Mehr Haber Ajansı'na konuşan ekonomist-yazar Çetin Ünsalan, TL'nin dolar karşısında değer kaybı, Ankara-Washington ilişkilerinin gerilmesi ve İran, Türkiye, Çin ve Rusya arasında milli para birimlerinin kullanılması için çalışmaların başlatılması gibi gündemdeki son gelişmeleri değerlendirdi.
Dünya ve Türkiye ekonomisindeki gelişmeleri ele alan Ünsalan Mehr muhabiri Murtaza Kerimi'nin soruları şöyle yanıtladı:
- Dış güçler Türkiye'yi TL üzerinden ekonomik baskı altına mı almak istiyor? Bu hususta ne düşünüyorsunuz?
Dış güçlerin TL üzerinden Türkiye'yi baskı altına aldığı doğru. Doların karşısında değer kaybeden Türk Lirası'nın gerçek fotoğrafına baktığınızda aslında Türkiye'deki yıllarca yanlış uygulanan ekonomi modeli, tüketim odaklı ve sıcak para üzerinde kurulmuş ithalatla beslenen bir ekonominin getirdiği sonuçlardan başka bir şey değil. Yani bugün dış güçlerin baskısıyla bir şekilde belki gereğinden fazla ve zamanından önce değer kaybeden TL aslında gevşese de 5 yada 5.5 seviyelerinde kalacaktır. Bu da zaten Türkiye ekonomisinin sağlıklı bir fotoğraf vermediğini ortaya çıkarmaktadır. Ortaya konulan istatistiki veriler sahayla çok uyuşmamakta.
Bu kapsamda Türkiye'nin acilen bunu fırsat bilerek, üretim yapısından finansman yapısına kadar yeni bir modelin üzerinde çalışması gereği vardır, yoksa bugün bunlar atlatılsa bile yani dış güçlerle problemler bir türlü aşılsa da bu Türk ekonomisinin sağlıklı olduğu anlamına gelmiyor.
- Sizce Türkiye’de döviz kurunun yükselişi ne zamana kadar devam edecek? Veya ne zaman TL’nin değer kaybı önlenecek?
TL'nin dolar karşısında değer kaybı dalgalı bir biçimde yükselmeler ve düşüşlerle birlikte devam edecektir. Tabii burada ortaya çıkan jeopolitik risklerin de büyük etkisi var. Fakat bunun da ötesinde trende baktığınızda veya Türk Lirası bundan sonra ne olur dediğinizde belki bu rakamlarda olmazsa da ortaya koyduğu 549 milyar dolarlık yurtdışı döviz pozisyon açığı, dolar ihtiyacı ve gelirlerin bunu yeterince karşılamaması nedeniyle dolar karşısında değer kaybetmeye devam edecektir. Yani gevşemeler olabilir ama trend yükselme yönündedir.
- Ankara-Washington arasındaki ortak çıkarların önemi ABD’nin bu ekonomik savaşını durdurabilir mi? Nasıl?
Esasen ikili gerilen ilişkilere baktığınızda ABD'nin Türkiye karşısındaki talepleri çok da kabul edilebilir değil. Rahip tartışmasında burasının bir hukuk devleti olduğu, en azından anayasasında sosyal hukuk devleti yazan bir ülkenin siyaseten hukuka müdahale etmesinin mümkün olmadığı ortaya konulması gereken tezlerden biridir. En önemli başlıklardan biri de İran. Hem Türkiye'nin çıkarları hem de komşuluk ilişkileri açısından ABD taleplerinin çok kabul edilebilir bir yanı olduğunu düşünmüyorum.
Bununla birlikte tek sorun bunlar değildir, Amerika'nın çok uzun zamandan beri Türkiye siyasetini şekillendirme ve ekonomisini de bir şekilde buna alet etme politikası devam ediyor. Bugün itibariyle bu sorunlar aşılsa bile Türkiye ve ABD arasındaki güven ortamı büyük ölçüde zedelendi. Fakat ekonomiyi bir kenara bırakarak dış siyaset üzerinden baktığınızda meseleler günlük gelişebilir.
Türkiye'nin Amerika'dan Avrupa'ya Çin'den İran'a Rusya'dan Orta Asya cumhuriyetlerine kadar herkesle elbette kişilikli ve düzgün bir ilişki kurması gerektiğini düşünüyorum. Zaten bu ilişkilerdeki çarpıklıklar bizleri bu noktaya getiriyor. Ama bunun ötesinde de Türkiye'nin bilhassa bölgesinde doğru ilişkiler kurarak, bugün çok kutuplu dünyaya giden bir model içerisinde Uzakdoğu ve Amerika ekesnli kutpa alternatif bölgesinde üçüncü bir kutpun da çok önemli bir aktörü olabileceğini düşünüyorum. Ancak bunun için Türkiye'nin öncelikle tutarlı politikalar izlemesi gerekiyor. Hem dış siaysette hem de dış siyasetini belirleyecek ekonomik yaklaşımlar çerçevesinde.
- İran, Türkiye, Çin ve Rusya gibi ülkeler nasıl bir ekonomik birlik kurarak, Trump’ın ticaret savaşına karşı çıkabilir?
Bence burada bir algı hatası var. Yani bu ticaret savaşının sadece Trump'la kaynaklı olduğunu düşünmüyorum. Bugün dünya ekonomisinde çok ciddi bir ticaret savaşının başlama nedenini biraz gerilere dönerek okumamız gerekiyor. 2000'li yıllarda parasal genişlemeyle birlikte finansal piyasaların gerçek ekonomiymiş gibi algılanmasıyla türev piyasalar üzerinden çok ciddi sanal bir değer yaratıldı. Şöyle bir örnek vereyim: 2008 yılındaki o büyük ekonomik krizde dünyanın mal ve hizmet üreterek, yani gerçek ekonomiyle yarattığı değer 66 trilyon dolar civarındaydı. Ama aynı tarihte türev piyasalar üzerinden yaratılan değer 660 trilyon doları vurmuştu. Yani 10 katlık bir köpük var.
Tabii ağırlıklı olarak ekonomik modele baktığınızda ortaya çıkan arz ve talebe uygun bir arz geliştirilmediğini, talebin bir şekilde bu sıcak para ve parasal genişlemenin de etkisiyle krediler vasıtasıyla titiklendiğini ve bu süreçte de üretim noktalarının yani arz noktasının aslında kapasitesinin çok üzerinde biraz ekonomik mantığı zorlayacak ölçüde yatırımlar yaptığını gördük. Çünkü şöyle bir mantık vardı, ben ne satarsam satayım zaten satılır. Zira bir talep yaratılıyor, talebi de kredi mekanizmasıyla dünyada yaratıyoruz. Bu açıkçası parasal genişleminin durdurulmasıyla birlikte tersine dönen bir süreç. Şu anda dünyada bir resesyon tehlikesi var. Dünya ekonomisindeki bu daralmadan arz noktasında çok ciddi anlamda etkilenecek şirketler olduğunu biliyoruz. Birçok şirketin dünyada kapandığını veya birleşmeler yoluna gideceği bir döneme giriyoruz. Bu yüzden bir daralma var. Çünkü artık talebin kredi mekanizmasıyla tetiklenemediği, parasal sıkılaşmanın olduğu bir sürece girdik. Korumacılığın artmasının temel nedenlerinden biri de bu. İşte bu aşamada bölgesel birliktelikler çok önemli.
Türkiye, İran, Çin ve Rusya gibi yeni kutup daha çok söz sahibi olabilir. Yalnız burada tek bir nokta var. Bunun da emperyal bir ilişkiye dönmemesi gerekiyor. Yani güçlü daha zor durumda olanı ezmemeli. Bunun da ahahtarı siyasette falan değil, yine ekomomide. Eğer bu ilişkiler kurulurken karşılıklı işbirliği içerisinde dış ticaret dengelerini gözeterek bir ilişki kurulursa bu tıp birlikteliğin hem yaşama şansı vardır, hem de yarına ilişkin güç dengelerinin daha sağlıklı daha adil bir şekilde uygulanmasına ortam sağlayacak bir yapıyı temin edecektir. Yoksa işte 3 milyar dolar ihracatınız olduğu bir yerden 50 milyar dolar ithalatınız varsa bunun sürdürebilir bir yanı yoktur. Bu yapı zaten birliktelikleri de bir şekilde zedeler
Eğer adı geçen 4 ülke ve buna dahil olacak başka ülkeler de sağlıklı ve kalıcı bir yapı veya birliktelik kurmak istiyorlarsa bence toplu bir envanter çalışmasına gitmeli, belli başlı sektörleri paylaşmalı, hepsi birbirinin üreticisi ve aynı zamanda tüketicisi olacak ortak bir çalışmanın üzerinde durmalıdır. Yoksa bugünkü koşullarda evet önemlidir, ama sürdürebilirliği yoktur. En azından Türkiye açısından baktığımızda bizim bu ülkelerle dış ticaretimizi bir şekilde dengelememiz gerekiyor. Aksi takdirde yerel para birimi üzerinen ticaret yapsanız da netice itibariyle borcunuz dolar olduğu için dolar ihtiyacınızı karşılayamayacağınızdan bir şekilde ilişkinin sürdürebilirliği bakımından dalgalanmalara neden olacaktır. Dolayısıyla bu ülkelerin bir araya gelerek, ortak bir ekonomi politikası yaratması gerekir. Çünkü siyaseti belirleyen aslında ekonomidir.
yorumunuz