Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) İran ile işbirliği seviyesine dair son raporu, ABD’nin İran nükleer tesislerine yönelik saldırısından yalnızca üç gün önce yayınlandı. Bu durum, ajansın teknik denetim yerine siyasi baskı aracı haline geldiğini bir kez daha gösterdi.
Son yıllarda UAEA, tarafsız teknik bir kurum olmaktan çıkarak İran’a yönelik siyasi baskılar için kullanılan bir araç haline geldi. Belirsiz, uyarı niteliğinde ve bilimsel temelden uzak raporlar:
• Gerilimi azaltmak yerine artırıyor,
• Tek taraflı yaptırımların zeminini hazırlıyor,
• Kamuoyunu manipüle ediyor,
• Ve hatta İran’a karşı doğrudan askeri saldırıları meşrulaştırıyor.
Haziran ayında yayınlanan son raporda, İran’ın işbirliği seviyesinin düştüğü iddia edildi. Bu açıklamadan sadece üç gün sonra, İsrail ve ABD, İran’ın Natanz, Fordo ve İsfahan’daki nükleer tesislerine saldırdı. İran Dışişleri Bakanı Abbas Erakçi, bu gelişmeyi UAEA Başkanı Rafael Grossi’nin taraflı tutumuna bağladı ve şöyle dedi:
“Grossi’nin önyargılı davranışları, İran aleyhinde siyasi bir kararın geçmesini kolaylaştırdı ve ABD ile İsrail’in yasa dışı saldırılarına zemin hazırladı.
UAEA: Tarafsız denetçi mi, yoksa savaşın ortağı mı?
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA), kendi tüzüğüne göre teknik ve tarafsız bir kuruluş olarak, üye devletlerin nükleer faaliyetlerini denetlemekle ve yalnızca bilimsel doğrulama çerçevesinde bulgularını raporlamakla yükümlüdür.
Ancak son yıllarda, özellikle İran’a karşı olan tutumunda bu kurumsal görevinden saparak, salt denetleyici olmaktan çıkmış ve siyasi baskı aracı haline gelmiştir.
Bu değişim, sadece UAEA’nın tarafsızlığına olan devlet güvenini zedelemekle kalmamış, aynı zamanda İran’a karşı kriz mühendisliğinde önemli bir rol üstlenmesine neden olmuştur.
UAEA’nın tarafsızlıktan sapmasının göstergeleri
Bu rol değişikliğinin açık örneklerinden biri, teknik olarak yetersiz, muğlak ve uyarı diliyle kaleme alınmış raporlardır. Bu raporlar genellikle siyasi açıdan kritik zamanlarda yayımlanır ve çoğu zaman kesin teknik dayanaklardan yoksundur.
Örneğin, “bildirilmemiş uranyum parçacıkları” ya da “zenginleştirme seviyesindeki artış” gibi konular, detaylı teknik inceleme yapılmadan ya da yorumlara açık bir şekilde kamuoyuyla paylaşılmakta.
Bu tür raporlar, her ne kadar hukuki olarak bağlayıcı olmasa da, medya, kamuoyu ve UAEA Yönetim Kurulu üzerinde güçlü etki yaratmaktadır.
Sonuç olarak, bu raporlar siyasi kararları şekillendirmekte, yeni yaptırımların uygulanmasına zemin hazırlamakta ve hatta askeri operasyonları meşrulaştırmak için kullanılmaktadır.
Raporların sızdırılması ve bilgi güvenliği
Bazı durumlarda, UAEA raporları kamuoyuna açıklanmadan önce Batılı ya da Siyonist medya organları tarafından yayımlanmıştır.
Bu durum sadece Ajans’ın bilgi güvenilirliğini sorgulatmakla kalmaz, aynı zamanda bu tür sızıntıların İran’a karşı yürütülen psikolojik savaşla doğrudan bağlantılı olduğunu gösterir.
UAEA’nın bu tür hassas bulguları öncelikle İran’la teknik müzakerelerle ele alması gerekirken, kamuoyuna açık ve siyasi içerikli raporlar yayımlamayı tercih etmesi, Ajans’ın amacının doğrulamadan çok siyasi baskı oluşturmak olduğuna işaret eder.
Sabotaj ve teröre sessizlik
Bir diğer endişe verici konu ise, İran’ın nükleer tesislerine yönelik sabotaj, siber saldırı ve bilim insanlarına yönelik suikastlar karşısında UAEA’nın sessizliğidir.
Ne fiziksel saldırılara, ne bilim insanlarının öldürülmesine, ne de Stuxnet gibi siber operasyonlara karşı Ajans’tan ciddi bir tepki gelmiştir.
Bu sessizlik, birçok bağımsız gözlemci ve kamuoyu nezdinde, Ajans’ın bu saldırılara dolaylı bir şekilde ortaklık ettiği algısını güçlendirmiştir.
Bilimsel misyonun savaş aracına dönüşmesi
Sonuç olarak, UAEA’nın bugün sergilediği tutum, kuruluşun teknik ve barışçıl misyonundan ciddi şekilde uzaklaştığını göstermektedir.
Bilimsel araçlarla barışı koruması gereken bir kurum, artık savaş ve gerginlik süreçlerini hızlandıran bir aktöre dönüşmüş durumda.
Eğer bu gidişat düzeltilmez ve Ajans’ın siyasileşmiş yapısı yeniden gözden geçirilmezse, yalnızca devletlerin teknik işbirliği zedelenecek değil, aynı zamanda NTP de ciddi şekilde tehdit altına girecektir.
Teknik raporlar mı, savaş senaryoları mı? UAEA’nın İran’a yönelik saldırılardaki rolü
Son yıllarda İran’a karşı düzenli olarak tekrar eden ve oldukça tehlikeli bir model dikkat çekiyor:
Her şey, UAEA’nın yayımladığı siyasi kokulu ama teknik dayanağı zayıf bir raporla başlıyor ve birkaç gün sonra bu rapor, askeri saldırılara gerekçe olarak kullanılıyor.
Bu senaryo ilk olarak şöyle gelişiyor: Ajans, İran’ın nükleer programıyla ilgili muğlak ve endişe verici ifadeler içeren bir rapor yayımlıyor. Bu raporlar genellikle yeterli teknik açıklama veya delil içermediği halde, medya tarafından hızla yayılıyor ve küresel kamuoyunda bir “kriz algısı” oluşturuluyor.
Medyanın rolü: Teknik uyarıdan psikolojik operasyona
Bu raporlar, Batı medyası tarafından geniş şekilde ele alınıyor. Analizler çoğu zaman teknik ya da hukuki değil; aksine, siyasi ve güvenlik odaklı kurgularla sunuluyor. Bu da, özellikle İran’a karşı psikolojik baskının artmasına neden oluyor.
Sonrasında ise, bu medya kampanyaları siyasi karar alıcılara baskı kuruyor. Sonuç?
UAEA Yönetim Kurulu’nda İran aleyhinde kararlar alınması, yeni yaptırımların gündeme gelmesi ve en kötüsü, bu raporların askeri müdahalelere zemin hazırlaması…
Haziran-Temmuz 2025 senaryosu: Rapor, medya ve saldırı zinciri
Bu döngü, Haziran ve Temmuz 2025’te yaşanan 12 günlük savaşta çok net bir şekilde ortaya çıktı:
Haziran ayında UAEA, İran’ın denetim işbirliğini “asgari seviyeye indirdiğini” belirten bir rapor yayımladı.
Ancak bu rapor, İran’ın teknik gerekçelerini dikkate almadan ve siyasi bağlamı görmezden gelerek İran’ı tamamen sorumlu göstermeye odaklanmıştı.
Ve sadece üç gün sonra, İsrail ve ABD tarafından İran’daki Natanz, Fordo ve İsfahan’daki nükleer tesislere yönelik eş zamanlı saldırılar gerçekleşti. Bu saldırılarda kullanılan gerekçelerin başında da UAEA’nın söz konusu raporu vardı.
Bu noktada dikkat çeken en önemli şey, raporun yayınlanmasıyla saldırının başlaması arasındaki kısa süredir.
Bu hız, bu tür UAEA raporlarının çoğu zaman bir “ön alarm” değil, önceden planlanmış güvenlik operasyonlarının bir parçası olduğunu düşündürüyor.
Başka bir deyişle, Ajans’ın yayımladığı ve tarafsız olması gereken raporlar, aslında İran’a yönelik bir dizi baskı, yaptırım ve askeri müdahale zincirinin ilk halkası haline gelmiştir.
Ajansın tarafsızlığı sorgulanıyor
Bu tekrar eden model, sadece UAEA’nın bilimsel ve teknik itibarını zedelemiyor, aynı zamanda uluslararası kurumların barışı koruma işlevini de ciddi şekilde sorgulanır hale getiriyor.
Eğer bir kurumun teknik raporları, gerginliği azaltmak yerine savaş sebebi haline geliyorsa, o zaman şu soru kaçınılmaz olur:
UAEA gerçekten doğrulama yapan bir denetçi mi, yoksa savaşları meşrulaştıran bir siyasi araç mı?
Geçmişten günümüze: Ajansın yanlı raporlarının kurbanları
İran, Ajans’ın yanlı raporlarının en güncel ve açık kurbanı olsa da, tarih bu türden başka örneklerle de doludur:
1. Irak (2003) - Yanlış bilgilerle savaş
Irak’ın kitle imha silahları bulundurduğu iddiası, UAEA’nın teknik bulguları çarpıtılarak ABD ve İngiltere tarafından savaşa gerekçe yapılmıştı.
Ajans’ın dönemin Genel Direktörü Mohamed ElBaradei, Irak’ın nükleer programına dair somut delil olmadığını defalarca belirtmişti.
Ancak bu uyarılar göz ardı edildi ve medya üzerinden yürütülen kampanyalarla Irak işgal edildi; binlerce sivil hayatını kaybetti ve bölge hala istikrarsız.
2. Libya (2011)- İşirliğinin dedeli
Libya 2003 yılında nükleer programını gönüllü olarak sonlandırmış ve Ajans’a tam işbirliği sağlamıştı.
Ancak 2011’de NATO, bu geçmiş işbirliğine rağmen Libya’ya doğrudan askeri müdahalede bulundu.
Bu olay, Libya’nın işbirliğinin zayıflık olarak algılandığını ve Ajans’a güvenmenin ülkeye stratejik zarar verdiğini gösterdi.
3. Kuzey Kore- Tam tersi strateji
1990’larda Kuzey Kore, UAEA ve ABD ile anlaşma imzaladı ve Ajans denetçilerini ülkeye davet etti.
Ancak teknik anlaşmazlıklar ve siyasi baskılar sonucunda bu süreç bozuldu.