"Türkiye, Arap Baharına kadar 75 yıl boyunca Atatürk'ün önerdiği politikayı sadakatle uyguladı. Fakat Arap Baharından sonra, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, Müslüman Kardeşler sempatizanı politikası nedeniyle bu politikada sapmalar ortaya çıkmaya başladı. BAE, Suudi Arabistan ve Mısır’la ilişkiler de bu yanlış politika nedeniyle zarar gördü."
Bu sözler; Mehr Haber Ajansı'nın sorularını yanıtlayan 2002'de iktidara gelen AK Parti'nin ilk dışişleri bakanı Yaşar Yakış'a ait. Yakış; 14 Ağustos 2001'de kurulan partinin hem kurucuları arasında yer aldı hem de partinin dış politika programını kaleme aldı.
Bu söyleşimizde, AK Parti’nin 2023 seçimlerindeki zaferini garantilemek için dış politikasında herhangi bir kartının olup olmadığını öğrenmeyi amaçlıyoruz. Aşağıdaki yazıda bu röportajı okuyabilirsiniz:
1- Hükümetlerin dış politika alanındaki başarıları, o hükümet yetkililerinin kendilerini tanıtmak için yaklaşan seçimlerde koz olarak kullandıkları bir etken olarak değerlendirilebilir. Bu söyleşimizde, AK Parti’nin 2023 seçimlerindeki zaferini garantilemek için dış politikasında kozunun olup olmadığını öğrenmeyi amaçlıyoruz. Bu nedenle ilk sorumuzu böyle başlamak isteriz. AK Parti’nin iktidara gelmesinden sonra Türkiye’nin dış politikasından önemli gelişmeler ve değişimler yaşandı. Öğrneyin BAE, Mısır, Suriye ve Suudi Arabistan’la birçok sorun yaşandı. Ancak son zamanlarda BAE, Mısır ve Suudi Arabistan’la ilişkilerde olumlu adımlar atıldı. Suriye ile normalleşmede de yeşil ışıklar yakıldı. Normalleşme sürecinde Mısır tarafından pek olumlu adım atılmadı, ama BAE ve Suudi Arabistan’la ilişkiler olumlu şekilde ilerlemektedir. Siz genel olarak Ankara’nın Ortadoğu politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’nin Orta-Doğu politikasında inişli çıkışlı bir gelişme olduğu kanaatindeyim. Arap Baharını da bir dönüm noktası olarak alabiliriz. Arap Baharından önce Türkiye’nin Orta-Doğu ülkeleriyle politikası 1930'larda Atatürk’ün belirlediği yönde gelişiyordu. Atatürk, 1934 yılında o tarihteki Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Şükrü Saraçoğlu’yu çağırarak kendisine bir dizi talimatlar vermişti. Bu talimatları şöyle özetleyebiliriz. a) Orta Doğu ülkeleriyle tarihi ve kültürel bağlarımızı koruyun ve güçlendirin. Ancak o ülkelerin iç işlerine karışmayın ve o ülkeler arasındaki anlaşmazlıklarda da taraf tutmayın. b) Sovyetler Birliği ile iyi geçinin. c) Batı ülkeleriyle ilişkilerinizi geliştirin ama onların emperyalist amaçlarına alet olmayın.
Türkiye Arap Baharına kadar 75 yıl boyunca bu politikayı sadakatle uyguladı. Fakat Arap Baharından sonra, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, Müslüman Kardeşler sempatizanı politikası nedeniyle bu politikada sapmalar ortaya çıkmaya başladı. BAE, Suudi Arabistan ve Mısır’la ilişkiler de bu yanlış politika nedeniyle zarar gördü. Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şukri “Biz Türkiye’nin ne söylediğine değil, ne yaptığına göre karar vereceğiz” demek suretiyle, Türkiye’nin attığı adımların bir istikrar vaad edip etmediğini görmek istediğini ortaya koydu.
Ülkeler arasındaki ilişkilerde, değişiklikler, akşamdan sabaha gerçekleşmeyebilir.
2- AK Parti’nin en önemli çabası Avrupa Birliği’ne üye olmaktı. Ama bu konuda pek başarılı olamadı. Hatta bazı raporlar Türkiye’nin üyelik sürecinin çıkmaza girdiğini gösteriyor. Daha önce Sayın kılıçdaroğlu ile yaptığım röportajda kendisi şöyle demişti: “AB'nin Türkiye'nin üye olmasını istemediğini düşünmüyorum. Aksine, AKP iktidarının Türkiye'nin AB üyeliği konusunda pek hevesli olduğu kanaatinde değilim”. Sizin bu konuyl ilgili değelendirmeniz nedir?
AB üyesi ülkelerin Türkiye’nin üyeliğine bakış açıları arasında önemli farklar var. Hatta o ülkelerdeki siyası partilerin Türkiye’nin AB’ye üyeliğine bakış açıları arasında da önemli farklar vardır. AK Parti’yi kurduğumuz zaman ben, partinin dış ilişkilerden sorumlu Genel Başkan yardımcısıydım. Sık sık vurguladığım husus şu idi: “Türkiye, AB’ye katılım konusunda kendisine düşen tüm vecibelerini kusursuz şekilde yerine getirmeli ve AB tarafına, katılım sürecini geciktirecek bahaneler vermemelidir.”
Katılım sürecinin gelişmesini dikkatle incelersek, her iki tarafın da hatalar yaptığını kabul etmek gerekir. Fakat hatanın büyüğü AB tarafındadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan AB’nin Türkiye’yi üye yapmamak için gereksiz bahaneler üretmekte olduğunun farkında idi. Buna rağmen, Kıbrıs sorunuyla ilgili olarak cesur bir karar almıştı. AB, Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel Sekreteri Kofi Annan’ın hazırladığı bir Kıbrıs Planını hararetle destekliyor ve Kıbrıs’lı Türklerin bu Planı desteklemesi için Erdoğan’ı teşvik ediyordu. O tarihte, Türkiye’deki ana muhalefet partisi CHP ise, Kıbrıslı Rumlara güvenilmemesi gerektiğini savunuyor ve Annan Planına karşı çıkıyordu. Erdoğan, muhalefetin bu tavsiyesine karşı çıkarak, Annan Planını destekledi ve Kıbrıslı Türkleri Annan Planına olumlu oy vermeye teşvik etti. Plan Kıbrıs’ta referanduma sunuldu. Kıbrıslı Türkler Plana olumlu oy verdiler. Kıbrıslı Rumlar ise olumsuz oy verdiler. Buna rağmen AB, Kıbrıslı Rumları üyeliğe kabul etti, fakat olumlu oy veren Kıbrıslı Türkleri kabul etmedi. Bu sonuç Erdoğan’ın AB’ye olan güvenini kökünden sarstı.
Daha sonraki tarihlerde Alman Şansölyesi Angela Merkel Türkiye’ye tam üyelik değil “ayrıcalıklı ortaklık” statüsü verilmesi gerektiği teziyle ortaya çıktı. Peşinden, Fransız Cumhurbaşkanı Nikola Sarkozy, Türkiye’nin Avrupalı bir ülke olmadığını savundu.
Şu sıralarda Türkiye’nin AB’ye katılım süreci buz dolabının derin dondurucusunda beklemektedir. Üyelik belki hiçbir zaman gerçekleşmeyebilecektir. Ancak Türkiye’nin, AB’ye katılım sürecini, ülkenin iç mutfağına çeki düzen vermek için kullanabilir. Temel hak ve hürriyetleri geliştirebilir. Yargıyı iyileştirebilir. Şeffaf bir piyasa ekonomisinin doğması için çaba sarf edebilir. Eğer Türkiye bütün bunları yaparsa, Norveç gibi bir ülke olur ve AB’ye üye olup olmaması önemli bir konu olmaktan çıkar.
3- Mavi Vatan doktrini ve Türkiye'nin Atina ve Batılı ülkelerle yaşadığı gerilimler, Doğu Akdeniz üzerindeki anlaşmazlıkların devam edeceğini gösteriyor.Türkiye seçime yaklaştığında AB ve Yunanistan’la ilişkilerde gerilimin artması, halkta milliyetçi duygular yaratabilir ve böylesi bir durum oyları etkileyebilir. Sizce AK Parti hükümeti bu tür krizleri seçim döneminde bir araç olarak kullanıyor mu?
Evet kullanıyor. Ancak bu yola başvuran ilk ülke Türkiye değildir. Dünyadaki ülkelerin çok büyük bir bölümü, seçimler arifesinde, milliyetçi duyguları kabartacak yöntemlere başvururlar. AKP de bu yöntemi sonuna kadar kullanmaktadır.
4- Ankara hükümetinin bir diğer tutumu da ABD ile ilişkilerini sürdürürken Rusya ile işbirliğini güçlendirmektir. Bunu Ukrayna savaşında da gördük. Sanki iki tarafı birbirine karşı koz olarak kullanıyor. Bu konuyla ilgili düşünceniz nedir?
Türkiye sadece ABD ve Rusya arasında değil aynı zamanda Rusya ile Ukrayna arasında da oldukça hassas bir denge kurmayı başardı. Bunu uzun zaman sürdürebilir mi bilemeyiz.
ABD ile Rusya’yı birbirine karşı koz olarak kullandığı da doğrudur. Türkiye’nin jeostratejik konumu, NATO üyeliği ve Rusya ile oldukça yoğun ilişkileri böyle bir rol oynamasına imkân veriyor.
5- AK Parti iç siyasetinde yeni Osmanlı yaklaşımını benimsedi. Sonrasına bu siyasete milliyetçilik düşüncesi de eklendi. Bu ideoloji Ak Parti’nin dış politikasına nasıl yansıdı. Bu siyasetin sandığa etkisi ne olur?
Yeni Osmanlıcılık maalesef Türkiye’deki bazı çevreler tarafından zaman zaman gündeme getirilmektedir. Osmanlı Devlet artık tarihe mal olmuştur. Onu kullanarak Türkiye’ye itibar kazandırma çabaları yanlış bir politikadır.
Milliyetçilik ile yeni Osmanlıcılık esasen birbirlerine akraba kavramlardır. AK Parti hem yeni Osmanlıcılığı hem de milliyetçiliği bol bol ve bazen gerektiğinden fazla kullanmaktadır. Zaten iktidar koalisyonunun ortağı MHP münhasıran milliyetçi duygulardan beslenmektedir.
6- Türkiye’nin, Afrika ve Balkanlar bölgsinde başarılı bir politika izlediği söyleniyor. Size göre Türkiye'nin Ortadoğu, Balkanlar, Avrupa, ve Afrika politikası ve hatta Ermenistan ile normalleşme süreci 2023 cumhurbaşkanlığı seçiminde AK Parti’nin zaferini garanti edebilir mi?
Seçimin hiçbir garantisi yoktur. AK Parti’nin dış politika alanında attığı adımların seçim sonuçlarına olumlu yansımaları olacaktır. Ancak bu adımların seçimlerin sonucunu nasıl etkileyeceği sandıkların açılmasından sonra belli olur. Rahmetli Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in çok sık hatırlanan bir söylemi vardı: “Seçimleri kazandıran ve kaybettiren en önemli faktör tenceredir.” Şu sıralarda Türk halkının önemli bir bölümü ocakta tencerenin kaynamadığından şikâyetçidir.
Muhabir: Azar MAHDAVAN
yorumunuz