Mehr Haber Ajansı: Son günlerde Ortadoğu’daki siyasi dinamikler, özellikle Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkiler açısından giderek daha karmaşık bir hal alıyor. İsrail’in, Doha’da bir Hamas heyetinin bulunması nedeniyle Katar’a yönelik gerçekleştirdiği saldırı sonrası Türkiye’de de benzer bir tehdit algısı oluştu. Türk yetkililer ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu durumun Türkiye için potansiyel bir tehlike oluşturduğunu ifade ediyor. Bu bağlamda, İsrail’in Türkiye’ye yönelik olası saldırı planları ve bunun bölgesel etkileri hakkında çeşitli görüşler dile getirilmektedir.
Bu bağlamda Doç. Dr. Yeşim Demir Mehr Haber Ajansı'na konuştu:
1- İsrail, Doha'da bir Hamas heyetinin bulunması nedeniyle Katar'a saldırdıktan sonra, Türkiye’de İsrail saldırısı olasılığı konusunda uyarılar geldi. Bazıları bunu Türkiye'de bir Hamas ofisinin varlığına bağlasa da sorun şu ki Türk yetkililer ve Sayın Erdoğan, bu rejimin Türkiye'ye saldırması ihtimalinden sürekli bahsediyor. İran'a dayatılan 12 günlük savaş sırasında da benzer konuşmaları duyduk. Sizce böyle bir saldırı mümkün mü?
İsrail’in Türkiye’ye saldırı planladığına dair iddialar aslında yeni değil. Bu söylentiler, sizin de belirttiğiniz gibi, İsrail’in İran’a saldırı düzenlediği dönemde Türkiye’nin Tahran’a verdiği destekle birlikte gündeme gelmişti. Son dönemde Kudüs’le ilgili yapılan açıklamalar da bu tartışmaları yeniden alevlendirdi.
İsrail’in Diaspora ve Antisemitizmle Mücadele Bakanı Amichai Chikli’nin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı Müslüman Kardeşler çizgisinde hareket eden, Osmanlı İmparatorluğu’nun yeniden yükselmesini arzulayan ve Kudüs’ün bu imparatorluğun bir parçası olması gerektiğini savunan bir lider olarak nitelendirmesi; ayrıca Türkiye, Katar ve Suriye’yi “yeni şer ekseni” olarak tanımlaması, iki ülke arasındaki soğuk savaşın derinleştiğini gösteriyor.
Bununla birlikte İsrail basınında da benzer görüşler dile getiriliyor. Türkiye’nin Suriye’deki etkinliği, neo-Osmanlıcı hedeflere sahip olduğu iddiaları ve Akkuyu Nükleer Santrali üzerinden yürütülen tartışmalar öne çıkarılıyor. Türkiye’nin uranyum zenginleştirme faaliyetleri yürütme ihtimaline karşı, İsrail’in gerekirse Türkiye’deki askeri tesislere saldırı kabiliyetini geliştirmesi gerektiği yönünde yorumlar yapılıyor. Ayrıca Türkiye’nin bölgesel güç olma iddiası, İsrail tarafından stratejik dengeleri tehdit eden bir unsur olarak sunuluyor.
Bu tür söylemler, doğrudan saldırı ihtimalini gündeme taşısa da İsrail’in Türkiye’ye yönelik olası adımlarının geniş çaplı bir askeri müdahale şeklinde değil, Türkiye’de bulunduğu iddia edilen Hamas mensuplarına yönelik suikast veya nokta operasyon biçiminde gelişebileceği değerlendiriliyor. Ancak böyle bir girişim, iki ülke ilişkilerini derin bir krize sürükleyebilir ve bölgesel dengeleri ciddi biçimde sarsabilir.
Dolayısıyla sıkça dile getirilen “sırada Türkiye mi var?” sorusu, daha çok siyasi söylem ve algı yönetimi kapsamında ele alınmalıdır. Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler, tarihte olduğu gibi bugün de inişli çıkışlı bir seyir izliyor. Son gelişmeler iki ülkeyi doğrudan bir savaşa sürükleyecek gibi görünse de NATO üyesi ve ABD ile yakın ilişkileri olan Türkiye ile, ABD’nin Ortadoğu’daki en önemli müttefiki İsrail arasında geniş ölçekli bir çatışma olası değil. Buna karşın iki devletin Suriye topraklarında dolaylı biçimde karşı karşıya gelmesi daha gerçekçi bir ihtimaldir. Bu çerçevede psikolojik baskı, istihbarat faaliyetleri veya suikast senaryoları gündemde kalmaya devam edebilir.
2- Her halükârda, Türkiye ile İsrail arasında siyasi gerginliğe tanık oluyoruz. Bu rejim Türkiye'ye saldırmazsa, İsrail'in Türkiye'ye baskı yapmak için başka hangi araçları var? Örneğin, bazıları Yunanistan ve İsrail arasındaki iş birliğini Tel Aviv'in Ankara'ya karşı kullandığı siyasi araçlardan biri olarak yorumluyor.
Tel Aviv’in Ankara’ya karşı kullanabileceği baskı araçları zaman zaman gündeme gelmektedir. Bu çerçevede İsrail’in, Türkiye’ye karşı doğrudan askeri bir tehditten ziyade, bölgesel iş birlikleri üzerinden dolaylı baskı kurduğu görülüyor.
Örneğin Doğu Akdeniz’deki gaz rezervleri ve stratejik konum, İsrail’in Güney Kıbrıs ve Yunanistan’la geliştirdiği iş birliğinin temelini oluşturuyor. Bu kapsamda yapılan ortak tatbikatlar zaman zaman Ankara açısından tehdit boyutuna ulaşabiliyor. Türkiye ile Yunanistan arasında Ege adaları ve münhasır ekonomik bölge konularında yaşanan gerilimde, İsrail’in Atina’ya destek verdiği açıkça görülüyor. Nitekim Yunanistan savunma harcamalarını artırırken, İsrail’den Demir Kubbe ve Örümcek gibi sistemlerin entegrasyonunu öngören “Aşil Kalkanı” programını gündeme aldı.
Buna ek olarak, geçen ay Yunanistan, İsrail’den Pontus soykırımı iddiasını tanımasını talep etti. Böyle bir adım Türkiye-İsrail ilişkilerini daha da kötüleştirebilir. Ancak bu aşamada İsrail’in bu çağrıya olumlu yanıt vermesi beklenmemektedir. Çünkü İsrail daha önce Ermeni soykırımı iddialarını da tanımaktan kaçınmıştı. Bakü ile yakın ilişkileri nedeniyle, böyle bir adım yalnızca Ankara ile değil Azerbaycan ile ilişkileri de olumsuz etkileyebilir.
Öte yandan İsrail’in Suriye ve Irak’taki bazı Kürt gruplarla geliştirdiği istihbarat ve askeri temaslar da Türkiye açısından bir başka baskı aracı olarak değerlendirilebilir. Bu tür ilişkiler, Türkiye sınır bölgelerinin güvenlik dengelerini istikrarsızlaştırma potansiyeli taşımaktadır.
Askeri ve siyasi boyutun yanı sıra, ekonomi de bir baskı aracı olarak kullanılabilir. Enerji ve dış ticaret kaynaklarının stratejik önemi dikkate alındığında, İsrail ve müttefiklerinin ticaret yolları üzerindeki denetimleri Türkiye’ye yönelik dolaylı baskı mekanizması işlevi görebilir.
3- Türkiye, S-400 sistemlerini 2017 yılında Rusya'dan satın aldı. Bunun nedeni, ABD'nin Patriot sistemlerini sağlamayı reddetmesi. Bu sistemler hala sağlam olsa da zaman zaman bu sistemlerin iade edilebileceğine dair haberler bile çıkıyor. İsrail'in Türkiye'nin sınır ülkelerindeki varlığı göz önüne alındığında Ankara'nın bu sistemlere dikkat etmesi gerekmez mi?
Türkiye’nin S-400 sistemlerini satın alması NATO içinde ciddi rahatsızlık yaratmış ve ABD tarafından yaptırımlara yol açmıştır. Özellikle Türkiye’nin Suriye’de üs kuracağı ve S-400’leri buraya konuşlandıracağına dair haberler dikkatle izlenmiştir. Nitekim ABD’deki İsrail ve Yunan lobilerinin bu ihtimale sert şekilde karşı çıktığı yönünde iddialar bulunmaktadır. İsrail basınında yer alan, üst düzey bir kaynağa dayandırılan haberde ise İsrail’in Suriye’ye düzenlediği saldırıların Türkiye’nin burada üs kurmasını engelleme ve İsrail’in operasyonlarını sınırlandırmama mesajı taşıdığı ileri sürülmüştür.
Bu çerçevede, İsrail’in Türkiye sınırlarındaki varlığı da Ankara’nın güvenlik politikalarını şekillendiren önemli unsurlardan biridir. Ancak Türkiye’nin S-400’leri satın alması, doğrudan İsrail’e karşı bir pozisyon alış değil genel anlamda bölgesel caydırıcılık ve savunma kapasitesini güçlendirme amacına yöneliktir.
Dolayısıyla bu gelişmeler Türkiye’nin güvenlik politikalarının anlaşılması açısından önemlidir. Bölgesel konumu dikkate alındığında, Türkiye’nin hava ve kara savunma sistemlerine yatırım yapması gayet doğal bir durumdur. Her devlet gibi Türkiye de yalnızca sınırları içinde değil, sınırlarının ötesinde de güvenliğini koruma çabasındadır. Bu çerçevede, S-400’lerin yanı sıra ABD menşeli savunma sistemlerine bağımlılığı azaltacak yerli askeri teknolojiler geliştirme yönünde adımlar atmakta ve bölgesel güvenlik dengelerinde önemli bir aktör olarak konumunu pekiştirmektedir.
yorumunuz