TAHRAN,3 Ekim 2007 (MNA)-- Hani, fıkra vardır ya.. Şoförün birisi, otoyola ters girmiş.. Polis radyosu ihtar yayını yapar: ‘Dikkat! Bir kişi otoyola ters girmiştir.. Aklî dengesi yerinde olmayabilir..’
Bu yayını, o ters yoldaki adam da dinler ve karşıdan gelen arabalara bakıp, ‘Ne bir tanesi, hepsi, hepsi!’ der..
Ünlü sosyolog Parkinson, 50 yıl öncelerde ‘Bir toplumdaki bütün medya araçlarını benim elime veriniz, 15 gün için.. 15 gün sonrasında, istediğim toplum düzenini kuracak bir noktaya gelemeyeceğim, açık.. Ama, o 15 gün sonrasında, o toplumu kendini tanımaz hâle getirebilirim..’ demişti.. Bu sözü bugünkü Türkiye’ye de uygulayabiliriz..
Bir ‘akıllı’, Prof. Ş. Mardin, ‘mahalle baskısı’ lafını, ‘kamuoyu kuyusu’na bir taş gibi attığından beri, medya, ‘O taşı o kuyudan nasıl çıkarabiliriz?’ diye, adetâ toptan delirecek!.. Toplumumuzun hele de okur-yazar kesimlerinin nasıl da kolay güdülür hâle geldiğinin son örneğini bu tartışmalar daha bir ortaya koydu..
Şu yazılıp çizilenlerin çoğuna bakınca, bir ‘sosyal paranoia’ ile karşı karşıya bulunduğumuz daha bir anlaşılıyor.. Ve ortaya çıkan tablo gösteriyor ki, mes’ele özgürlük değil, ‘kendilerine baskı yapılacağı korkusunu dillendirerek, bir baskıyı yitirmemek çabası’dır..
Hele de ‘Taife-i laicus mahallesi’nin baskılarının..
Ne yalanlar, ne entrikalar, ne komplolar..
Çünkü, toplumun korku ile hipnotize edilmesi, uyutulması veya sağlıksız tepkiler vermesi ve bu bahaneleri bekleyen çevrelerin eline yeni fırsatlar verilmesi hedefleniyor..
Güneydoğu’da inisiyatifi elde tutmak, iplerin ucunu yitirmemek korkusu ile, düzmece saldırıların tertiplenip Şemdinli, Şırnak ve diğer şehirlerin üzerine gece karanlığında, terör saldırısı havası vermek için top veya uzun menzilli silahlarla ateş açıldığını, ‘saatlerce süren çatışmadan sonra, güvenlik güçlerinin duruma hâkim hale geldiği gibi bir görüntü sağlandığını’ ve sabahleyin de halkın meydana toplanıp, ‘Bakınız güvenlik güçleri duruma hâkimdir, teröristlere sakın destek vermeyin ve sakın korkmayın..’ mesajının verildiğini, bu taktikten bazı zararlar görülse bile, netice de alındığını daha geçen hafta, em. J. Alb. Erdal Sarızeybek, ‘İhaneti Gördüm..’ isimli kitabında itiraf etmedi mi?
Daha önce de, em. Korg. Altay Tokat, bölgeye, ‘insan hakları ihlalleri’ni araştırmak için gelenlerin kaldıkları binaların civarına birkaç top mermisi attırdığını ve o ‘insan hakları ihlalcisi nutukları çekenler’in korkutulup susturulduğunu, onların terörle mücadeleden el çekilmemesi noktasına getirildiklerini ballandıra-ballandıra anlatmamış mıydı?
Resmî güvenlik güçlerinin tezgahladığı bu gibi daha nice entrikaların, kimbilir hangi karanlık ellerce ve üstelik hangi devlet imkanlarını kullanarak ülkenin tamamında ve toplumumuzun bütününe tezgahlanmakta olduğunu söylemek de mi bir diğer ‘paranoia’ sayılmalıdır? Ve eğer böyleyse, toplumun tamamı bir ‘paranoya toplumu’ olmaya sürüklenmeyecek midir?
Nitekim, Yargıtay eski Başsavcısı S. Kanadoğlu, ‘cumhuriyetin tehlikeye girdiğini, herkesin vargücünü kullanarak, onu korumak için harekete geçmesi gerektiğini’ hatırlatıyordu, dün..
Bu gibi ‘paranoid’ yansımalara boşverebiliriz.. Nitekim, millet o ve benzerlerinin daha başka entrikalarına da boşverdiğini 22 Temmuz’da göstermiştir; ama, devlet kurumları içinde böyle ‘paranoia’lara giriftar ve o gibi entrikacı beyinlere indeksli olanların varlığı da ortada.. Hatırlayalım, ‘28 Şubat zorbalığı’nın tezgahlanmaya başlandığı günlerde, zamanın C. Başkanı Demirel, Silahlı Kuvvetler’in ‘irtica’ rahatsızlığının kendisine iletilmesi üzerine, ‘Bunları bana yazılı olarak verin.’ dediğini; bunun üzerine, TSK şeflerinin de, kendisine (yani, ‘başkumandanları’na rapor verip), 55 konu yazdıklarını, ‘bunlardan 30’unun gerçek olmadığının, rivayet olduğunun ortaya çıktığını’ söylemişti.
Düşünebiliyor musunuz, ‘bir ülkeyi kurtarmak adına, askerî darbeye hazırlanan güçler,’ 55 dayanağı esas aldıklarını C. Başkanı’na, ‘başkomutanları’na bildiriyor ve Başkomutan da, onları araştırıp, 30’unun asılsız çıktığını söylüyor, ama, bunu yıllarca sonra itiraf ediyor ve kendisine ‘düzmece bilgi’ veren zamanın Gen. Kur. Başk. ve diğer yüksek komutanların, kocaman orgenerallerin hesaba çekilmesinin mekanizmasını işletmiyor- işletemiyordu..
Şu son günlerin ‘mahalle baskısı’ tartışmaları ortasında, asıl görülmesi gereken, işte budur.. ‘Taife-i laicus mahallesi’nin baskısı!’
‘Su başlarını ‘dev’lerin tuttuğu’ bir sosyal ortamda, kendi doğrularına, kendi inanç ve iradesine göre yaşamak için giderek daha bir kararlı tavırlar sergileyen halkımızın yoluna daha nice engeller çıkarılabilir..
Nitekim, Gen. Büyükanıt’ın dünkü konuşması, yeni entrikalar hazırlamak isteyenleri daha bir yüreklendirici mahiyettedir.. Büyükanıt, ‘kısmî suskunluklarının millete saygıdan kaynaklandığı’nı bir lûtuf gibi -ve o saygıyı bir kenara atabileceklerini hissettirecek şekilde- belirtirken, ‘bazı şeyleri değiştirmeye kimsenin gücünün yetmeyeceğini’ de söylemekteydi.. Bunu söylerken, gücünü milletin kayıdsız-şartsız egemenliğinden mi alıyor, yoksa milletin eline verdiği silahtan mı? Ama, şunu bilmeli ki, millet, ordusuna onca bütçe ve silahı, kendisine tahakküm edilmesi için değil; sınırlarını kendi iradesinin belirlediği ölçüler içindeki devletinin korunması, savunulması için vermektedir..
Bu arada, birtakım saftirik kimselerin, entrikacıların ekmeklerine yağ sürecek uç ve uçuk tavırlar sergilemelerine de dikkat edilmelidir..
Özellikle, ömrü boyunca yabancı ve uzak kaldığı bir hayata sonradan katılanların, reçeli kavanozun dışından yalayan nicelerinin, rahmetli Necîb Fâzıl’ın deyimiyle, ‘kaba softa, ham yobaz..’ nitelemesini hatırlatacak şekilde, bir takım kuru şekilci davranışlarla birilerine malzeme verebileceği ihtimaline karşı, her Müslüman, sorumluluğunu dikkatle yerine getirmeli, bir oyun oynanıyorsa o oyunu bozmalı veya şahsî tercih veya zevklerini bir inancın gereği gibi göstermeye kalkışanlara karşı da dikkatli olmalıdır..
Sözgelimi, bir uçağa binen bir yolcunun, ‘yanımda kadın yolcu istemem..’ denildiği iddiası doğru ise, bu gibi hassasiyetleri olanlar, yan koltukta oturacak hanımı oradan uzaklaştırtmak için çaba harcamak yerine, kendisinin rahatsız olduğunu, kimseyi rahatsız etmemek için kendisine münasip bir başka yer gösterilmesini söylemeli veya Müslüman yolcular ona bu hatırlatmayı yapmalı değil midirler?
Bu gibi basit oyunlarla nice tuzaklar hazırlandığı hâlâ anlaşılmadı mı?
S.E.Çakırgil
News ID 562830
yorumunuz