25 Haz 2025 15:29

Trump neden İsrail uğruna NPT'yi feda etti

Trump neden İsrail uğruna NPT'yi feda etti

Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’nın (NPT) resmî bir üyesine yapılan ABD saldırısı, Siyonist rejimin çaresizliğini telafi etme çabası yönündeydi.

22 Haziran Pazar gününün ilk saatlerinde dünya yeni bir suç ve saldırganlıkla karşı karşıya kaldı. Sabah saat 02.00 civarında, ABD hava ve deniz kuvvetleri, radara yakalanmayan B‑2 bombardıman uçakları ve Tomahawk füzeleriyle İran’ın Natanz, Fordo ve İsfahan’daki üç nükleer tesisini hedef aldı. Bu saldırı yalnızca diplomatik kırmızı çizgilerin aşılması anlamına gelmiyor, aynı zamanda uluslararası düzeydeki “kurallara dayalı düzen” yanılsamasının da sonu anlamına geliyordu.

Tel Aviv’in koordinasyonuyla ve çaresizlik içindeki Siyonist rejime destek amacıyla gerçekleştirilen bu saldırı, İran hâlâ Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması’nın (NPT) resmî bir üyesiyken ve tüm nükleer faaliyetleri Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın denetimi altındayken gerçekleşti. Buna rağmen ABD ve Siyonist rejim, ne BM’den bir yetki aldılar ne de İran’ın barışçıl nükleer yolundan saptığını gösteren herhangi bir somut belge sundular. Yine de uluslararası hukukun şeffaf üyelerinden birini hedef almaktan çekinmediler.

İsrail’in acziyetinin zirvesi: Trump neden müdahale Etmek zorunda kaldı?

Her ne kadar Salı sabahı, 24 Haziran’da İran ile Siyonist rejim arasında ateşkes sağlanmış olsa da savaşın ilk günlerinde İsrail, İran’ın savunma ve sanayi altyapısını hedef almaya çalıştı. Ancak stratejik hedeflerine ulaşmakta ciddi operasyonel başarısızlıklar yaşadı. En büyük zorluk ise yerin yüzlerce metre altındaki Fordo yeraltı tesisini imha edememekti. Bu merkez, Siyonist rejimin sahip olduğu geleneksel bombalara karşı dirençliydi. Öte yandan, Tel Aviv’den Hayfa, Askalan ve diğer işgal altındaki şehirler sürekli olarak İran’ın güçlü ve nokta atışı yapabilen füzeleriyle hedef alındı.

Bu başarısızlıkların ardından Tel Aviv’de endişeler arttı. Mossad istihbarat raporları, İsrail’in sınırlı ve etkisiz saldırılarının İran’ın programlarını durdurmadığını, aksine hızlı yeniden inşa ve zenginleştirme sürecini hızlandırmak için ekstra bir motivasyon yarattığını ortaya koydu. Öte yandan, İran hava savunması da ilk dalga saldırılara hızla uyum sağlayarak Siyonist operasyonları başarısız kıldı. Sonuç olarak, özellikle Başbakan Binyamin Netanyahu, ABD’nin doğrudan müdahalesi olmadan İran karşısında yenilginin kesin olduğuna karar verdi ve ateşkesin kabulü de İsrail rejiminin içinde bulunduğu çaresizliği gösterdi.

Siyonist rejim Başbakanı geçen hafta diplomatik kanallar, AIPAC lobileri ve doğrudan Amerikan yetkililerle görüşmeler yoluyla Beyaz Saray’a yoğun baskı yaptı. Likud’a yakın medya da eş zamanlı olarak “Eğer ABD geri çekilirse, İsrail standart dışı seçeneklere başvurmak zorunda kalacak” kampanyasını başlattı; bu ifade Beyaz Saray’a yönelik bir baskı olarak değerlendirildi. Bu ortamda Trump zor bir çıkmazda kaldı. Bir yandan ABD’yi hiçbir savaşa sokmayacağına dair söz vermişti, diğer yandan Ortadoğu’daki stratejik müttefiki açıkça yenilginin eşiğindeydi.

Sonunda Beyaz Saray’ın ulusal güvenlik ve askeri danışmanları, ABD’nin İsrail’e destek vermesinin daha iyi olacağı görüşünde birleşti. Jeopolitik açıdan da, sonuçsuz süren yıpratıcı bir savaşın özellikle yaklaşan ABD seçimleri öncesinde Trump’ın Siyonizm yanlısı lider ve Cumhuriyetçi Parti’nin imajına zarar verebileceği düşünülüyordu. Böylece İran’daki hassas tesislere doğrudan saldırı kararı, gözlemcilere göre ABD’nin stratejik iradesinden ziyade İsrail rejiminin artan baskıları ve Trump’ın iç siyasi hesaplarının bir ürünüydü.

Dolayısıyla ABD’nin askeri müdahalesi, Trump’ın güç gösterisinden çok İsrail rejiminin İran’a karşı stratejik yetersizliğinin örtülü bir itirafıydı. Washington, başlatıcısı olmadığı bir savaşa girdi ama bölgesel düzenin devamını tehlikede gördü. Trump’ın müdahalesi, en çok da uzun süredir ortak olan ancak artık bölgedeki varlığını tek başına sürdüremeyen bir ortağın çaresizliğinin göstergesiydi.

NPT'nin altın kuralının çöküşü

Nükleer silahların yayılmasını önleme anlaşmasına üye bir ülkenin, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu denetimi altındaki tesislerine iki nükleer aktörün doğrudan saldırısı, 1968’den beri bu anlaşmanın meşruiyeti ve varoluş felsefesine en büyük darbe oldu. İran sadece NPT’nin resmi bir üyesi olmakla kalmayıp, tüm nükleer faaliyetlerini uluslararası yükümlülüklere uygun ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu denetçileri gözetiminde gerçekleştirmektedir.

Ancak Washington ve Tel Aviv, İran’ın nükleer tesislerini Tahran’ın barışçıl nükleer faaliyetlerinde sapma olduğuna dair herhangi bir resmi belge veya UAEA onayı olmadan bombaladı. Bu eylem uluslararası hukuku çiğnerken  Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması'ndaki (NPT) barışçıl ve askeri faaliyet arasındaki ayrımın temel ilkesini de etkili bir şekilde geçersiz kıldı.

Saldırının hemen ardından üst düzey İranlı yetkililer saldırıyı sert bir dille kınayarak, bunun "NPT'nin itibarının fiili sonu" olduğunu söyledi.  Dışişleri Bakanlığı sözcüsü İsmail Bekayi, "Bugünden itibaren, NPT üyesi olan herhangi bir gelişmekte olan ülke bu anlaşmanın vaatlerine güvenemez, çünkü NPT'ye üyelik sadece saldırıları engellemekle kalmaz, aynı zamanda üye ülkelerin hedef alınmasına bir bahane de olur" dedi.

İran Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi'nin acil toplantısında ise İran'ın bundan böyle tüm ek güvenlik taahhütlerini askıya alacağı ve düşmanca davranışlar devam ederse, NPT'den çekilmenin masada ciddi bir seçenek olacağı belirtildi.

Ancak gülünç durum şu ki, nükleer silaha sahip olan Siyonist İsrail hiçbir zaman NPT'ye üye olmamış ve herhangi bir denetime tabi değildir; ABD yalnızca dünyadaki en büyük nükleer cephanelik sahiplerinden biri olmakla kalmayıp, müttefiklerine ikili teknolojiler satarak NPT yükümlülüklerini hiçe sayıyor. Şimdi uluslararası toplum için temel soru şudur: NPT küresel barışı sağlamak için bir araç mı yoksa bağımsız ülkeleri kontrol etmek için bir mekanizma mı?

İran, taahhütlerine uyması için “gerçek bir destek ve güvenlik mekanizması” yoksa, bu kusurlu anlaşmaya katılmaya devam etmek için hiçbir neden olmadığını defalarca vurguladı. Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi’nin eski genel sekreteri Ali Şemhani daha önce şunları kaydetti: “NPT üyesi olan ve yalnızca barışçıl olanaklara sahip bir ülkeye saldırmak, yeni bir nükleer kaos döneminin başlangıcıdır. NPT, üyelerini koruyamazsa, anlamsızdır”

Aslında ABD ile İsrail’in saldırganlığı birçok gelişmekte olan ülke için verdiği acı gerçek şu: NPT'ye üyelik, yaygın inanışın aksine, sadece koruyucu bir kalkan değil, aynı zamanda nükleer güçler tarafından tespit ve saldırı için bir araç haline gelebilir. Bu durum, nükleer silahsızlanma rejiminin tarihinde tehlikeli bir dönüm noktasıdır ve uluslararası toplum bu eyleme kararlı bir şekilde yanıt vermezse, NPT'nin itibarının kademeli olarak aşınması ve gelecekteki dünyada bu tür senaryoların tekrarlanması çok da uzak bir ihtimal değildir.

Bilim değil altıyapının bombalanması; İran nükleer teknolojisinin atan kalbi

Washington ve Tel Aviv'in İran'ın nükleer altyapısının tamamen yok edildiği yönündeki iddialarının aksine, sahadaki gerçekler ve İran yetkililerinin resmi açıklamaları, İran'ın nükleer programının teknik yapısının hala sağlam olduğunu ve zenginleştirme döngüsünde ciddi bir hasar oluşmadığını göstermektedir.

İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Muhammed Elİslami, saldırının ertesi günü yaptığı açıklamada, "Zenginleştirme faaliyetlerimizin hiçbiri durdurulmadı ve hedef alınmalarına rağmen Natanz ve Fordo'daki ana tesislerimiz hızla toparlanma kapasitesine sahip." ifadelerini kullandı.İslamı ayrıca ülkede ayrıca yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyum rezervlerinin ve gelişmiş santrifüjlerin birden fazla noktada depolandığı, zenginleştirme sürecinin bir bölümünün ülke içinde dağınık ve güvenli bir şekilde gerçekleştirildiği açıklandı.

Bu tam şunu göstermektedir: İran'ın yirmi yıllık baskı sürecine rağmen nükleer teknolojisini yerelleştirmeyi başarmış ve bugün, İran'daki zenginleştirme bilgisi fiziksel merkezlerde değil, bilimsel, beşeri ve teknolojik altyapıda kurumsallaştırılmıştır. Hatta bir çok batılı uzmam nükleer tesisleri bombalansa da Tahran'ın nükleer programı durdurulamaz çünkü İran onarım gücüne sahip kanaatinde.

Bu, bağımsız ülkelerin "teknolojik bağımlılığın" ötesine geçip "teknolojik caydırıcılığa" ulaştığı noktadır; silahlara ihtiyaç duymadan iyileşme ve yola devam etme yeteneğini garanti eden bir caydırıcılık.‌Sonuç olarak, ABD ve Siyonist rejimin ortak saldırısının ortaya koyduğu şey, onların gücü değil, milli iradeyi ve yerli teknolojiyi kontrol edeme güce sahip olmamalarıydı. İran'ın nükleer programı artık sadece durdurulamaz olmakla kalmayıp, herhangi bir dış baskıyla daha da güçlenecek ve derinleşecek stratejik bir olgunluk aşamasına ulaştı.

News ID 1928193

Ekler

yorumunuz

You are replying to: .
  • captcha