Yakın Doğu Haber’in Genel Yayın Yönetmeni araştırmacı yazar Alptekin Dursunoğlu, Filistin direnişinin bölgeye ve dünyaya etkisini Aydınlık’a anlattı. Aksa Tufanı Operasyonu’nun HAMAS’ın liderleri Muhammed Dayf ve Yahya Sinvar tarafından özel olarak planlandığını belirten Dursunoğlu, İran, Hizbullah ve direniş eksenindeki diğer güçlerin habersiz olmasına rağmen buna itiraz etmeyip destek verdiğini söyledi. Oslo süreci gibi Batı’nın dayattığı “siyasi çözüm”ün artık geride kaldığını belirten uzman, “Önce İsrail’in meşru müdafaa hakkı olduğunu söyleyen Batılı devletler, HAMAS’ın kararlı mücadelesi sonrası ‘iki devletli çözüm’ planını tekrarlamaya başladı. Fakat geçmişte buradan hiçbir şey elde edilmediğini Filistinliler gördü.” ifadelerini kullandı.
İşte Dursunoğlu'nun değerlendirmeleri:
*Aksa Tufanı Operasyonu’nun böyle bir zamanda yapılmasının özel bir anlamı var mı? HAMAS neyi bekledi operasyon için?
Gözlemlerime göre öncelikle 7 Ekim’de operasyonun yapılmasının özel bir seçim olduğuna dair bir fikrim yok. Yani tarihsel olarak atıf yapılacaksa işte o meşhur 73 savaşı (Yom Kippur) ekim ayında olmuştu. Ama yine de onunla paydaşlık kurulacak bir durum olduğunu düşünmüyorum. Fakat HAMAS’ın böylesi bir hazırlığı olduğu çok açıktı. Onu şuradan söyleyebiliriz, İran’ın 2017’den itibaren Şehit Kasım Süleymani’nin geliştirmeye çalıştığı ‘Alanların Birliği’ stratejisi vardı.
Bu stratejiyi şöyle özetleyebiliriz: Gazze’de bir olay olduğunda Batı Şeria’dakiler bunu basından izliyordu. Aynı şey Batı Şeria’da oldu mu Gazzeliler olduğu yerden izliyordu. Yani harekete geçilemiyordu. Bu stratejiye göre Batı Şeria’da, Kudüs’te ya da Gazze’de bir olay olduğunda diğer bölgeler de buna karşı organize bir hareketlilik gösterecek. Bir de bu stratejinin daha geniş çaplısı ise bölgesel anlamda Alanların Birliği. O da şu: Filistin merkez olmak üzere bütün direniş ekseni bileşenlerinin, birine karşı yapılan saldırıya yanıt vermesi. Bunu da Yemenlilerin, Hizbullah’ın, Irak direnişinin yaptığı eylemlerde görüyoruz.
İlk Pratik: Kudüs'ün Kılıcı
Alanların Birliği stratejisini somut olarak ilk defa 2021’de Kudüs’ün Kılıcı savaşında gördük. İşgalci İsrail, Kudüs’ün Şeyh Cerrah mahallesini tehcir etmek istedi. Sonra olaylar büyüdü ve Filistin tarihinde hiç olmayan bir şey meydana geldi: Gazze’den İsrail’e yanıt olarak füzeler atıldı. Yani Alanların Birliği çerçevesinde Kudüs’teki bir olayda Gazze devreye girmiş oldu. Bu süreçte İslami Cihad liderleri hedef alındı. İslami Cihad bir haftaya varan çatışmalara girdi. İsrail, Kudüs’e Gazze’ye defalarca saldırıyordu fakat HAMAS’tan ses yoktu. İster istemez direniş gruplarında, ‘HAMAS neden ortada yok? Hani Alanların Birliği vardı? HAMAS İsrail’le uzlaşıyor mu?’ gibi sorgulamalar yapılıyordu. Anlaşıldı ki 7 Ekim’e kadar HAMAS kendini Aksa Tufanı Operasyonu’na hazırlamış. Bu belli olmasın diye de kendisinin başlatmadığı kontrol etmediği savaşlardan uzak durmuş.
Gazz'de silah üretimi var
2017’de Gazze’de tek bir Filistin yönetimi var ve dolayısıyla oraya silah intikali direniş ekseni tarafından sağlanıyor. Özellikle İran, Suriye ve Hizbullah üzerinden oraya bir silah aktarımı söz konusu. Hatta askeri altyapı inşası söz konusu. Yani yerelde bir üretim var. Bu projenin formülünü de ablukadan dolayı General Kasım Süleymani geliştirdi. Bunu zaten Filistinliler de söylüyor. Daha öncesinde İran Sudan’da roket fabrikası kurmuştu, hem Sudan’ın hem de Gazze’nin ihtiyaçlarına yönelik. Fakat sonrasında Sudan, Suudilerin safına geçince proje sona ermiş oldu. Böyle bir durumda birincisi Gazze'de askeri altyapı oluşturulması, ikincisi de Batı Şeria'nın silahlandırılması söz konusu oldu. Gazze’ye desteğin sağlanması için bir silahlı gücün oluşturulması fikrini en üst perdeden Ayetullah Hamaney defalarca söylemiştir.
Aksa Tufanı'nın amaçları
Resmi açıklamadan hareketle Aksa Tufanı Operasyonu’nun iki amacının olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi, işgalci Güvenlik Bakanı Ben-Gvir’in Mescidi Aksa'yı Yahudileştirme yönündeki ciddi açıklamaları. Bunun engellenmesi için harekete geçildi, hatta operasyona Aksa Tufanı isminin koyulmasını da bununla bağdaştırdılar. İkincisi de esir değişimi. İsrail ile sözüm ona siyasi çözüm sağlanmaya çalışılır, ya da bu konu İsrail’in insafına bırakılacak olunursa Filistinli tutsaklar ömür boyu serbest bırakılmayacaklardı. Mesela bunların arasında Mervan el-Bergusi, Ahmet Saadat gibi isimler var, bu isimleri siyasi çözüm vs bekleyerek çıkaramazsınız. Bundan dolayı olabildiğince fazla İsraillinin esir alınması planlandı ve pazarlık için masaya konuldu. Yahya Sinvar da Gilad Shalit ismindeki İsrailli asker ile takas edilerek serbest bırakılmıştı hatırlarsanız.
İsrail-Arap normalleşmesini engelleme
HAMAS’ın siyasi olarak Arap ülkeleriyle ilişkilerinden dolayı açıklanmayan bir üçüncü hedef de İsrail-Arap normalleşmesinin engellenmesi. Çünkü İsrail ile Arap ülkelerinin tamamının normalleşmesi halinde Filistin direnişi doğrudan ‘terör pozisyonuna’ düşecekti. 7 Ekim’den birkaç gün önce Suudi Arabistan'la artık normalleşme görüşmeleri konuşuluyordu. Aksa Tufanı olmasaydı 1-2 hafta içerisinde muhtemelen Suudilerle İsrailliler masaya oturmuş İbrahim Anlaşması imzalıyor olabilirdi. Örneğin Suudiler 2015’te HAMAS’ı terör örgütü ilan etti. Hizbullah'ı da aynı şekilde. Benzer bir durum Birleşik Arap Emirlikleri için de geçerli. Bölgede nüfuz sahibi olabilecek Arap devletlerinden birisi Mısır, devlet kapasitesiyle, ordusuyla diğer Arap ülkelerine göre en potansiyelli onlar. Ama Mısır’ın artık eskisi gibi bir pozisyonu yok. Şimdi liderlik anlamında Mısır böyle tarih sahnesinden çekilince, diğerleri de para ile (Mısır da dahil) her şeyi satın alarak bu işi sürdürüyorsa, dolayısıyla geçmişteki gibi bir Arap pozisyonu kalmıyor. Eskisi gibi kalmayan Arap pozisyonu bir de normalleşmeyle İsrail’in tarafına geçmiş olacaktı. Bu sebeple normalleşme sürecinin bir şekilde sabote edilmesi gerekiyordu. Aksa Tufanı’nın en önemli etkilerinden birisi de bu oldu.
Türkiye'de ilk başlarda hava farklıydı
HAMAS’ın operasyonuyla birlikte hükümet içerisindeki beklenti şuydu: ‘İsrail tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir saldırı yedi, dolayısıyla İsrail rejimi bunları mahvedecek. İsrail saldırılarına Gazze nasıl dayansın? Bundan dolayı biz bu işe bulaşmayalım.’ Hatırlayın Bülent Arınç HAMAS’a ‘2 tane füze atıyorsun senin ne gücün var’ gibi açıklamalar yapmıştı. Bu bence Arınç’ın kişisel görüşü değildi. HAMAS’ı suçlayan İran’ın bölgeyi kışkırttığı yorumları yapılıyordu. Fakat HAMAS’ın ciddi direnişi, İsrail’in katliamları sonrası sert tepkiler geldi ve Türkiye’de hava değişti. İsrail hastane bombalıyor 500’den fazla insan ölüyor İslam İşbirliği Teşkilatı toplanıyor sadece kınıyor. Bu açıklamalar tepki topladı.
Lübnan'a savaş açmak intihar olur
Netanyahu Lübnan’a saldırı sinyali vererek ABD’nin kendisini yalnız bırakmayacağı hesabını yapıyor. İlk başta ABD’nin Doğu Akdeniz’e uçak gemisi konuşlandırmasının sebebi, HAMAS güneyden savaşırken, kuzeyden de Hizbullah’ın girmesi durumunda bir engelleme oluşturmaktı. Fakat Hizbullah bunu yapmadı ve bir yıpratma savaşına girdi. İsrail rejiminin önemli hava kontrol radar sistemlerini yok etti. İsrail, Hizbullah’ın Litani nehrinin kuzeyine çekilmesini istiyor. Çekilmezlerse Gazze’ye yaptıkları gibi Lübnan’a saldıracaklarını söylüyor. Netanyahu’nun savaşı uzatıp hele ki Lübnan'a yayması halinde bu bir intihar olur. Çünkü 2006 yılında başlarına ne geldiğini biliyoruz. Aynısını 2006’da denediler yapamadılar. Ki şu anda 2006’daki Hizbullah’la şimdiki arasında uçurum var. Eskiden Katyusha füzeleriyle savaşıyordu Hizbullah, şimdi nokta atışı yapacağı füzeleri var. Hayfa'da kimyasal tesisler var. Hizbullah’ın oraları vurduğunu düşünün. İsrail bir kitle imha silahın üstünde oturuyor aslında. Bu açılardan rasyonel olarak düşündüğümüzde bunun bir blöf olabileceğini varsayıyoruz. Ama Gazze’ye nükleer füze atmayı düşünen bir Netanyahu gibi akıl dışı bir yönetimin böyle bir çılgınlığı yapacağı da ihtimal dışı değil.