Mehr Haber Ajansı'na konuşan eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış Türkiye'nin Balkan politikasını değerlendirdi. Yakış, "Türkiye’nin Balkan ülkeleriyle ilişkileri ve Türk-Yunan ilişkileri arasında organik bağ kurmak bence yanlış." dedi.

Türkiye topraklarının yüzde 5’ini oluşturan Doğu Trakya bölgesi Balkan coğrafyası içinde yer almaktadır. Bu nedenle coğrafi açıdan Türkiye bir Balkan ülkesidir.

Uzmanlara göre, Balkanlar bölgesi dört temel faktörden dolayı Türkiye için önemlidir; (1) Tarihsel bağlar, (2) Türkiye’de yaşayan Balkan kökenli nüfus, (3) Balkanlar’daki Türk ve Müslüman topluluklar, (4) bölgenin jeopolitik konumu. Bu dört faktör hem Balkanlar bölgesini Türkiye için önemli kılıyor hem de Türkiye’nin bölge devletleri ve halkları ile olan ilişkilerini yakından etkiliyor.

Mehr Haber Ajansı muhabiri bu konu hakkında Eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış ile bir röportaj gerçekleştirdi. Aşağıdaki yazıda bu röportajı okuyabilirsiniz. 

1- AKP’nin son yirmi yılda, Balkan ülkeleri de dahil olmak üzere  daha önce Osmanlı hükümeti tarafından yönetilen ülkelere özel ilgi gösterdiğine tanık olduk. Arap Baharı ve  bölgedeki diğer gelişmelere  rağmen, Balkanların Türkiye için jeopolitik olarak önem taşıdığı ve Türkiye’nin hala Balkan ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmeye çalıştığı görülmektedir. Size göre, Balkanların, Türkiye için jeopolitik önem taşımanın sebebi nedir? 

Türkiye Balkanlara iki nedenle ilgi gösteriyor. Birincisi, Osmanlı Devleti Balkanlardaki nüfus terkibini değiştirmek için asırlar boyunca Anadolu’dan oralara nüfus transferi yapmıştı. Buna ek olarak siyasi beklenti nedeniyle veya İslam dinini Hristiyanlıktan daha ilgi çekici buldukları için İslamiyet’i kendi arzularıyla kabul edip Müslüman olanlar da var. Bulgaristan’ın nüfusunun yüzde onu civarında Türkçe konuşur. Yunanistan, imzaladığı uluslararası anlaşmaları ve Avrupa Birliği'nin kurallarını çiğneyerek, Batı Trakya’daki Türklerin varlığını inkâr ediyor. Onların Türk değil Müslüman olduklarını ileri sürüyor. Bir Yunanlı politikacı, Türk kimliğini telaffuz etmek istemediği için “Burada Müslüman diliyle konuşan bu kadar önemli bir kitle olduğunu bilmiyordum” demişti. Eski Yugoslavya’da Boşnaklara “Siz Türk’sünüz. Onun için Türkiye’ye gidin” diye hakaret edilmiştir. 

İkinci neden şudur: Balkanlar Türkiye’nin yakın coğrafyası ve komşularıdır. Orada cereyan eden siyasi gelişmelere Türkiye’nin ilgisiz kalması doğru olmaz.

Ancak Balkanlara gösterilen bu ilgi AK Parti’nin 20 yıllık iktidarının tamamı için geçerli değildir. 2008 ve hatta 2011 yılına kadar Türkiye’nin Balkan politikası, Cumhuriyetin kuruluş yıllarına kadar uzanan istikrar politikasının devamı idi. Çünkü Osmanlı Devleti dağıldıktan sonra Cumhuriyetçi yeni Türkiye önce Lozan Barış Anlaşmasıyla belirlediği sınırları güvence altına almaya özen gösteriyordu. Bu nedenledir ki 1934 yılında Bulgaristan’ın revizyonist politikalarına karşı Balkan Paktı’nın kurulmasına öncülük etti. Aynı şekilde Orta Doğu’daki sınırlarını da konsolide etmek için 1937 yılında İran’la birlikte Saadabad Paktı’nın kurulmasına öncülük etti.

2011 yılından itibaren Türkiye’nin dış politikasında yeni-Osmanlıcı (Neo-Ottomanist) söylemler dillendirilmeye başladı. Bu söylemler, ister istemez, bölge ülkelerinde tedirginlik yarattı. 

Türkiye Balkanlar’daki Türk ve Müslüman halkları, o ülke rejimine karşı bir tehdit olarak değil, bir barış köprüsü olarak kullanmak için çaba göstermelidir. Başka bir deyişle oralardaki Türk veya Müslüman azınlıklarının jeopolitik önemini olumlu yönde kullanmalıdır.   

2- Türkiye'nin Balkanlar'da yumuşak güce sahip olduğu söylense de, Arnavutluk gibi ülkeler PKK veya Fethullah Gülen (2016'daki başarısız darbenin elebaşı) örgütüne ev sahipliği yapıyor. Ankara'nın Arnavut hükümetinden bu grupların faaliyetlerini engelleme talebine rağmen bir sonuç alınmamıştır. Aynı konu Kosova için de geçerlidir; Türkiye, Kosova'nın bağımsız bir ülke olarak tanınmaya çalışıyor. Ancak Kosova geçenlerde Türkiye'nin de kınadığı bir hareketle Kudüs'teki büyükelçiliğini açtı. Bu, Erdoğan'ın istediği gücü Balkanlar'da elde etmediğini gösteriyor. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Fetullah Gülen Hareketi'nin Türkiye’deki tanımlanış tarzı ile birçok yabancı ülkede tanımlanış tarzı arasında önemli farklar vardır. 17 Aralık 2013 tarihine kadar, AK Parti içinde önemli bir konuma gelmek için Fetullahçı olmak bir ön şart olarak görülüyordu. 

Ağustos 2004 tarihindeki Milli Güvenlik Kuruluna sunulan bir raporda Fetullah Gülen Hareketi “dini değerleri istismar eden” gruplar arasında görülüyor ve “milli güvenliğe tehdit” olarak değerlendiriliyordu. Hükümet 9 yıl boyunca bu tehdidi görmezlikten geldi. Ancak Fetullah Gülen Hareketi, bazı bakanların ve çocuklarının yolsuzluğa bulaştığı yolunda iddialar ortaya attığı zaman, hükümetin Fetullah Gülen Hareketi'ne karşı tavrı değişti. 
  
Her ülkenin Fetullah Gülen Hareketini kendi kriterlerine göre değerlendirmesi doğaldır. Hangi ülkenin kiminle nasıl ilişki kuracağına ve o ülkenin başkentinde Büyükelçilik açıp açmayacağına da o ülke makamları, kendi politikaları ışığında karar verirler. Kosova Kudüs’te Büyükelçilik açtı diye Türkiye’nin Kosova’ya karşı bir tavır koyması bence doğru olmaz. Bu konu Kosova makamlarının karar vereceği bir konudur. 

Ben Kosova’nın bu kararını Türkiye’ye karşı olumsuz bir tutum olarak görmem. 

3- Türkiye’nin, Kıbrıs ve Ege adaları gibi konulardan kaynaklanan gerilimlerden ve Ankara-Atina ilişkilerinden dolayı Balkan ülkeleriyle ilişkilerine önem verdiği söyleniyor. Bu konu hakkındaki görüşünüz nedir?

Türkiye’nin Balkan ülkeleriyle ilişkileri ve Türk-Yunan ilişkileri arasında organik bağ kurmak bence yanlıştır. Bu iki konu birbirlerinden farklı pistlerde yürüyen iki ayrı konudur.  

Muhabirler:

Azer MAHDAVAN

Roya FEREYDUNİ