"Erbain Yürüyüşü", Müslümanlar arasındaki birliği artırmak ve Siyonist rejim gibi istikbar güçlerine karşı birleşik bir cephe oluşturmak için iyi bir fırsattır.

Erbain Yürüyüşü”, Şiilerin İslam dünyasında ve uluslararası ilişkilerdeki yumuşak güç ve kamu diplomasisinin örneklerinden biridir. Dünya genelindeki Ehl-i Beyt tutkunları her yıl adalet sağlamak, zulme karşı çıkmak, İslam aleminin birliğini korumak amacıyla bu kültürel- dini etkinliğe katılmak üzere Irak’a akın eder. Böyle bir söylem kapasitesi, bölgedeki Şiilere; Sünniler, Hıristiyanlar, Ezidiler ve Kelimiler de dahil olmak üzere bölgedeki diğer etnik gruplarla birlikte Ortadoğu'nun günümüzdeki ihtiyaçlarına göre direniş ideallerini yayabilmeleri ve teşvik edebilmeleri için bu fırsatı sunmaktadır.

Batı Asya'ya yönelik üç ciddi söylem tehdidi olarak değerlendirilen ABD’deki evangelistler, işgal altındaki Filistin'deki Siyonistler ve IŞİD terör örgütü günümüzde sert, yumuşak ve akıllı yöntemlerle bölgenin özgün yerel kimliklerini yok etmeyi ve Müslümanların kalesine girmeyi amaçlıyorlar. Böyle bir durumda büyük “Erbain Yürüyüşü”, Ehl-i Beyt aşıklarının yumuşak gücünü harekete geçirmek ve Siyonist rejimle ilişkileri normalleştirmenin tehlikelerini ışığa çıkarmak için bir fırsat olacaktır.

“Erbain Yürüyüşü” kapsamında direnişin merkezi olarak Tahran’ın; Siyonist rejimin Orta Doğu'nun güvenlik-ekonomik düzenine katılmasının tehlikeleri ve Tel Aviv'in Ortadoğu'da fitne yaratma planı konusunda farklı insan grupları, farklı din ve etnik grupların temsilcileri ve Müslüman hükümetlerin elçileri arasında diyalog alanında açıklama fırsatı var.

Erbain Yürüyüşü; Şii kamu diplomasisinin sembolü

Uluslararası ilişkiler uzmanları ve askeri stratejistler; ülkelerin bölgesel düzen ve küresel değer zincirindeki konumlarını genellikle askeri güc, endüstriyel-ekonomik güc, jeopolitik derinliği gibi değişkenlere göre belirlerler. Kökleri Şiilik tarihine dayanan dini bir etkinlik olan “Erbain Yürüyüşü”, hükümet çerçevesi dışında, Siyonistlerin çocuk katliamı gibi zulmün tüm tezahürlerine karşı durmak için“Her gün aşura, her yer kerbela” sloganını uygulamayı amaçlıyor.

Tel Aviv, son yıllarda izolasyondan kurtulmak amacıyla bölgesel işbirliğine, Arap-İbrani kalkınmasına, Fars Körfezi'ni Akdeniz'e bağlamaya ve İran İslam Cumhuriyeti ve direniş ekseni karşısında tek bir blok oluşturmaya odaklanarak “normalleştirme” söylemini teşvik etmeye çalışmaktadır.

“Erbain Yürüyüşü” kapsamında direnişin merkezi olarak Tahran’ın; Siyonist rejimin Orta Doğu'nun güvenlik-ekonomik düzenine katılmasının tehlikeleri ve Tel Aviv'in Ortadoğu'da fitne yaratma planı konusunda farklı insan grupları, farklı din ve etnik grupların temsilcileri ve Müslüman hükümetlerin elçileri arasında diyalog alanında açıklama fırsatı var. Örneğin Siyonistler, İran'ın kuzey sınırlarında askeri-ekonomik bir üs oluşturarak pan-Türkizmi ve ayrılıkçılığı kışkırtarak İranlı ve Azeri Müslüman ve Şii milleti arasında bir kriz yaratmayı amaçlıyorlar. Siyonistler aynı zamanda Sünni Arap yönetimleriyle güvenlik ilişkileri kurmaya çalışarak onları direnişe karşı bir "füze-drone sığınağı" ve "vekalet savaşı" alanı haline getirmeyi amaçlıyor.

İbrahim Anlaşması; ABD’nin Ortadoğu'nun düzenini değiştirme planı

1970'lerin sonunda dönemin ABD Başkanı Jimmy Carter'ın arabuluculuğunda Mısır ile Siyonist rejim arasında imzalanan Camp David Anlaşması’ndan Donald Trump döneminde Siyonist rejim, BAE, Bahreyn, Fas ve Sudan arasında yapılan İbrahim Antlaşması’na kadar ABD, Ortadoğu'nun düzenini Arap hükümetleri ile Siyonist rejim arasındaki ittifaka dayalı olarak yeniden tasarlamayı amaçlıyordu. Washington’un bu planın amacı yalnızca bir tür "ateşkes" ve işgal altındaki Filistin'in komşu hükümetleri ile Siyonistler arasında soğuk bir barış sağlamaktı. Diğer bir deyişle Mısır ve Ürdün'ün Siyonist rejimle ilişkileri, Müslümanlar ile Siyonist işgalciler arasında umut verici bir ilişki beklentisi olmadan "siyasi birimler" arasındaki barışa dayanıyordu.

ABD’nin Irak ve Afganistan'ı işgal etmesinden sonra Beyaz Saray'ı yöneten Neo-muhafazakarlar, uluslararası sistemdeki Amerikan hegemonyasına dayanarak İslam ülkelerini Batı'ya karşı bir medeniyet tehdidi olarak tanıttı ve "Büyük Ortadoğu" düşüncesinden hareketle Sykes-Picot sisteminin değiştirilmesini talep ettiler. Siyonist rejimin 2006 yılında güney Lübnan'a saldırısı ve İslami direnişin 33 gün süren direnişi, Siyonistlerin Suriye, Ürdün ve Irak sınırlarına doğru ilerleyişinin engelledi. ABD'nin Lübnan'daki "A Planı"nın başarısızlıkla sonuçlanması, Washington'un Irak ve Suriye'deki terör örgütlerini güçlendirme politikasına yönelmesine neden oldu.

Washington'un Suriye iç savaşında Selefi-Tekfirci gruplara desteği ve 2014'te IŞİD'in ortaya çıkması, İslam dünyasını içeriden zayıflatmak ve ardından terörle mücadele adı altında bölge ülkelerinin ABD tarafından yeniden işgal edilmesi amacıyla planlanmıştı. IŞİD terör örgütünün direniş güçleri tarafından yenilgiye uğratılmasının ardından büyük “Erbain Yürüyüşü”nün düzenlenmesi Şii birliğinin en önemli simgesi olarak biliniyor.

Beşar Esad'ın yasal rejiminin 2018'de terör örgütlerine karşı kazandığı zaferin duyurulması, ABD’nin, direniş ekseninde ekonomik-diplomatik baskıyı yoğunlaştırmaya ve "ortak düşmanla" mücadele ve "sürdürülebilir kalkınmaya" ilerleme bahanesiyle Arap ülkeleri ile Siyonist rejimi yakınlaştırmaya odaklanan yeni planının açığa çıkmasına neden oldu. Bu planda Trump yönetimi, "Yüzyılın Anlaşması" ve Arap Ortadoğusu ile İsrail rejimi arasındaki ekonomik-güvenlik bağımlılığının artması yoluyla Filistin sorununu Siyonistler lehine çözmeye çalıştı.

Müslüman uluslar ile Siyonist vatandaşlar arasındaki ilişki tabusunu kırmaya yönelik Batı kültür projesi devam ederken, Erbain diplomasisinin aydınlatıcı rolü, Siyonist rejimin İslam topraklarındaki yumuşak etkisini durdurmak için güçlü bir engel olabilir.

İslam dünyasının "ekonomiye karşı toprak" fikrine karşı birleşik direnişi, Trump yönetiminin Araplar ile İsrail arasında barışa yönelmesine neden oldu. Yani Siyonist işgalin sona ermesi ve Güvenlik Konseyi kararlarına bağlılık artık normalleşmenin şartı değildi. İbrahim Anlaşmasında Amerikalılar sadece hükümetler arasındaki ilişkileri iyileştirmeyi amaçlamıyorlardı, aynı zamanda konserlerin düzenlenmesi, futbolcuların transfer edilmesi, dini temsilcilerin ve İsrailli iş adamlarının İslam ülkelerinde kabul edilmesi gibi kamu diplomasisi yoluyla bölge Müslümanları ile Siyonistler arasında ilişki kurmayı hedefliyorlardı. Başka bir deyişle Washington, yeni Orta Doğu politikasında soğuk bir barıştan, sıcak ve insan temelli bir barışa geçmenin yollarını aradı.

Erbain; normalleşme projesinin önünde güçlü bir engel

Müslüman uluslar ile Siyonist vatandaşlar arasındaki ilişki tabusunu kırmaya yönelik Batı kültür projesi devam ederken, Erbain diplomasisinin aydınlatıcı rolü, Siyonist rejimin İslam topraklarındaki yumuşak etkisini durdurmak için güçlü bir engel olabilir. İbrahim Anlaşması, Müslüman kamuoyunda hakim olan anti-Siyonist havanın bozulması için ABD ve Arap ülkelerinin ortak yatırım yapmasına bahane haline gelmiştir.

Bazı Arap ülkelerinin yöneticilerinin Tel Aviv'le ilişkilerin normalleşme dalgasına teslim olmasına rağmen, işgalci rejimin Filistinlilere yönelik işgal ve ırkçı politikalarının devam etmesi, Müslümanların çoğunluğunun sahte İsrail rejiminin tanınmasına karşı çıkmasına neden olmuştur.

Sonuç

“Erbain Yürüyüşü”, Müslümanlar arasındaki birliği artırmak ve Siyonist rejim gibi istikbar güçlerine karşı birleşik bir cephe oluşturmak için iyi bir fırsattır. Bu yürüyüş direnişe Şiilerin güç kapasitelerinden yararlanarak Müslümanlarla İsrail rejimi arasındaki normalleşme projesinin ilerlemesini engelleme fırsatı sunar. Son yıllarda Washington ve Tel Aviv'in yanı sıra normalleşmeden yana olan bazı Arap hükümetleri, işgalci rejimin imajını onarmak ve farklı kesimler arasında iletişim kurmak için büyük yatırımlar yaptı. Bütün bunlara rağmen yapılan anketlerin sonuçları bölgeyi yönetenlerin bugüne kadarki projesinin başarısızlığını ortaya koyuyor.

Erbain yürüyüşü, direnişin kültürel kollarına ve halk kitlelerine, yumuşak güce ve kamu diplomasisine güvenerek Siyonist rejimin suçları hakkında aydınlatma yapma ve Siyonist rejimi tanımanın ve Tel Aviv'le ilişkileri normalleştirmenin neden Ortadoğu'daki devletlerin-milletlerin çıkarlarına aykırı bir politika olduğu sorusuna yanıt verme fırsatı sağlayacaktır.