Mehr Haber Ajansı'nın konuğu olan ünlü sunucu İkbal Gürpınar Tahran ziyareti ile ilgili izlenimlerini anlattı.

Ünlü sunucu İkbal Gürpınar geçen Pazar günü Tahran'da Mehr'i ziyaret etti. Gürpınar ile yaptığımız samimi sohbetimizde İran'la ilgili düşüncelerini sorduk.

İran'a gelmesinin Alllah'ın bir ikramı olarak değerlendiren Gürpınar İran'daki kadınların özgürce yaşadığını tüm zorluklara rağmen Gazze'ye nasıl yarım sağlayabildiğini ve İslam dünyasında birliğin neden olmadığı gibi konuları anlattı.

Aşağıdaki yazıda bu röportajı okuyabilirsiniz:

*Bize bir sunucunun gözünden İran’ı anlatın?

Ben Tahran’ı gezdim ve iki gün üst üste kitap fuarını gezdim. Gülistan Sarayı’na gittim. Çok güzeldi. Halı Müzesine de gittim. Bayılıyorum İran halılarına. Farsça’ya aşık olan arkadaşlarım var onlara Hafız’dan kitaplar aldım. Farsça çok derin bir dil. Bir de İranlılar çok kibar ve nezaketli insanlar. Ama tabi Batı ve siyonistler İran’ı korkulacak bir yermiş gibi göstermeye ve anlatmaya çalıştılar. Buraya gelmeden evvel arkadaşlarım İran’a gitmeyin diye uyarmaya çalıştılar. Ben de açıkçası çok şaşırdım hayatın her alanında kadınlar var. Ve sokaklar tıklım tıklım kadın dolu. Kadınlar özgürce yaşıyor. Hep merak ediyorum daha önceden de kadınlar İran’da böyle özgürler mıydı?

*İran’a karşı ön yargınız var mıydı?

İran bize kapalı ve içi karanlık olan bir kutu gibi tanıtıldı. Ama sosyal medyadakı gezginler buranın güzelliklerini anlattı. Benim gelinim de devlet misafiri olarak buraya gelmişti ve çok da güzel ağırlamışlardı. Ben buraya gelmeyi çok istiyordum. Beni arayınca Allah’ım bu kabul olmuş bir duadır dediç. Ben buraya gelmeyi çok istiyordum hem İran’ı tanımak hem bu ülkenin o güzel mavi çinilerle süslenmiş camilerini görmek istiyordum.

*Fuarımızı nasıl buldunuz ?

Hayret ettim. Türkiye’de böyle bir fuar yok. Kitap çeşitliliği çok fazla ve çok kalabalıktı. Halkın teveccühünün kitaba olması çok güzel. Ama Batı ve Siyonistler İran’ı cahil bir ülke olarak tanıtmaya çalışıyorlar. Sanatını başka bir ülkeye aitmiş gibi anlatmaya çalışıyorlar. Ben ülkemizdeki bazı şarkıları İran’a ait olduğunu buraya geldiğimde anladım.

*Batı medyası özellikle Devrim zaferinden sonra medya aracılığıyla İran’ın aleyhine propaganda yürütmeye çalıştılar. Maalesef Türkiye’deki bazı basın ve medya kuruluşları bundan müstesna değil. Bu da Bizim komşu ülkemiz olan Türkiye vatandaşlarının bizi daha doğru tanımalarına engel oldu. Ama İran’ın da bu kadar ülkeye karşı kendini doğru ifade etmesi zor olduğunu düşünüyorum.

Gazze’ye bakın ama; Bugüne kadar Siyonistler kendilerini haklı ve Filistin’i haksız göstermeye çalıştılar. Ama gerçekler sosyal medya ile duyuruldu. Siz belki de çok açık olmamanızla ve daha fazla yabancı turistin gelmemesi ile kendinizi, kültürünüzü ve sanatınızı korudunuz. Gazze de öyle, o abluka ile kendini yani inancını ve direniş duygusunu korudu. Bu belki sizin için daha hayırlıymış. Dünyada her şeyin kirlendiği bir dönemde gerçek İran’ın nasıl bir ülke olduğunu nasıl bir kültüre ve sanata sahip olduğunu belki şimdi anlatması lazım.

*Gazze meselesine değindiniz. Gazze ile ilgili soru sormak istiyorum. Bildiğiniz gibi Gazze meselesi sadece İslam meselesi değil aynı zamanda insanlık meselesidir. Neden İslam ülkeleri arasında bu konuda tam birlik göremedik?

 Batı, modernizm ve ya özgürlük diye diye İnsanların birlik duydusunu elinden aldılar.

Peygamber efendimiz diyor ki “Kork Allahtan korkmayandan”. Abdülhamit Han döneminde Siyonistler İstanbul sokaklarını gezerken çocukların namazı kaçırmamak için camiye koştuğunu görüyorlar. Cocuklara sorduklarında namazı kaçıramayız belki 10 saniye sonra öleceğiz. Onlar da diyorlar ki biz bu ülkeyi yıkamayız çünkü çocuklarında bile bu bilinç var. Biz önce bunların dini inançlarını zayıflamalıyız. Nihayet Osmanlı’nın çöküşü gençlerin hareketi ile oldu. Dolayısıyla bizi azar azar zehirlediler. Şeytanın köleliğini ozgürlükmüş gibi gösterdiler. İnsan hakları ve demokrasiyi sadece kendilerine aitmiş gibi kabul edip bizi yok saydılar. Avrupa'da beyaz bir çocuk öldü diye yürüyüşler yapıyorlar ama Gazze’de 50 bine yakın insan öldü devletlerin biri tepki göstermedi. Halklarda bir uyanış var ama devletlerin tutumu ile halkların tutumu aynı değil. Neden sessizler sakladıkları bir şey mi var acaba diye endişe ediyorum.  

Allah cihadı emretmiş ama İslam ülkeleri hala sessiz. Rabbim Mümün, mümini kardeşidir diye emretmiş. Mescidi Aksa’yı Allah Teala bize emanet etmiş. Yani Mescidi Nebevi yada Mescidi Haram’ı değil Mescidi Aksay’ı korumayı bize emretmiş. Mescidi Aksa demek Gazze demek. Mescidi Aksa’nın huzur bulması Gazze’nin huzur bulması demektir. Gazze meselesi İslam birliği ve İslam ordusu ile ancak çözülebilir. Biz dosdoğru olmalıyız dosdoğru olursak Allah Bedir savaşı gibi bize yardım eder.

Ama Gazzeliler de çok izzetliler. Onlar Kur’an kerimi sadece okumakla kalmayıp onu yaşıyorlar. Onlar her hareketinin sonucunun Allah’ın katında ne anlama geldiğini biliyorlar. Onlarda rahat yaşamayı biliyorlar. Ama onurlu yaşamayı tercih ediyorlar. Ben 13 kez Kudüs’e gittim. Orada birçok çocuk okuttum. Hafız okuttum. Arkadaşlarım ile birlikte laptop götürüp dağıttım.

Uhud Dağında tanıştığım bir Gazzeli aile vardı. Ben onların Gazze’de yaşadıklarını bilmiyordum. Sonrasında ben Kabe’de tavaf ettiğimde tavaf namazımı kıldığım zaman yanıma bir adam geldi. Ben seni tanıyorum dedi. Sen beni nereden tanıyorsun diye sordum. Uhud’da sen bizim bayrağımızı salladın dedi. Benim haberim bile yok onlar ben bayrak salladığımda videomu çekmişler. Ondan sonra ben cumalarda bayramlarda sesli ya da görüntülü bu aile ile görüştüm. 7 Ekim’den sonra defalarca mesajlaşmalarıma rağmen bize yardım et demedi. Ta bir büçük sene geçene kadar. Geçen aralıkta görüntülü aradılar; aman Allah’ım tanıyamadım. Biz ölüyoruz bize yardım et dedi. Gelin buraya dedim. Biz Gazze’deyiz sınırlar kapalı gelemeyiz dedi. Ben bir şekilde para akışı sağlamanın yolunu buldum. Bombalanan evlerden bir kısmını tamir ettirdik. Gazze’de bütün Ramazan boyunca yemekler verdim. Aralık’tan beri ben yardım ediyorum. Ama 7 Ekim’den önce sürekli Kudüs’e gidiyordum. Ekim’den sonra ilk yardımım şöyle oldu. Benim 7 dönüm arazı içinde tek katlı bir evim vardı. Seyirciler evime gelmek istiyordu. Ben de bin lira verin ve gelin dedim. Gelmeyen de uzaktan göndersin canlı yayın yapıcam dedim. Evim tıklım tıklım doldu. Filistin’den gelen bir kaç kişiyi de ağırladım. Paranın hepsini Gazze’ye gönderdim. İlk yardımım öyle oldu. Ondan sonra gübre fabrikam vardı, onu sattım ve parasını Gazze’ye gönderdim. Şimdi de kira gelirlerim, ekstra gittiğim sonuculuklarımın parasının bir kuruşuna dokunmadan sürekli gönderiyorum. Sadece ben değil arkadaşlarım da yapıyor. Neden; çünkü Kuran bunu emrediyor; Yetime, öksüze ve yolda kalana yardım ederler ve buna karşı bir teşekkür dahi beklemezler.  Ben 5 kere Mısır’a gittim. Refah Sınır kapısından yardımlar gönderim.

Bana Filistinliler teşekkür ediyorlar. Ben de gerek yok bunları Allah gönderiyor. Ben senin durumunda olsaydım sen yapmaz mıydın? Bedir savaşında diyor ya sen atmadın Allah attı.

Bana bu hayatta ne öğrendin sormak isterseniz; hiçbir şeyin bana ait olmadığını söylerim. Hayatımın odak noktasına Allah’ın rızasını aldığım zaman o zaten beni sevmesi gereken herkese sevdirir. Artık insanların sevgisini kazanmak için uğraşmıyorum. Allah’ın söylediği gibi sadaka veren insanın malı tükenmez. Mesela ben para verip İran’a gelecektim ama Allah’ın ikramı oldu ve ben buraya davet edildim. Ben 5 kere Mısır’a gittim. Refah Sınır kapısından yardımlar gönderim.