24 Ara 2018 09:57

17-25 Aralık dosyası-4:

Türkiye üzerinde operasyon yapılacak bir ülke değildir

Türkiye üzerinde operasyon yapılacak bir ülke değildir

Ulusal Kanal İran Temsilcisi Yakup Aslan ile aşağıda okuyacanığız bir röportajda 2013’teki gelişmeleri yeniden ele aldık.

Kamran AZAR: 17 Aralık 2013 sabahı, Cumhuriyet Savcısı Celal Kara ve Mehmet Yüzgeç'in talimatıyla, birçok kişinin gözaltına alındığı büyük bir operasyon başlatıldı.

Gözaltına alınan kişilere, 'rüşvet, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma ve kaçakçılık' gibi suçlamalarının yöneltildiği operasyonu İstanbul Cumhuriyet Başsavcı vekili Zekeriya Öz koordine ediyordu.

25 Aralık'ta bu kez başka bir operasyon başladı; Savcı Muammer Akkaş tarafından yürütülen soruşturmada 96 kişiye yöneltilen suçlamalar arasında 'suç işlemek amacıyla örgüt kurmak ve yönetmek, ihaleye fesat karıştırmak ve rüşvet' bulunuyordu.

Böylece, 17 ve 25 Aralık 2013'te gerçekleştirilen operasyonlar, aradan yıllar geçmesine rağmen Türkiye kamuoyu gündemindeki yerini koruyor.

Bu olaylarla bağlantılı olarak Ulusal Kanal İran Temsilcisi Yakup Aslan ile aşağıda okuyacanığız bir röportajda 2013’teki gelişmeleri yeniden ele aldık.

* 17-25 Aralık sürecinde neler yaşandı? Kimler operasyonu yürüttü ve kimler suçlandı?

- Süreç AKP ve o dönem ülkeyi birlikte yönettikleri Cemaat olarak adlandırılan Fethullahçı yapılanmanın yollarının kesin olarak ayrıldığı bir milattır. Yaklaşık 30 yıllık süreçte devlet içinde yuvalanan ve CIA ile bağlantılı olan Fethullahçı terör örgütü mensuplarının devlet içerisinde ele geçirdikleri kurumların kabiliyetlerini kullanarak yaptıkları yasa dışı dinlemeler ve hukuksuz yargı süreçleri ile bir çok kumpası gerçekleştirmiştir.Söz konusu süreç FETÖ’nün yollarını ayırdığı AKP hükümetini hedef alan ilk eylemi olarak değerlendirilebilir.

Örgüt, Türkiye’de ABD ve NATO karşıtı Asker, Polis ve Siyasi isimlerin de aralarında bulunduğu kişileri Ergenekon ve Balyoz adı verilen davalarla hedef almış ancak örgütün varlığı 17-25 Aralık sürecine kadar neredeyse hiçbir hükümet yöneticisi tarafından kabul edilmemiştir, hatta bazı hükümet yetkilileri ve hükümete yakın isimler bu örgüt 15 Temmuz Amerikancı darbe girişimini gerçekleştirene kadar Fethullahçı yapılanmayı görmezden gelmiş yada savunmuştur.  

17-25 Aralık’ta süreci olarak adlandırılan süreç Türkiye Cumhuriyeti hükümetinde görevli dört bakanın adının karıştığı yolsuzluk operasyonu olarak  FETÖ (Fethullahçı terör örgütü) Savcı ve Polis şefleri tarafından gerçekleştirildi.

Firari ve haklarında Kırmızı bülten ile yakalama kararı bununan Savcılar Celal Kara, Mehmet Yüzgeç, operasyonun başında olduğu iddia edilen dönemin Başsavcı vekili Zekeriya Öz ile 25 Aralık soruşturmasını yürüten savcı Muammer Akkaş FETÖ’nin yargı ayağındaki isimlerdi.

Operasyonu gerçekleştiren polis şefleri ise, dönemin İstanbul Mali Şube Müdürü Yakub Saygılı, yardımcısı Kazım Aksoy, Kom Daire Başkan Yardımcısı Osman Balcı’nın da aralarında bulunduğu 12 Fethullaçı emniyet mensubu idi.

Dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler’in oğlu Barış Güler, dönemin Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın oğlu Salih Kaan Çağlayan, dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın oğlu Abdullah Oğuz Bayraktar, Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan, Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir ile iş adamları Ali Ağaoğlu ve Rıza Sarraf’ın aralarında bulunduğu toplam 89 kişi gözaltına alındı. Şüphelilerin ev ve işyerlerinde aramalar yapıldı, büyük miktarda nakit paraya el konuldu. Süreçte dönemin başbakanı Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ında hakkında gözaltı kararının olduğu basına yansıdı.

17-25 Aralık sürecindeki operasyonlar üç ayrı soruşturmaya dayanıyordu. İlk ikisi "TOKİ’de ( Toplu Konut İdaresi) yolsuzluk" ve "Fatih Belediyesi’nde rüşvet" iddialarıydı. Üçüncü soruşturma ise İran asıllı iş adamı Rıza Sarraf'ın dört bakan ve çocuklarına rüşvet verdiği iddialarına dayanıyordu. Gözaltına alınanlara isnat edilen suçlar arasında rüşvet, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma, kara para aklama, altın kaçakçılığı ve fuhuşa aracılık yer alıyordu. Soruşturma kapsamında gözaltına alınanlardan 24’ü, 21 Aralık’ta tutuklandı. Bakan Erdoğan Bayraktar'ın oğlu Abdullah Oğuz Bayraktar serbest bırakılırken, bakan çocukları Barış Güler ile Kaan Çağlayan "rüşvet almaya ve vermeye aracılık etmek", Rıza Sarraf "rüşvet vermek, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak", Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan ise "rüşvet almak" iddiasıyla tutuklandı.

* Türkiye hükümetinin söz konusu suçlamalara karşı tavrı neydi? Sizce bu tepkiler yasalara uygun bir şekilde mi yapıldı?

- Dönemin başbakanı olan Recep Tayyip Erdoğan, 17 Aralık günü "Arkasına karanlık odakları alanlar, çeteleri alanlar bu ülkeye istikamet çizemezler. Arkasına sermayenin medyanın gücünü alanlar bu ülkeye istikamet çizemezler. Türkiye içinde ve dışında birtakım karanlık çevrelerini alanlar istikametiyle oynayamazlar. Ayarlarımızı değiştiremezler. Türkiye üzerinde operasyon yapılacak, ameliyat yapılacak bir ülke değildir. AK Parti iktidarı buna izin vermez." Şeklinde ilk açıklamasını gerçekleştirdi.

Erdoğan’ın bu açıklamasını hükümetin art arda hem emniyet hem de yargıya yönelik attığı adımları izledi. 18 Aralık’ta Mali, Organize Suçlar ve Terörle Mücadele şubelerinin müdürlerinin de aralarında bulunduğu beş polis müdürü görevden alındı. 19 Aralık’ta ise İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın merkeze çekildi, yerine Aksaray Valisi Selami Altınok atandı. Bunu izleyen günlerde Emniyet’teki tasfiye süreci hız kazandı, İstanbul, İzmir ve Ankara Emniyet'lerinde de birçok şube müdürünün yeri değiştirildi, operasyonu yürüten polisler için tutuklama kararları çıktı. Hükümet, Adli Kolluk Yönetmeliği’ndeki bir değişiklikle soruşturmalarda savcıların emrinde görev yapan polislerin, amirlerine bilgi vermesini zorunlu hale getirdi.

Alınan karar gecikmiş ve yetersizdi olduğunu söyleyebiliriz. Hükümetin attığı adımların  Türkiye Cumhuriyeti yasaları dahilinde olduğunun altını çizmek gerekiyor. Söz konusu kişilerin Türkiye Cumhuriyeti dışında emir aldıkları ve ülkeye karşı birçok kumpasa imza attıkları düşünüldüğünde hükümetin attığı adımların yetersiz olduğunu söylemek mümkündür zira söz konusu isimler 15 Temmuz Amerikancı darbe girişimini gerçekleştiren örgütün üyeleridir. Bu operasyonu gerçekleştiren tepe kadrosu da yetersiz önlemlerden dolayı yurt dışına firar etmeyi başarabilmişlerdir.

* Süreci başlatan taraf olarak açıklanan FETÖ’nün asıl amacı neydi ve acaba istediği amaçlara ulaşabildi mi?

- Elbette bu eylem de FETÖ’nün ülkeyi ele geçirme girişimlerinden birisidir. Aralarında dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve MİT müsteşarı hakan FİDAN’ın da olduğu bir çok isim hedefte olan isimlerdendi. Amaç bir dönem birlikte yürüdükleri ve artık istedikleri istikamette ileremeyen hükümeti indirmek ve kendilerinin yönettiği bir Türkiye yaratma girişimidir.

Sonuçları ile değerlendirdiğimizde FETÖ’nin bu operasyonlar ile tam anlamı ile başarıya ulaştıkları söylenemez.

Ancak özellikle ABD’de yürütülen ilk olarak Rıza Zarraf davası olarak başlayan ve Halkbank genel müdürü Hakan Atilla’nın yargılandığı Hakan Atilla davasında Türkiye’nin köşeye sıkıştırılması için çeşitli belgeleri ABD’ye ulaştırdıkları bilinmekte.

Dikkat çekilmesi gereken konu ABD’de görülen davada Türkiye’nin,  İran’a uygulanan Amerikan  yaptırımlarını nasıl etkisiz hale getirdiği konusu yargılanmktadır. Nitekim ABD’de Türkiye ile birlikte İran da yargılanmaktadır.

Burada ABD yargısını Türkiye ve İran’a karşı şahitlik yapan FETÖ üyesi Polis şeflerini ve oraya çeşitli belgeler taşıyarak iki ülkeyi de hedef alan örgütten bahsediyoruz.

* Türkiye yargı sisteminin süreçteki performansını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce alınan kararlarla birlikte yapılan değişikliklerde yargı bağımsızlığı ilkesine uygun davranıldı mı?

- Burada ülke yönetimini ABD derin devletnin menfaatleri doğrultusunda ele geçirmek isteyen bir terör örgütü ile mücadeleden bahsediyoruz. Yargı sürecinde bu denli hızlı değişiklikler ve hukuka uygun değişiklikler yapılmasa idi durum daha ciddi bir hal alabilirdi. Eleştirilen yanları da olsa yargının bağımsız davrandığı söylenebilir.

* Sosyal medyada geniş çapta dağıtılan tapelerle görüntülerin olaydaki etkisini nasıl yorumluyorsunuz? Bu konuda basın alanında yapılan hareketliliğe ilişkin ne düşünüyorsunuz?

- Söz konusu tape’ler uzun süre ülke gündemini meşgul etti. İddiaları kuvvetlendiren tapelerdi bunlar bir kısmının gerçek olmadığı kanaati hakim olsa da söz konusu tapelerin toplumu ve siyasileri etkilediğini söylemek mümkündür.

Ancak burada önemli olan bu tapelerin hangi yasal süreçler ile elde edildiğidir. Zira dinleme kayıtlarının varlığı bile örgütün söz konusu kurumları ne denli ele geçirdiğinin bir kanıtıdır. Örgütün bilinen taktiklerinden biri de yasa dışı dinlemeler ile hedef kişi ve kurumları itibarsızlaştırmak ve suçlamaktır. Örgütün daha önce yürüttüğü soruşturma ve suçlamalarda da aynı taktiği kullanmış olduğu bilinmektedir. Hatta bu taktik ile çeşitli şantaj operasyonları yürüttüğü de biliniyor.

* Söz konusu süreç nasıl sonuçlandı?

- Operasyona hedef olan isimlerin tamamının serbest kaldığını söyleyebiliriz, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, yaklaşık 11 ay süren incelemenin ardından  dosyayla ilgili takipsizlik kararı verdi. 2 Eylül 2014’te ise “25 Aralık soruşturmasıyla” ilgili takipsizlik kararı verildi. 141 sayfalık takipsizlik kararında yolsuzluk soruşturmalarını yürüten savcı ve polisler "Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya çalışmakla" suçlandı.

17 Aralık soruşturmasını yürüten ve Fethullahçı savcılar Celal Kara ve Mehmet Yüzgeç’in halen nerede oldukları bilinmiyor, ancak yurtdışına çıktıkları tahmin ediliyor. Bu operasyonun başında olduğu iddia edilen dönemin Başsavcı vekili Zekeriya Öz ile 25 Aralık soruşturmasını yürüten savcı Muammer Akkaş da yurt dışına kaçtılar. Önce dosyalardan el çektirilen, daha sonra görev yerleri değiştirilen ardından da meslekten ihraç edilen savcılar hakkında da yakalama kararları bulunuyor.

Soruşturmada adı geçen bakanlar ile ilgili TBMM’de bir yüce divan oylaması gerçekleştirildi. TBMM'de kurulan komisyonda AKP'den 9, CHP'den 4, MHP ve HDP'den birer milletvekili yer aldı. Yedi ayın sonunda, AKP’li üyelerin oylarıyla komisyon yolsuzlukla suçlanan bakanların Yüce Divan'da yargılanmasının gerekmediğini bildiren bir karar aldı. Yapılan oylamada, adları yolsuzluk iddialarına karışan 4 eski bakan Çağlayan, Güler, Bağış ve Bayraktar'ın Yüce Divan'a gönderilmesine yönelik önergeler reddedildi.

Söz konusu bakanlar TBMM’de her ne kadar aklansalar da haklarındaki iddialar siyasi yaşamlarının sonunu getirdi. AKP yönetimi tarafından bu isimlerin üzeri çizilmiş olduğunu söylemek mümkün.

News ID 1875284

Ekler

yorumunuz

You are replying to: .
  • captcha