İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü İsmail Bekayi, Şehit Reisi hükümetinin komşuluk politikasının güçlü sekilde sürdüğünü belirtti.

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü İsmail Bakai, "100 Günlük Hükümet ve Etkin, Kapsayıcı Diplomasi" başlıklı bir yazısında şu değerlendirmelerde bulundu:

"On dördüncü hükümet, bir yandan ülkemiz beklenmedik ve üzücü bir olay sebebiyle normal dört yıllık dönem sona ermeden hem Cumhurbaşkanını hem de Dışişleri Bakanını kaybetmiş bir durumda göreve başladı. Öte yandan Batı Asya bölgesi, Filistin'in işgal altındaki topraklarında soykırımın devam etmesi, aynı zamanda Siyonist rejimin Lübnan’a yönelik saldırılarının artması ve İran İslam Cumhuriyeti’ne karşı tekrarlanan tehditleri nedeniyle son derece gergin ve güvensiz bir durumda bulunuyordu. Bu durum, bugüne kadar herhangi bir iyileşme göstermediği gibi daha da karmaşık hale geldi.

Cumhurbaşkanının yemin töreninden sadece birkaç saat sonra, resmi ve üst düzey bir konuğun Siyonist rejim tarafından düzenlenen terör saldırısına uğraması ve ülkenin toprak bütünlüğü ile ulusal egemenliğinin ihlal edilmesi, diplomasi yürütmek için hassas bir planlama ve iki kat fazla çaba gerektirdi. İşgalci rejimin bu saldırısı, yalnızca direniş ekseninin önde gelen isimlerinden birini hedef alan barbarca bir eylem değil, aynı zamanda 14. hükümetin bölge ve dünya ile ilişkileri güçlendirme yönündeki ilan edilmiş programını etkisiz hale getirmek için yapılan kışkırtıcı bir girişimdi.

Böyle bir ortamda, sistemin diplomatik hedeflerini ilerletmek, hassas bir planlama ve çok katmanlı bir çaba gerektiriyordu. Zaman unsuru son derece kritik bir öneme sahipti ve fırsatlardan en iyi şekilde yararlanmak bir zorunluluktu. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun yıllık oturumu, ülkelerin en üst düzeyde geniş katılımı, yoğun medya kapsamı ve medya imkanlarından yararlanma fırsatları nedeniyle, 14. hükümetin ilk diplomatik sınavı oldu ve bu fırsattan en iyi şekilde yararlanılmaya çalışıldı.

New York'ta gerçekleştirilen görüşmeler, "aktif, kapsayıcı ve etkili diplomasi" anlayışının somut bir yansımasıydı. Yapılan müzakereler, belirli ülke veya coğrafi bölgelere sınırlı kalmayıp beş kıtayı kapsıyordu. İran’ın girişimiyle yaklaşık iki yıl aradan sonra üç Avrupa ülkesiyle düzenlenen ortak toplantı, nükleer anlaşma (JCPOA) ile ilgili yaptırımların kaldırılması konusundaki müzakerelerin yeniden başlatılması ve İran-Avrupa ilişkileri bağlamındaki diğer konuların, özellikle Ukrayna meselesi ve Batı Asya’daki gelişmelerin ele alınması amacını taşıyordu.

Bu girişim, İran İslam Cumhuriyeti'nin aktif ve hedefe yönelik diplomasi yürütme kararlılığını açıkça ortaya koyuyordu. İran’ın sorumlu yaklaşımı, İran-Avrupa ilişkilerinde yeni bir dönemin başlangıcı olabilecek potansiyele sahipti. Ancak, bazı Avrupa aktörleri bu yapıcı yaklaşımı takdir etmedi ve bilerek ya da bilmeyerek Siyonist rejimin yıkıcı politikalarının etkisi altında kaldılar.

Aynı zamanda, Şehit Reisi hükümetinin komşuluk politikası gibi geçmişin başarılı girişimleri güçlü bir şekilde devam etti ve komşular, İran’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu oturumlarının oturumlarının diplomatik görüşmelerinin odak noktası oldu. Bu görüşmeler, Dışişleri Bakanı’nın bir sonraki girişimine zemin hazırladı ve "Gerçek Vaat 2" savunma operasyonu sonrasındaki gergin atmosferin doruk noktasında bölge ülkelerine gerçekleştirdiği seyahatlerle hayata geçirildi.

Dışişleri Bakanı’nın bizzat bölge ülkelerine giderek, Fars Körfezi ülkeleri, Türkiye, Pakistan, Mısır ve Ürdün gibi komşuların üst düzey yetkilileriyle görüşmeler gerçekleştirmesi, diplomasi alanında hassas bir dönemde alınan son derece önemli bir karardı. Bu karar, hem İran’ın Batı Asya bölgesinin güvenliğini korumak amacıyla bölge ülkeleriyle uyum ve işbirliği konusundaki köklü ve ilkesel yaklaşımına dayanıyordu hem de Filistin’i yok etme ve Batı Asya ile Körfez bölgesini güvensiz ve istikrarsız hale getirme amacı taşıyan şeytani planlara karşı İran İslam Cumhuriyeti’nin bölgeyi seferber etme konusundaki kararlılığını gösteriyordu.

Başka bir deyişle, İran İslam Cumhuriyeti, en gergin dönemlerden birinde bile komşuluk politikasını sürdürmekten vazgeçmedi. Dayatılan bu kriz durumu, bölge ülkeleriyle dostluk ilişkilerini kanıtlama ve işgalci Siyonist rejim gibi ortak tehditlere karşı birlikte hareket etme gerekliliği konusunda karşılıklı anlayışı güçlendirme fırsatına dönüştürüldü. Bu girişim, bölgedeki barış ve istikrarı koruma adına önemli bir adım olarak öne çıktı.

Dışişleri Bakanı’nın bölgesel seyahatleri, Siyonist rejimin saldırgan yayılmacılığına karşı direnişin odak noktası olan Lübnan’dan ve direniş ekseninin temel dayanaklarından biri olan Suriye’den başladı. Bu seyahatler, sadece birkaç gün önce Hizbullah Genel Sekreteri’nin şehit edilmesinin ardından ve "Vade-i Sadık 2" operasyonunun üzerinden üç gün geçmişken gerçekleşti. Bu durum, diplomasi ile sahadaki direnişin en üst düzeyde koordinasyonunu, hatta daha doğru bir ifadeyle, "Diplomasinin Sahadaki Varlığını" ortaya koyuyordu.

Lübnan ve Suriye ziyaretlerinde, Dışişleri Bakanı’nın etkin diplomasinin ayrılmaz bir parçası olarak medya kapasitesinden faydalanması açıkça görüldü. Sahada bulunmanın getirdiği gerçek risklere ve Lübnan ile Suriye'de geçirdiği sürenin kısalığına rağmen, İran İslam Cumhuriyeti’nin mantıklı ve sorumlu duruşunu açıklamak ve Filistin ile Lübnan halkının işgal ve saldırılara karşı meşru direnişine olan desteğini göstermek için her fırsat değerlendirildi. İran’ın bu kararlılığı, İtalya devlet televizyonu RAI 3 gibi uluslararası medya kuruluşları aracılığıyla Avrupa ve Batı dünyası halkına ulaşarak diplomasiye medya boyutunu entegre etme anlayışını ortaya koydu.

Fars Körfezi İşbirliği Konseyi'ne üye 6 ülkenin dışişleri bakanları ile İran Dışişleri Bakanı'nın, "Asya Diyalog Forumu" (ACD) zirvesi sırasında düzenlediği ilk ortak toplantı, Fars Körfezi ülkeleriyle ilişkilerde olağanüstü bir ivme kazandırdı. Bu sürecin devamında, İran Dışişleri Bakanı’nın Fars Körfez ülkeleri, Irak, Mısır, Ürdün, Pakistan ve Türkiye ile diplomatik görüşmeleri sürdü.

Bu geniş çaplı diplomatik girişimlerin en dikkat çekici sonuçlarından biri, diplomatik ilişkilerin bulunmadığı ülkeleri bile kapsayan bir yaklaşımla Riyad'da düzenlenen İslam-Arap Zirvesi oldu. Zirvede, bölge ülkeleri, Siyonist rejimin savaş yanlısı politikalarına karşı benzeri görülmemiş bir birliktelik sergiledi. Bu gelişme, İran’ın bölgesel istikrarı koruma ve işgalci rejimin yıkıcı politikalarına karşı dayanışmayı artırma konusundaki başarısını gösterdi.