıtı tavırları sürüyor?
Uluslararası kuruluşlar aslında Siyonist İsrail’in insan hakları konusundaki kötü sicilinin farkındalar. Buna rağmen İsrail’in insan ihlallerini görmezden gelerek veya göz ardı ederek eylemlerini adeta meşrulaştırma yoluna gitmeyi tercih etmektedirler. Örneğin Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi kurulduğu 2006 yılından şu ana kadar İsrail’i 45 kararda kınama yoluna gitmiştir.
Keza Birleşmiş Milletler Genel Kurulu da işgalci Siyonist İsrail’i işgal altındaki Filistin topraklarında saldırgan ve yayılmacı politikalar uyguladığına dair bir dizi kararlar aldı. BM Güvenlik Konseyi de İsrail’e yönelik yaklaşık 226 karara imza attı.
Bütün bunlara rağmen Siyonist İsrail’in yayılmacı politikaları ve insan haklarına aykırı eylemleri aynı hızla devam etmektedir. Son olarak İnsan Haklarını İzleme Örgütü; Siyonist İsrail ile ilgili “apartheid ve zulüm suçları" başlıklı 213 sayfalık rapor yayımladı. Bu örgütün İcra Direktörü Kenneth Roth, "Milyonlarca Filistinlinin, herhangi bir meşru güvenlik gerekçesi olmaksızın ve yalnızca Filistinli oldukları ve Yahudi olmadıkları için temel haklardan mahrum bırakılarak ırk ayrımcılığına tabi olduklarını” açıkça ifade etti. ABD Beyaz Saray Sözcüsü Jen Psaki ise; söz konusu raporda kullanılan apartheid ifadesinin kendi bakış açılarını yansıtmadığını belirterek bir bakıma her zaman olduğu gibi üstü örtük olarak İsrail’in arkasında yer aldıklarını göstermeye çalışmış oldu.
Ne yazık ki, tüm bu raporlara rağmen, ABD’nin BMGK’deki desteğinden ve veto hakkından güç devşiren İsrail, her türlü kararı göz ardı ederek Filistinlilere yönelik aynı politikalarına devam etmektedir. Burada İsrail’i destekleyen uluslararası Yahudi lobi kuruluşlarının ve küresel ekonomik gücü ellerinde bulunduran Siyonist sermaye gücünün etkinliğini de göz ardı etmemek gerekir düşüncesindeyiz.
2- İsrail karşıtı BM Güvenlik Konseyi kararlarının çoğu neden ABD tarafından veto ediliyor?
ABD, İsrail’i kendisinin Ortadoğu’daki ileri karakolu ve en güvendiği güç olarak görmekte ve bu nedenle İsrail’in güvenliğini kendi güvenliği olarak görmektedir. Bu nedenle, İran, Türkiye ve Mısır gibi bölgesel güç merkezlerine karşı siyasi sarkaç olarak desteklemektedir. Ortadoğu’da güçlü bir İsrail demek, ABD’nin çıkar ve güç politikasının güçlü olmasıyla eşanlamlı olsa gerek.
İsrail, Suriye’nin toprak parçası olan stratejik öneme haiz Golan Tepeleri üzerindeki illegal işgalini sürdürürken eski ABD Başkanı Trump’ın buraların İsrail’e ait olduğunu ifade etmesi uluslararası hangi hukukla izah edilebilir.
3- Size göre, Filistin haklarının ihlal edilmesinde en çok hangi hükümetler rol oynamaktadır?
Hiç şüphesiz Filistin haklarının ihlal edilmesinde en az İsrail kadar ABD’nin de rol oynamakta olduğunu göz ardı etmemek gerekir düşüncesindeyiz. Şöyle ki; Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 20 Ağustos 1980 tarih ve 2245 sayılı oturumunda aldığı kararla, İsrail’in Kudüs’ü İsrail rejiminin “tam ve birleşik” başkenti olarak kabul eden 30 Temmuz 1980 tarihli Kudüs Yasasını uluslararası hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle kınadı. Alınan karar gereği, BMGK’nin İsrail’in Kudüs Yasası’nı tanımayacağını açıkça belirtilerek Birleşmiş Milletlere üye ülkelere de BMGK’nin kararına uyma çağrısında bulundu. İşin ilginç yanı ABD, o dönemin konjonktürüne ve Müslüman ülkelerle ilişkileri zedelememe adına bu oturuma katılmayarak alınan kararı veto etmedi.
Bundan amaç, ABD’nin o dönemde İran’a karşı yürütmekte olduğu politikadan yola çıkarak Ortadoğu’da diğer Müslüman ülkelerin de ABD karşıtı politikalara yönelebileceklerine olan endişeden kaynaklanıyordu. ABD, o dönem bu hamleyi sırf stratejik yönden ve İsrail’i dolaylı olarak korumaya yönelik bir anlayışla veto etmedi. Ama aynı ABD, zamanı çok iyi ayarlayarak Irak, Suriye, Libya, Mısır ve Yemen’de yaşanan sorunlardan yola çıkarak Müslümanların kendi iç sorunlarıyla uğraştığı bir dönemde asıl politikasının gereğini yerine getirmekten hiç tereddüt etmeyerek 6 Aralık 2017 tarihinde Kudüs’ü İsrail’in resmî başkenti ilan etti ve Tel Aviv'de bulunan Amerikan büyükelçiliğinin Kudüs'e taşınmasını sağladı.
Türkiye ve İran, D-8 konusunda daha aktif ve güçlü işbirliğine gitmeleri durumunda Küresel Yönetişimde önemli bir güç merkezi haline gelebilecek olan D-8 Örgütünün de İsrail’in gayri kanuni uygulamalarının önünde güç birliği yapabilir.
4- İran ve Türkiye Filistin halkının haklarının korunması için hangi adımları birlikte atmaları gerekiyor?
Şu bir gerçektir ki, Filistin halkının haklarının korunması yolunda Ortadoğu’da pivotal güç olan İran ve Türkiye dışında bir ülkenin varlığından söz etmek şu anda pek mümkün gözükmemektedir. Çünkü ABD eski Başkanı Trump’ın girişimleri sonucu sözde “Yüzyılın Anlaşması” adlı belgeye bir Ortadoğu ve Fars Körfezi'ne kıyısı olan Arap ülkelerinin destek vermeleri ve İsrail ile diplomatik ilişkiler başlatmaları sonucunda Filistin ve Kudüs’ü yalnızlaştırmış oldular. Nitekim bundan büyük cesaret alan İsrail güvenlik güçleri, Ramazan ayının ilk günlerinden başlayarak Doğu Kudüs’te en stratejik nokta olan Şam(Damaskus) Kapısı ve Bab el Amud alanında hâkimiyet kurmak ve Mescid’i Aksa’ya giden yolu tamamen kontrolleri altına alma girişimleri Filistinlilerin büyük direnişi karşısında geri adım atmak durumunda kaldılar. Bunun üzerine Siyonist İsrail Başbakanı Netanyahu güvenlik güçlerinin o bölgeleri terk etmelerini istedi.
İşte bütün bu nedenlerden yola çıkarak Türkiye ve İran’ın özellikle Kudüs ve Filistin Halkının korunması ve haklarının ortak savunulması noktasında birlikte hareket etmeleri durumunda İsrail’in rahat şekilde hak ihlallerine gitmesi söz konusu olamaz.
Türkiye ve İran, Filistin örgütlerinin birleştirilmesi ve yekvücut hale gelmeleri konusunda ortak çalışmalar yürütmesi söz konusu olabilir. Ayrıca İsrail’in Kudüs, Batı Şeria ve Gazze’deki baskıcı ve ırk ayrımcısı uygulamalarına karşı uluslararası platformlarda güç birliği yapabilirler.
Türkiye ve İran, D-8 konusunda daha aktif ve güçlü işbirliğine gitmeleri durumunda Küresel Yönetişimde önemli bir güç merkezi haline gelebilecek olan D-8 Örgütünün de İsrail’in gayri kanuni uygulamalarının önünde güç birliği yapabilir.
İmam Ayetullah Humeyni’nin de ifade ettiği üzere “Amerikan İslamı” veya “Altınlı İslam” anlayışlı körfez ülkeleri idarecileri için asıl tehlikenin gerçek “İslam” ile yüzleşmeleri olduğunu ortaya koymaktadır. Çünkü Fars Körfezi'ne kıyısı olan Arap ülkeleri başta olmak üzere, İslam adına İsrail’in menfaat ve çıkarlarını korumaya çalışmaları ve Filistin ve Kudüs’teki gelişmeleri önemsememeleri bunun bir sonucudur. Şu anda, Ortadoğu’da yönetimleri ellerinde tutan bu anlayıştaki idarecilerin Siyonist İsrail ile ortak politikalar belirlemeye çalışmaları ve İsrail ile işbirliği anlaşmaları yapmaları bunun en bariz göstergesi niteliğindedir.
5- Size göre, bölgede daha çok İsrail'in çıkarlarını kapsayan barış planları neden henüz bir ilerlemeye neden olamamıştır?
İsrail, İran ve Türkiye’ye rağmen kendi çıkarına yönelik bir planı uygulayabilmesi söz konusu değildir. Zaten anlaşma yaptığı ülkeler sadece ekonomik güç olarak ön plana çıktığından, siyaseten uluslararası alanda kendi şahsi güçlerini koruyabilmek adına İsrail’in politikalarına teşne oluyorlar. Bu nedenle bu ülkelerle barış planının yürümesinin söz konusu olamayacağı ta baştan itibaren belli idi.
yorumunuz