ABD ile Venezuela arasında kazan kaynıyor; Washington yönetiminin Latin Amerika kökenli uyuşturucu kartelleriyle mücadele gerekçesiyle Karayipler bölgesine savaş gemileri göndermesi, Venezuela ile ABD arasındaki gerilimi arttırdı. Son yıllarda Latin Amerika, özellikle Venezuela, uluslararası politikaların merkezine oturdu. ABD’nin Maduro hükümetine karşı uyguladığı baskılar ve askeri varlığı, bölgedeki dengeleri değiştirme çabalarını gözler önüne seriyor.
Mehr Haber Ajansı bu konu hakkında Latin Amerika uzmanı Yunus Soner ile bir röportaj gerçekleştirdi.
Soner, ABD- Venezuela gerginliğine ilişkin, ABD'nin Çin ve Rusya’nın Latin Amerika'daki etkisini sınırlama çabasında olduğunu Venezuela’ya yönelik herhangi bir işgal girişiminin askeri açıdan çok olası olmadığı belirtti.
Aşağıdaki yazıda röportajın tamamını okuyabilir siniz:
1- ABD’nin geçen yılki seçimlerde Maduro’nun kazanmaması için yaptığı başarısız girişimin ardından, şimdi uyuşturucuyla mücadele iddiasıyla Karayipler’e bir savaş filosu konuşlandırdığına tanık olduk. Uzmanlara göre, ABD’nin askeri varlığını uyuşturucuyla mücadele olarak gerekçe göstermesi gerçekle örtüşmüyor ve daha çok Caracas hükümetine azami baskı uygulama girişimidir. ABD’nin Venezuela coğrafyasındaki askeri hareketliliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
ABD’nin öne sürdüğü uyuşturucu ile mücadele gerekçesi oldukça tartışmalı bir durum. Birleşmiş Milletler’in uyuşturucu takip raporlarına göre, Güney Amerika’dan Kuzey Amerika ve Avrupa’ya giden uyuşturucunun yalnızca yüzde 5’i Venezuela’dan geçiyor. Bu durum, BM raporlarına da yansımış durumda. Buna karşılık, Güney Amerika’dan özellikle Kuzey Amerika’ya giden uyuşturucunun rotası en başta Kolombiya üzerinden geçiyor. Kolombiya’da ise ABD’nin 7 farklı askeri üssü bulunmakta ve bu üslerin uyuşturucu ile mücadele kapsamında herhangi bir aktiviteye giriştiğine dair hiçbir veri yok.
Dolayısıyla, bu gerekçe ABD’nin yeni bir saldırganlık başlatması için öne sürdüğü ideolojik bir bahane gibi görünüyor. Aynı zamanda, kamuoyunu ikna etmek açısından da önemli bir gerekçe olarak öne çıkıyor. Unutmamak gerekir ki, Amerika Birleşik Devletleri’nin nüfusunun yüzde 20’si Latin Amerika kökenli. Bu grubun arasında binlerce Venezuelalı bulunmakta, ancak en büyük çoğunluğu Meksikalılardan oluşuyor. Meksika, bu ideolojinin hedef alındığı bir ülke olduğu için, bu insanları ikna etmek, Trump açısından önemli bir mesele.
Gerçekçi bir değerlendirme yapacak olursak, Trump kendi hedefini açıkça ifade etti. Venezuela Devlet Başkanı’nı doğrudan uyuşturucu ticaretinden sorumlu tutarak başına bir ödül koydu ve hedefinin Venezuela Devlet Başkanı’nı iktidardan devirmek olduğunu belirtti.
Güney Amerika’dan, özellikle Meksika’dan bu yanıtları alıyorum. Latin Amerika’daki genel yorum da bu yönde. Önceki görüşmelerimde Venezuela’da kıdemli bir milletvekili olan Roy Daza, aynı zamanda Venezuela’nın iktidar partisi Birleşik Sosyalist Parti’nin Dış İlişkiler Komisyonu üyesidir. Daza, ABD’nin hedefinin hükümeti değiştirmek olduğunu açıkça ifade ediyor. Venezuela’daki genel algı da bu yönde; hem iktidar tarafında hem de Amerikancı muhalefet tarafında herkesin görüşü, ABD’nin Maduro hükümetini devirmeye çalışması ya da en azından önemli tavizler koparmaya çalışması yönünde.
2- Trump’ın Latin Amerika ile ilgili doktrinini nasıl değerlendiriyorsunuz? Washington’ın Latin Amerika’daki temel hedefinin Rusya ve Çin’in ABD üzerindeki etkisini zayıflatmak olduğu ne ölçüde doğru?
Amerika Birleşik Devletleri’nin dış politikası açısından Güney Amerika, Biden döneminde önemini korumakla birlikte, ABD’nin gündem maddelerinin başında yer almıyordu. Burada, Avrupa Birliği ile yaşanan ilişkiler, Ukrayna çatışması ve özellikle Çin ile rekabet öne çıkmıştı. Bu nedenle, ABD’nin dış politikası Latin Amerika’yı biraz göz ardı etmişti. Ancak Trump’ın iktidara gelmesiyle birlikte bu politika değişti; Latin Amerika ile ilişkiler yeniden büyük bir öncelik haline geldi. Trump, Latin Amerika’yı kendi tabiriyle “arka bahçe” olarak görerek, bu bölgedeki etkisini artırma girişimlerine başladı. Bu gelişimlerin en önemli hedefi, kesinlikle kıtadaki Rus ve Çin etkisini kısıtlamak oldu.
Venezuela, bu duruma örnek teşkil ediyor. Venezuela’nın hem Rusya hem de Çin ile geniş kapsamlı ilişkileri bulunuyor. Son günlerde Çin, Venezuela’nın petrol üretimine ciddi yatırımlar yapmaya başladı ve buradaki üretimi artırmak ve ticareti geliştirmek için yeni platformlar kurdu. Bu durum, Amerika Birleşik Devletleri’nin hedef aldığı girişimlerin bir parçası. Aynı zamanda Meksika’da da benzer bir durum söz konusu. ABD, Meksika üzerinde uyuşturucu ile mücadele gerekçesiyle baskı oluşturarak, Çin ile olan ticari ilişkilerini baltalamaya çalışıyor. Meksika ile ABD, Kanada ile birlikte bir serbest ticaret bölgesi oluşturmuş durumda. Amerikan devlet başkanının baskısı sonucu Meksika, Çin’den yaptığı ithalatta, özellikle elektrikli araç ithalatına %50 ek vergi getirdi. Bu araçlar, hem Meksika’nın iç pazarına ithal ediliyordu hem de ABD’ye gönderiliyordu. Böylece, uyuşturucu gerekçesi ile Latin Amerika’daki Çin ve Rusya ilişkilerini baltalama girişimlerinden biri gerçekleşmiş oldu.
Üçüncü bir örnek olarak, Amerikan Devlet Başkanı’nın en yakın müttefiklerinden biri olan Javier Milei’yi ele alabiliriz. Arjantin Devlet Başkanı seçilen Milei, ülkesinin BRICS üyeliğini geri aldı ve rotasını Washington’a çevirdi. Önceki devlet başkanı, yalnızca BRICS üyeliğine katılmakla kalmamış, aynı zamanda Kuşak Yol girişimine de katılma yönünde girişimlerde bulunmuştu. Ayrıca, bu ülkenin savunma sanayisinde Rusya ile çeşitli işbirliği projeleri vardı; savaş uçaklarının ithal edilmesi söz konusuydu. Ancak, Javier Milei’nin iktidara gelmesiyle bu girişimler durduruldu.
Dolayısıyla, sorunuz kesinlikle yerinde. Amerika Birleşik Devletleri’nin kıta içindeki en önemli hedefi, kıtaya yeniden hâkim olmak ve kendisini burada egemen güç olarak konumlandırmaktır. Bunun en somut uygulamalarından biri de, kıta ülkelerinin Rusya, Çin ve diğer Asya ülkeleriyle geliştirdiği ilişkileri baltalamaktır.
Bir örnek daha vermek gerekirse, Honduras, küçük bir Orta Amerika ülkesi olarak, solcu bir iktidar seçimleri kazandığında Tayvan ile diplomatik ilişkilerini kesti ve Çin Halk Cumhuriyeti ile resmi diplomatik ilişkiler kurdu. Bu, oldukça önemli sembolik bir girişimdi. Honduras, Kuşak Yol İnisiyatifi’ne de katıldı. Bu tür girişimler, Amerika Birleşik Devletleri tarafından hoş karşılanmadı ve şu an hedef alınmakta.
Sonuç olarak, Güney Amerika nezdinde bir tarafta ABD, diğer tarafta Rusya ve Çin ile birlikte Türkiye, İran gibi Asya ülkeleri arasında bir gerginlik oluşacağını öngörmek doğru olur.
3- Venezuela ile ABD arasındaki süregelen düşmanlık göz önüne alındığında, bu gerilimin artması askeri çatışma olasılığını artırıyor mu? Bildiğiniz gibi Maduro, “Eğer silahlı bir mücadeleye girmek zorunda" demişti.
Amerika Birleşik Devletleri’nin kendi verilerine göre, şu anda Venezuela kıyılarında 8 farklı savaş gemisi konumlandırılmış durumda ve bu gemilerin içinde 4,000 deniz piyadesi bulunuyor. Ancak bu rakam, askeri açıdan Venezuela’ya bir kara harekâtı düzenlemek için yeterli görünmüyor. Dolayısıyla, Venezuela’ya yönelik herhangi bir işgal girişiminin askeri açıdan çok olası olmadığı söylenebilir. 4,000 asker, böyle bir girişim için büyük bir sayı değil. Bununla birlikte, ABD geçtiğimiz günlerde gerçekleştirdiği saldırılarla birlikte Venezuela’ya yönelik askeri tehdit unsurunu artırıyor.
Bir askeri senaryo olarak, Amerika’nın bu gemilerden hareketle Venezuela içinde uyuşturucu çetesi üyelerine veya bu tür kişilere yönelik hedefli operasyonlar düzenlemesi mümkün. Burada, herhangi bir füze saldırısı veya sabotaj girişimi olasılığı da dikkate alınabilir. Dolayısıyla, ABD ve Venezuela silahlı kuvvetleri arasında doğrudan bir çatışma olasılığı düşük görünse de, Amerika Birleşik Devletleri’nin Venezuela’ya füze veya hava saldırısı yoluyla bir saldırı gerçekleştirmesi, ciddi bir olasılık olarak kabul ediliyor. Bu nedenle, iki ülke arasındaki silahlı gerilimin devam etmesi bekleniyor.
Önemli bir diğer faktör ise Venezuela’nın komşusu Kolombiya’nın alacağı tutum. Önceki hükümetler döneminde Kolombiya, sağcı ve Amerikan yanlısı politikalarıyla Venezuela’ya karşı önemli destek vermişti. İki ülke arasındaki uzun ve yağmur ormanlarıyla kaplı sınır, silahlı grupların geçişine olanak tanıyor. Ancak şu anki Kolombiya Devlet Başkanı Gustavo Petro, özellikle Filistin konusunda ve genel olarak Amerika’ya karşı çok net bir tutum sergiliyor. Petro, Venezuela’ya yönelik saldırıların bir parçası olmayacağını açıkça ifade etti. Hatta, Gustavo Petro’nun ABD ve İsrail’den daha güçlü bir ordu kurulması önerisiyle Filistin’in kurtarılması gerektiğini savunduğunu hatırlatmakta fayda var.
Dolayısıyla, ABD ve Venezuela arasındaki doğrudan çatışma ihtimalini zayıflatan bir unsur da Kolombiya hükümetinin aldığı tutumdur. Ancak, siyasi gerginlik ve kısmi çatışmalar içeren gerilimin devam edeceğini öngörmek de doğru olacaktır.
Ayrıca, Trump’ın Venezuela özel temsilcisi Richard Grenell’in Maduro hükümetiyle temas kurduğunu ve savaştan başka diplomatik yolların da bulunduğunu ifade ettiğini belirtmek gerekir. Bu temas, Maduro hükümeti tarafından da doğrulandı. Böylece, gerilime paralel bir iletişim süreci mevcut. Bazı Venezuellalı uzmanlar, bu durumu “karşımızda iki Amerika var” şeklinde yorumluyor. Bir tarafta, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun Küba devriminden kaçanların ailelerinden geldiği ve aşırı sağcı bir çizgiyi temsil ederek askeri müdahale çizgisini savunduğu belirtiliyor. Diğer tarafta ise Richard Grenell, mültecilerin geri dönüşüne dair kısmi anlaşmaları öncülük eden bir isim olarak daha çok diplomatik çözümleri savunuyor.
Bu bağlamda, bazı uzmanlar arasında karşımıza çıkan bu farklı yaklaşımlar, Venezuela’daki durumu daha da karmaşık hale getiriyor.
yorumunuz