Siyonist rejim Başbakanı Binyamin Netanyahu, 80. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndaki konuşmasında Irak’taki direniş gruplarını hedef alarak, bu grupları ortadan kaldıracağını iddia etti. Netanyahu’nun tehditleri, Irak Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin tarafından, “Direniş gruplarına saldırmak, Irak’a saldırmaktır” şeklinde sert bir dille yanıtlandı. Bu durum, Washington’un Irak’ı stratejik bir ortak olarak görmesine rağmen, İsrail’in Irak’a yönelik olası saldırılarında ABD’nin tutumunun ne olacağına dair soruları gündeme getiriyor.
Tam da bu konu hakkında Türk gazeteci Hasan Akaras ile bir röportaj gerçekleştirdik:
*Siyonist rejim Başbakanı Binyamin Netanyahu, 80. BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasında Irak’taki direniş gruplarını hedef aldı ve bu grupları ortadan kaldıracağını iddia etti. Netanyahu’nun konuşmasının hemen ardından Irak Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin, “Direniş gruplarına saldırmak, Irak’a saldırmaktır” şeklinde tepki gösterdi. Bildiğiniz gibi, Washington genellikle Irak’ı stratejik bir ortağı olarak görüyor. Sizce ABD, İsrail’in Irak’a saldırmasına izin verecek mi?
İsrail işgal rejimi Başbakanı Binyamin Netanyahu, neredeyse boş bir salona karşı yaptığı Birleşmiş Milletler konuşmasında, topyekun bir şekilde direniş eksenini hedef aldı ve tehdit üzerine tehdit savurdu. Soykırımcı Netanyahu’nun vücut dili, kullandığı ifadeler ve öfkesi, hiçbir şekilde kazanan tarafın liderine uygun bir yapıya sahip değildi. Kızgın, öfkeli, yendik dediği güçleri yeniden ve yeniden tehdit eden bir üslup. Eğer İsrail, 2 yıldır savaştığı direniş güçlerini, yani Hamas’ı, Hizbullah’ı, Yemen’i ve İran’ı yenmiş olsaydı, tehdit etme ihtiyacı hisseder miydi? Demek ki, İsrail’in ya da bir takım çevrelerin lanse ettikleri gibi direnişin yenildiği bir tablodan bahsedemeyiz.
Netanyahu’nun BM’deki konuşmasında Irak direnişini özel olarak hedef alması da elbette dikkat çekicidir. Nitekim Irak cephesi, bu 2 yıllık süreçte direniş anlamında fiili operasyon olarak az etkinliği gördüğümüz cephe oldu. Mutlaka Irak’ın bu süreçte oynadığı farklı roller, etkili olduğu farklı alanlar var. Fakat operasyon anlamında 2 yıllık süreçte, Hizbullah ve Yemen ordusu ile bazı dönemlerde ortak operasyonlar düzenlemek dışında Irak direnişi denkleme ağırlık koymadı.
Öyleyse neden bu tehdit geldi? Çünkü Irak, tıpkı Suriye gibi, direniş noktasında stratejik bir konuma ve kendine has özelliğe sahip bir ülkedir. Suriye ile birlikte Irak’ın, İran’a saldırılarda bir koridor olarak kullanıldığını da düşündüğümüz zaman, işgal rejimi İsrail’in, Irak’ta gelişmiş ve etkin bir direniş yapısı istemediğini biliyoruz.
ABD, Irak’ı stratejik bir ortak olarak tanımladığını iddia etse de, İsrail’in Irak’a yönelik olası bir saldırısını engelleme ihtimali yoktur. Irak, tıpkı Suriye gibi, direniş açısından stratejik bir konuma ve kendine özgü bir özelliğe sahip bir ülkedir. Suriye ile birlikte Irak’ın, İran’a saldırılarda bir koridor olarak kullanıldığını göz önünde bulundurursak, işgal rejimi İsrail’in Irak’ta gelişmiş ve etkin bir direniş yapısını istemediğini açıkça görebiliriz.
ABD’nin de Suriye ve Irak politikalarının bu istek doğrultusunda şekillendiğini uzun zamandır yakinen takip ediyoruz. ABD her ne kadar Irak’ı stratejik ortak olarak tanımladığını iddia etse de, bu hiçbir zaman Irak halkını ya da bu ülkenin egemenliğini önceleyen, ya da ABD ile eşitleyen bir bakışla yürütülmedi. Washington yönetimleri, bölgede İsrail’in güvenliğini sağlamak ve kendi çıkarlarını korumak adına Irak’ı hep bir araç olarak gördü. Bu nedenle İsrail’in Irak’a yönelik olası bir saldırısını ABD’nin engellemesi gibi bir ihtimal yok.
Katar örneğinde bunu çok net bir şekilde gördük. Hamas’ın Doha’daki liderliğini hedef alan saldırı gerçekleştiğinde Katar’ın hava savunma sistemleri ve tüm radarları adeta kör oldu. ABD medyası, Trump yönetiminin saldırıyla ilgili önceden bilgilendirildiğini ve saldırıya onay verdiğini yazdı. Benzer bir durum Irak için de gündeme geldiğinde ABD’nin farklı bir tutum izlemesi beklenemez.
*Gerçek şu ki, direniş bir düşünce ve ideolojiden kaynaklanıyor. İnsanlar, baskıya ve zulme karşı gelmek için zamanla bu tür bir düşünceye sahip olurlar. Eğer bölgede direniş gruplarının varlığına tanık oluyorsak, bu durum, o zihniyetin ve düşüncenin bir yansımasıdır. Netanyahu, Gazze’de Filistin halkının direnişine tanıklık ederken, neden bölgedeki direniş güçlerine saldırarak bu zihniyeti ortadan kaldırabileceğini düşünüyor?
Direniş gruplarını sadece bir silahlı yapı olarak göremeyiz. Toplumsal bir bilincin, ortak bir inancın ve ideolojisinin yansıması olduğunu söylemeliyiz. Bu bilinç ve inanç, işgal, baskı ve zulme karşı halkların yüreğinde filizleniyor. Katil Netanyahu, liderlere yönelik suikastlarla, sivillere yönelik katliamlarla direnişi ortadan kaldırabileceğini ya da en azından halklarla direniş arasına fitne sokabileceğini sanıyor. Oysa Gazze’de, Lübnan’da, Yemen’de yaşananlar bunun tam tersini kanıtlıyor. 2 yıla yakın süredir saydığımız tüm bu coğrafyalarda yaşananlara bir bakın. Gazze’nin durumu ortada. Direnişten geri adım gördük mü? Hayır. Lübnan’da Hizbullah’ın liderleri dahil binlerce şehit verildi, şehirler, kasabalar yıkıldı. Lübnan halkı direnişe sırtını mı döndü? Hayır. Yemen’de de durum aynı. Halk güçlü ve kararlı bir şekilde direnişi, direniş liderliğini destekliyor.
Bu durum bize şunu gösteriyor. Bombalar şehirleri yıkabilir. Tonlarca ağırlığındaki bombalarla, direnişin liderlerini şehit edebilirler. Binlerce insanı da katledebilirler. Ancak kalplerdeki, zihinlerdeki direniş ateşini söndüremezler. Irak’ta da durum aynıdır. Direniş grupları, bugüne kadar her zaman halkın onurunu, ülkenin bağımsızlığını ve özgürlüğünü savunmuştur. Bundan sonra da bu yolda ne kadar fedakarlık gerekirse gereksin yürünecektir.
Siyonist rejim İsrail, Gazze’deki soykırımla, Lübnan’daki katliamlarla, Yemen’e yönelik saldırılarla büyük bir yalnızlığa sürüklenmiş durumda. ABD ve bazı Avrupa ülkelerinin desteğiyle ayakta durabilen kırılgan bir rejime dönüştü. Bu açık bir şekilde cephelerin birliğini ortaya koyan direniş ekseninin kazanımıdır.
Netanyahu’nun başından bu yana sadece Gazze’ye karşı, Filistin direnişine karşı değil, tüm cephelerde direniş eksenine karşı savaşmak istediğini biliyoruz. Bunun için de defalarca bütün bu cepheleri savaşa çekecek büyük bir adım atmaya çalıştı. Bugünlerde şehadet yıldönümünü andığımız ve ahdimize sadığız dediğimiz Seyyid Hasan Nasrallah’a yönelik suikast, İran İslam Cumhuriyeti’ne yönelik Haziran ayındaki hukuksuz saldırılar, Gazze’deki ateşi bölgeye yayma girişimiydi. Netanyahu bu yolla yalnızlığını gidermek, Batı cephesini kendi yanında tam tekmil hizalamak istiyordu. Ancak olmadı. Irak’a yönelik tehdidi de bu planın bir parçası olarak görmek mümkün.
yorumunuz