Mübarek Ramazan ayının son cuması olarak bilinen "Dünya Kudüs Günü" İslami ülkelerdeki insanların Filistin'in bağımsız olması isteğiyle toplu yürüyüşler yaptığı gündür.
Mehr Haber Ajansı muhabiri "Kudüs Günü" arifesinde Saadet Patisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu ile bir röportaj gerçekleştirdi. Aşağıdaki yazıda bu röportaji okuyabilirsiniz:
1- Sizce uluslararası kurumlar, Filistin’deki insan hakları konusunda ne kadar başarılı olabilmiştir? Eğer başarılı olmuşlarsa neden Siyonist Rejim’in insan hakları karşıtı tavırları sürüyor?
Şunu baştan belirteyim ki İsrail'in kurulması uluslararası anlaşmalara göre yapılmış gibi gözükse de aslında farklı bir baskı neticesinde meydana gelmiştir. Çünkü İsrail devleti Yahudilerin 2000 yıl önce terk ettiği topraklarda, kendi inancına göre, hak iddia etmekte, bu sebeple de burada her türlü zorbalığa teşebbüs etmeyi kendi hakkı olarak görmektedir. Prensip itibari ile uluslararası kuruluşlar tarafından da bu zorbalık bugün ne yazık ki bazı çekincelere rağmen meşru gibi görülmektedir. Problemin temeli de burada yatmaktadır. Bizim böyle bir iddiayı kabul etmemiz mümkün değildir. Filistin’de barışın tesisi temel insan haklarına saygı göstermekle başlar. Maalesef uluslararası kuruluşlar konuya bitaraf yaklaşmak yerine, tam tersi Siyonizm’in ve İsrail’in menfaatlerini önceleyerek yaklaşmaktadırlar. Çünkü bugün bu kuruluşlar güçlerini Siyonist lobilerden almaktadırlar ve bugünkü konumlarına da bu destekle gelmişlerdir. Bundan sonra da bu konumlarını aynı mantalite ile devam ettirmek istemektedirler.
Şu hususu da belirtmek istiyorum ki; burada görev öncelikle bölgede yüzyıllardır yaşayan Müslümanlara düşmektedir. Müslümanlar bir araya gelmeden, haksızlıklara direnecek gücü ortaya koymadan, bu haksızlıkların ortadan kaldırılması, bu işgallerin durdurulması mümkün değildir.
2- BM Güvenlik Konseyi’nin İsrail karşıtı kararları neden ABD tarafından veto edilmektedir?
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi İsrail tabii olarak oluşmuş bir devlet değil suni bir devlettir, sınırları da suni bir şekilde çizilmiştir. O topraklarda binlerce yıldır yaşayan Filistin halkının varlığı hiçe sayılmaktadır. Bu noktada tarihe bir göz atacak olursak, İngiltere’nin Siyonizme sürekli destek verdiğine şahit oluruz. 1897 yılında Basel’de toplanan 1. Siyonist kongresi ile İsrail Devleti’nin kurulması konusunda ilk adım atılmış, ama Osmanlı Devleti’nin varlığı sebebi ile bu karar tatbikata konamamıştır.
1917 yılında İngiltere Balfour Deklarasyonu ile Filistin’de bir Yahudi devleti kurulmasına destek vereceğini ilan etmiştir. İngiltere’nin ne böyle bir hakkı ne de böyle bir görevi vardır! Ancak II. Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere’nin müstemlekeleri üzerindeki etkisini devam ettirmede zorluk çekmesi sonucu ABD sözde dünya barışını tesis etmeyi kendisi bir görev olarak üstlenmiştir. Yani bu noktadan itibaren ABD, ‘dünya barışını’ sağlamayı ve Siyonizm’in planlarının gerçekleşmesini kendisine bir numaralı vazife olarak görmüştür. Bundan dolayı da İsrail’in hertürlü haksız talebine destek vermiştir. Vetolar bundan dolayı yapılmaktadır.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra 1945 yılında İngiltere, Rusya ve ABD başkanları Yalta’da bir araya gelerek dünyanın bundan sonra nasıl şekillendirileceğini ve nasıl yönetileceğini karara bağlamışlardır, İsrail bunun akabinde 1947 yılında kurulmuştur. Dikkat edilirse İsrail o bölgede yaşayan Yahudi nüfusu ile değil dışarıdan gelen göçmen Yahudilerle kurulabilmiştir. Şimdi ABD Siyonist lobilerin de etkisi ile, bu bölgede İsrail’in kendisine vaat edildiğine inandığı sınırlara ulaşmasını taahhüt etmekte, bunun için gayret göstermektedir. Yani Büyük Ortadoğu Projesi diye adlandırılan projenin esas adı Büyük İsrail Projesidir. Bu proje ile sadece Filistin değil, Türkiye ve İran’da dahil birçok ülke tehdit edilmekte, topraklarına göz dikilmektedir. Bu konuda dikkat çekici olan hususlardan birisi de, ABD özellikle de Evanjelistler Arz-ı Mevud projesini bir Hıristiyan topluluk olarak benimsemeleri ABD politikalarını bu istikamette etkilemeleridir.
Türkiye ve İran kadim bir geçmişe sahip iki komşu ülkedir. Biz Kasrı Şirin anlaşmasını imzaladıktan sonra birbiri ile çatışmamış, barış içinde yaşamış iki komşu ülkeyiz. Bu dünya tarihinde az görülmüş bir durumdur.
3- Size göre, Filistin haklarının ihlal edilmesinde en çok hangi hükümetler rol oynamaktadır?
Burada şu veya bu iktidarı suçlamayı doğru bulmuyorum ama belirtmek isterim ki bugün Filistin’de insan hakları ihlalleri had safhaya ulaşmışsa bunda tüm İslam dünyasının sorumluluğu var demektir. Nüfus açısından büyük bir kaynağa sahip olan, birçok doğal enerji kaynağını bünyesinde barındıran, çok büyük bir ticaret hacmine sahip olan İslam dünyasının, bugün, 7-8 Milyon nüfuslu İsrail karşısında, sessiz kalması ve dağınık bir görüntü vermesi şüphesiz biz Müslümanların dağınıklığından ve bu imkânları doğru bir şekilde değerlendirememelerinden ileri gelmektedir. Bu durumu tüm Müslümanların ellerini başlarının arasına koyarak düşünmesi gerekmektedir.
4- Siz Saadet Partisi Genel Başkanı olarak İran ve Türkiye'nin Filistin halkının haklarının korunması için hangi adımları birlikte atmaları gerektiğini düşünüyorsunuz?
Türkiye ve İran kadim bir geçmişe sahip iki komşu ülkedir. Biz Kasrı Şirin anlaşmasını imzaladıktan sonra birbiri ile çatışmamış, barış içinde yaşamış iki komşu ülkeyiz. Bu dünya tarihinde az görülmüş bir durumdur. Almanya ve Fransa’ya bakarsak iki dünya savaşı da bu iki ülke arasında başlamıştı. Böylesine bir barış iklimini sağlayabilen Türkiye ve İran’ın hem Filistin konusunda hem de diğer birçok alanda işbirliği ile sorunları çözebileceğine inanıyorum. Bu işbirliğinin temelleri, ekonomik, askeri, kültürel, siyasi, eğitim ve diğer alanlarda atılmalıdır.
Aslında bütün İslam dünyası büyük bir potansiyele sahiptir. Bunu sağlamak için de Rahmetli Erbakan Hocamızın kurmuş olduğu D8’lerin aktif hale getirilmesi ile ciddi bir adım atmış oluruz kanaatindeyim. Böylece sadece Türkiye ve İran değil, tüm İslam ülkeleri bir araya gelecek, yeryüzünde yaşanan zulmü ortadan kaldırıp barış ve huzuru tesis edeceklerdir.
5- Size göre, bölgede daha çok İsrail'in çıkarlarını kapsayan barış planları neden henüz bir ilerlemeye sebep olamamıştır?
Maalesef barış tam olarak tesis edilememiştir. Ancak İsrail her geçen gün Filistinli Müslümanların topraklarını işgal ederek yerleşim alanlarını genişletmektedir.
Barış planı demek bir savaşı sona erdirip huzuru tesis etmek demektir. Ama Ortadoğu üzerine yapılan barış planları, bırakın birlikte yaşamayı, İsrail’in genişlemesini hedeflemektedir. Hali ile bu şartlar altında bölgeye barışın gelmesi mümkün değildir. Bu bölgede kalıcı bir barış isteniyorsa öncelikle İsrail işgali ve zulmü durdurulmalıdır. Müslüman olarak bizler tarihte Kudüs dahil her coğrafyada Müslümanların yönetiminde farklı din mensuplarının barış içinde yaşamasını yüzyıllar boyu tesis etmiş bir inanca sahibiz. İnanıyorum ki bunu yine Müslümanlar olarak bizler tesis edebiliriz, Batı eğer gerçekten barış istiyorsa, öncelikle İsrail’in zulmüne engel olmalı, Müslüman Filistinlileri suçlamaktan vazgeçmelidir.