ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze konusunda sunduğu barış planı, Siyonist rejim Başbakanı Benyamin Netanyahu tarafından kabul edilmesiyle büyük tartışmalara yol açmıştır. Bu plan, birçok analist ve uzman tarafından eleştirilmekte ve özellikle bazı maddelerinin, özellikle de direnişin silahsızlandırılmasına dair ifadelerin, İsrail’in çıkarlarını korumak amacıyla hazırlandığı yönünde kanaatler oluşmaktadır.
Bazı uzmanlar, bu tür bir maddenin varlığının, planın temel amacının Filistin direnişini etkisiz hale getirerek İsrail’in güvenliğini artırmak olduğuna işaret ettiğini savunmaktadır.
Mehr Haber Ajansı Trump'ın Gazze palnına ilişkin Yeniden Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Doğan Bekin ile bir röportaj yaptı.
Aşağıdaki yazıda bu röportajı okuyabilirsiniz:
1-Trump'ın Gazze planının en önemli kısmı, Filistin direnişinin silahsızlandırılmasıyla ilgilidir. Tarih, ABD hükümetinin Filistin sorununu çözmek için sunduğu her planın, Filistin halkının temel taleplerini karşılamaması ve İsrail'in hedeflerini güvence altına almaya odaklanması nedeniyle başarısız olduğunu göstermiştir. Bunun örnekleri "Yüzyılın Anlaşması"nda ve hatta Balfour Deklarasyonu'nda görülebilir. Bu arka plan ve planda direnişin silahsızlandırılması çağrısı göz önüne alındığında, bu planın başarılı olmasını bekleyebilir miyiz?
Ortadoğu, büyük bir satranç tahtası gibi işliyor. Ne yazık ki, siyonist İsrail ile birlikte hareket eden Trump, burada Filistinlilerin ve Gazzelilerin sorunlarını öne çıkarmaktan çok, Ortadoğu’da siyonist İsrail’in hakimiyetini pekiştirmek için adımlar atmaktadır. Bu nedenle, Filistin sorununa kalıcı bir çözüm bulmanın mümkün olmadığını görmekteyiz.
Ortadoğu’yu anlamak, özellikle Filistin meselesini kavrayabilmek için tarihi, siyasi, sosyal ve toplumsal olayların iyi bilinmesi gerekir. Balfour Deklarasyonu ve İbrahim Anlaşması gibi olaylar, bu bağlamda önem taşımaktadır.
Gerçekten de, Amerika Birleşik Devletleri, kendi güvenliği için vazgeçilmez gördüğü İsrail’e büyük önem atfetmektedir. Bu bağlamda, ABD’nin Ortadoğu’da İsrail’in çıkarlarını öne alması, burada bir çözümsüzlüğü de beraberinde getirmektedir. Böylece, İsrail’in bu bölgede varlığını sürdürmesine katkı sağlamaktadır.
İsrail’in üstünlüğüne vurgu yapmak, bu hakimiyet fikrini pekiştirmektedir. Ancak bu iddia doğrultusunda geliştirdiği çözümler, ne yazık ki gerçek anlamda bir çözüm sunmamaktadır. Örneğin, Ariel Şaron’un döneminde ekonomi bakanı olan Netanyahu, Oslo Anlaşması çerçevesinde Gazze’nin Filistinlilere iadesine en fazla karşı çıkan kişiydi. Gazze, Filistinlilere yeniden verildiğinde, Likud Partisi’nden ve bakanlıktan istifa etti. Bu durum, Netanyahu’nun 1973 yılından itibaren Gazze’nin Filistinlilerden alınması için verdiği mücadelenin bir göstergesidir. Başbakanlığa geldikten sonra da bu fikirlerini hayata geçirmek için çaba sarf etti.
Netanyahu, ilk olarak Mısır ve Ürdün gibi ülkeleri Filistinlileri kabul etmeye zorlamaya çalıştı. Ancak bu ülkeler kabul etmeyince, katliamlara ve büyük suçlara imza atarak, Filistinlileri yok etmeyi amaçladı. Buna rağmen, Filistinliler Gazze’de büyük bir direniş gösterdiler ve kendi topraklarını savunarak uluslararası askeri literatürde yer alacak bir mücadele örneği sergilediler. Aslında, birkaç gün içinde işgal edilebilecek küçücük bir alanda, Siyonist İsrail’in hakimiyet kuramamış olması bu durumun sonucudur. Sonuç olarak, tehlike çanları İsrail için çalmaya devam edecektir.
Trump, başkanlığı döneminde 17 Ekim’de Balfour Anlaşması’nın 100. yıldönümünde büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyarak Kudüs’ü İsrail’in ebedi başkenti olarak tanıması, ABD’nin Ortadoğu’daki çözümsüzlüğünü de gözler önüne sermektedir. Netanyahu gibi Trump’ın da bağımsız bir Filistin devleti kurulmasına yanaşmadığı görülmektedir. Dışarıdan bir yönetim getirme girişimiyle Gazze’de çözümsüzlük yaratmaya çalıştığı anlaşılmaktadır. Bu bağlamda, Filistinlilerin gelecek planlarını göz ardı ederek sorunların çözüme kavuşmasını engellemektedir. Ancak bu planın, diğer girişimler gibi mutlak suretle başarısız olacağını ve kabul edilemeyeceğini vurgulamak istiyoruz.
2- Trump'ın planında, Filistinlilerin geri dönüş hakkı, bağımsızlık ve başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devletinin kurulması da dahil olmak üzere devredilemez haklarından hiç bahsedilmiyor. Filistin halkının temel haklarının göz ardı edilmesi, bu planın kırılganlığını ortaya koyuyor. Sizin görüşünüz nedir?
Trump’ın planında, Filistinlilerin geri dönüş hakkı, bağımsızlık ve Doğu Kudüs başkentli bir Filistin devletinin kurulması gibi devredilmez haklarından hiç bahsedilmemektedir. Bu durum, söz konusu politikaların bir sonucudur. Netanyahu’nun sürekli dile getirdiği bir gerçek var: Filistin’deki nüfus hızla artarken, Yahudi nüfusu azalıyor. Filistin nüfusunun neredeyse yedi kat bir artış göstermesi söz konusudur. Şu anda işgal altında tutulan bölgelerde bile Filistin nüfusunun oranı yaklaşık %20’dir. Bu artış, ileride Filistinlilerin demografik olarak, İsrail rejiminin kurulmasından önceki duruma geri döneceğini göstermektedir. Bu durum, İsrail’i korkutmakta ve bu nedenle Gazze’nin yanı sıra Batı Şeria’da da yerleşim yerleri kurarak, Filistinlilerin yaşadığı bölgeler arasındaki bağlantıları koparmaya çalışmaktadır. Bu strateji, adeta bir işgal ve paylaşım sürecine dönüşmüştür.
Ayrıca, orada oluşturulan güvenlik duvarları, Filistin bölgelerini birbirinden ayırarak, Filistin devleti kurulmasını zorlaştıracak adımlar atmaya devam etmektedir. Ancak, bu çabaların başarılı olma olasılığı düşüktür, çünkü Filistinliler, haklı davalarında direniş göstermeye devam etmektedir. Bu nedenle, Trump’ın planının uygulanması ve Filistinlilerin haklarının teslim edilmediği sürece, çatışmalar ve direnişin devam edeceği açıktır.
Bazı Arap ülkelerinin Amerika Birleşik Devletleri’nin planını kabul edip desteklemeleri beklenen bir durumdur. Çünkü bu ülkeler, hiçbir şekilde İsrail ile ilişkilerini kesmemişlerdir ve İsrail ile iş birliğine devam etmektedirler. Bu ülkelerin Filistinlilere sağladığı katkılar oldukça sınırlı kalmış ve Gazze işgali sırasında, ne yazık ki Filistinlilerin hakları yerine, İsrail’in çıkarlarını gözeterek adımlar atmışlardır. Dolayısıyla, bu ülkelerin destek verme imajı, aslında onların İsrail’e bağımlılıklarını ortaya koyan bir planın parçası olduğunu net bir şekilde göstermektedir.
3- Tony Blair'in Gazze'yi yönetmek üzere Filistinli olmayan bir siyasi figür olarak seçilmesi ne anlama geliyor ve planın meşruiyetini ve etkinliğini nasıl etkileyebilir?
Tony Blair gibi kişilerin Gazze’yi yönetmek üzere atanması, manda yönetimini çağrıştırmaktadır. Geçmişte, Suriye ve diğer bölgelerde Batılı ülkelerin bu tür manda yönetimleriyle halkları yönetmeye çalıştıklarını biliyoruz. Ancak bu durum, direnişin yeniden ortaya çıkması ve ayaklanmaların patlak vermesi sonucu geri adım atmalarına neden olmuştur. Tony Blair’in Gazze’de başarılı olması asla mümkün değildir; Filistinlileri yalnızca Filistinliler yönetebilir. Bu konuda kesin bir duruş sergiliyoruz. Filistinlilere dışarıdan dayatmalar ve manda mantığı ile yönetim uygulamak mümkün olamaz ve bunun başarılı olma şansı yoktur. Kısacası, bu durum gelecekte Filistinlilerin haklarını savunmak için daha büyük bir azimle mücadele etmelerine zemin hazırlayacaktır.
4- Bu planın en önemli zorluklarından biri, İsrail güçlerinin geri çekilmesi için net bir takvimin olmaması. Bu, İsrail'in gelecekteki saldırıları için yeni bir bahane imkanı sağlamaz mı?
İsrail güçlerinin doğrudan geri çekilmemesi ve güvenlik bölgeleri adı altında bazı hatlar oluşturmaya çalışmaları, aslında bir bahaneden ibarettir. Aynen Batı Şeria’da olduğu gibi, bu İsrail güçleri ileride, işgalci Yahudilerin bölgede yerleşim yerleri kurmalarını kolaylaştıracak adımlar atmak üzere planlanmıştır. İleride verilecek kararlarla, tıpkı Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te olduğu gibi, Yahudi yerleşim yerlerinin kurulmasıyla ilgili kararların çıkması söz konusu olabilir.
Nitekim, Batı Şeria’da alınan kararlar, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından her ne kadar kınansa da, bu kararlar artık dikkate alınmamaktadır. İsrail, Birleşmiş Milletler’in hiçbir kararını göz önünde bulundurmadan işgal planlarını sürdürmeye devam etmektedir. Gazze’de de benzer şekilde, bu işgal planlarına devam edebilmek için bazı güvenlik hatları oluşturmaya çalıştıkları görülmektedir. Zamanla bu uygulamaların sonuçlarını daha net bir şekilde görebileceğiz.
5- Türkiye'nin üçüncü büyük partisi ve merhum Necmettin Erbakan'ın füşüncelerinin varisi olan Yeniden Refah Partisi'nin bu plan ile ilgili tutumu nedir?
Elbette ki merhum Erbakan’ın düşüncesinin varisi olan Yeniden Refah Partisi’nin bu planla ilgili tutumu oldukça nettir. Erbakan Hoca’nın yaptığı gibi, biz de benzer açıklamaları dile getiriyoruz. Biz yeniden Refah Partisi olarak bu planına karşıyız. Çünkü adil ve paylaşımcı bir plan olmadığını Filistinlilerin haklarını gasp eden haklarını yoksa sayan her türlü planına karşı olduğumuzu burada ifade etmek istiyoruz.
Filistinlilerin, ancak Filistin yönetimi tarafından idare edilebileceğini savunuyoruz. Dışarıdan müdahalelerle ve manda anlayışıyla oluşturulacak bir yönetim, yalnızca Filistin’in işgal planlarını hızlandırmaya yönelik bir adım olacaktır. Bu nedenle, Filistin devleti kurulmadığı sürece sorunların çözüme kavuşturulması asla mümkün değildir.
Bu tür palyatif çözümler ve dışarıdan dayatmalar, sorunların çözümüne katkı sağlamaz. Bu, bir barış planı değil, bir işgal planıdır; geçmişte bize uygulanan Sevr Anlaşması’nın bir dayatmasına benzemektedir. Bu duruma karşı politikalarımız son derece net ve açıktır. Biz her zaman Filistinlilerin yanında olacağız ve Filistin davasının yılmaz savunucusu olacağız. Başkenti Kudüs olan bağımsız ve egemen bir Filistin devleti kuruluncaya kadar bu savunuculuğumuzu sürdüreceğiz.
Sonunda, Filistin devleti kurulacak ve gerçek toprak sahipleri haklarına kavuşacaktır. Siyonist İsrail ile Amerika Birleşik Devletleri de işgalci ülkeler oldukları için, tarihsel olarak 150-200 yıl geriye gittiğimizde ne Amerika vardı Amerikan Kıtası’nda, ne de ortada İsrail. İkisinin de işgalci oldukları gerçeği, benzer bir mantıkla hareket etmelerini bekler. Bu nedenle, her türlü engeli aşabilmek için işbirliği yapmaları ve bu plana destek veren bazı ülkeleri dahil etmeleri, gerçeği değiştirmeyecektir.
Yeniden Refah Partisi, her zaman Filistinlilerin yanında olduğunu vurgulamak istiyor. İnşallah, bu konuda zafer, eninde sonunda Filistinli kardeşlerimizin olacaktır.