İran ile Irak arasında 1980'de başlayan ve galibi olmayan 8 yıllık kanlı savaşın üzerinden 44 yıl geçiyor.
22 Eylül 1980 yılında Irak'taki Baas rejimi, daha önce aldığı karar ve planla, İslam Cumhuriyeti'nin yeni oluşan sistemini devirmek amacıyla İran'a karşı kapsamlı bir savaş başlattı.
İki ülke arasında 8 yıl süren savaş, 1 milyon kişinin hayatını kaybettiği bir felaket olarak tarihteki yerini aldı.
Bağdat'taki Saddam Hüseyin rejimi İran’daki Şiî hükûmetin, Irak'taki Şiî çoğunluğu Sünni iktidara karşı kışkırtmasından endişe ediyordu. Bu arada Irak, İran'daki Huzistan eyaletinin iki önemli kenti Abadan ve Hürremşehr'i ele geçirmek fikrini savunmaya başlamıştı.
17 Eylül 1980'de, İslam Devrimi'nden kısa bir süre sonra iki ülke arasındaki yaşanan bir dizi sınır ötesi çatışmanın ardından Saddam Hüseyin rejimi, 1975 yılında İran ile Irak arasında, aralarındaki sınır anlaşmazlığını çözmek amacıyla imzalanan Cezayir Antlaşması’nı (Şattülarap Antlaşması) tek taraflı olarak feshetti. Beş gün sonrada, 22 Eylül 1980'de, sekiz yıl sürecek olan İran-Irak Savaşı'nı tetikleyen Irak'ın İran'ı işgali başladı.
Başta ABD olmak üzere emperyalizmin yoğun baskısı altında kalan İran'a eşitsiz bir savaş dayatıldı ve ülke içinde Batı ve Doğu bağlantılı kesimler propaganda yaparak sistemi zayıflatmaya çalıştı.
ABD, İslam Cumhuriyeti'ni uzlaşmaya ve sonunda teslim olmaya sürüklemek amacıyla, Irak'taki Baas rejimine siyasi, askeri, ekonomik vb. tüm alanlarda gizli ve açık desteklerde bulundu. Öte yandan dünyanın diğer süper gücü olan ve Irak'ın müttefiki sayılan Sovyetler Birliği, “Ne Doğu; Ne Batı” sloganını benimseyen ve Sovyetlerin Afganistan işgalini kınayan İslam sistemine düşmanlığını daha da artırdı.
Tahran'ı bir hafta içinde ele geçirmeyi planlayan Baas rejimi, işgalin ilk günlerinde hiçbir ciddi engele takılmadan Ahvaz ve Hürremşehr kapılarına doğru ilerledi. Bu durumda İmam Humeyni (r.a) devrim ve sistem sevdalılarını İslam Cumhuriyeti'nin varlığını savunmaya yönlendirdi. Böylece halk güçleri herhangi bir teçhizat ve hatta askeri eğitim olmadan direnmeye başladı.
Dönemin cumhurbaşkanı Beni Sadr'ın başarısızlıklarına rağmen İran'ın Müslüman ve devrimci halkının kutsal savunması oluşturuldu ve genç güçler cephelere sevkedildi. Devrimci güçler arasında birlik ve beraberliğin oluşması ve başkalarına bağlı güçlerin reddedilmesinin ardından İslami İran tarihinde benzeri görülmemiş kutsal bir destan oluştu.
*Kutsal Savunma Dönemi’nin Özellikleri
Savunmacı olmak
Irak Baas rejimi İran’a istenmeyen bir savaş dayattı ve İran topraklarının bağımsızlığını hiçe sayarak ülkeyi işgal etti. Dolayısıyla İran'ın gayretli halkı, kutsal bir savunmayla, topraklarının bağımsızlığını ve dini-milli kimliğini savunma hakkını savundu.
Savaş cephelerinin maneviyatı
Kutsal savunma dönemi savaşçılar arasında samimi ve en güzel duaları yapma imkanı yarattı. Dua ve Kur'an'ın yanı sıra, savaşçıların kalplerinde Allah'ın hatırasını canlı tutan, onlara manevi güç veren ve savaşın zorluklarına dayanmalarını kolaylaştıran bir başka vesile de dua etmekti.
Savaşçıların ve komutanların savaşta dayanıklılığı
Komutanlar, kutsal savunmaya ilişkin sözlerinde, savaşçıların çeşitli operasyonlardaki istikrar ve direnişinden söz ederek, bunu İslam ordusunun zaferinin sebeplerinden biri olarak saymaktadırlar.
Şehit Mehdi Zeynaddin direniş ve ayakta durmanın zafere etkisi hakkında şöyle diyor: "Savaş alanında dik duranlar sadece Allah'a tevekkül edenler, zorluklarda, zaferlerde onun zikrini hiçbir yerde ihmal etmeyenler, dağ gibi güçlü ve dirençli durarak düşmanı yok edenlerdir ve bu vasıf sadece İslam savaşçılarına mahsustur. Dünyanın hiçbir yerinde Allah'a ve ahiret gününe inanmayanlar böyle bir direnişe sahip olamazlar. Savaş alanında zaferin sırrı direnmek ve ayakta durmaktır."
Komutanların cesareti
Konu cesarete gelince Kutsal Savunma döneminde komutanların benzeri görülmeyen İnsanüstü cesaretinden söz etmek mümkündür.
Savaşçılardan biri Şehit Mehdi Bakıri'nin Feth El Mübin operasyonu sırasındaki cesaretinden şöyle söz ediyor:
"Operasyon gecesi, bölgeye ulaşıp düşmanı gafil avlayana kadar yedi saat yürümek zorunda kaldık. Yaklaşık altı saat yürüdükten sonra aniden yolumuzu kaybettiğimizi fark ettik. Çok endişeliydik. Yolu bulmaya çalıştık. Önden birinin geldiğini fark ettim. Kendi kendime “Bu düşman olmalı” dedim. Sen kimsin diye seslendim. “Ben Bakıri, hemen geri dönün ve askerleri getirin” dedi. Kimse onun bizden önce gittiğine, düşmanı geçip bizi de almaya geldiğine inanamıyordu. Sonra bize "Korkmayın, bütün düşman kuvvetleri uyuyor." dedi
Yüce gönüllülük ve cömertlik
Kutsal Savunmadaki savaşçıların yüce gönüllülüğünün örneklerinden biri de Irak'ın yerleşim bölgelerini bombalamamsı ve onları harbeye dönüştürmemesiydi. Pilotlar ve topçu birlikleri misilleme olarak yerleşim bölgelerini güvensiz hale getirebilir, düşmanı ciddi bir sorunla karşı karşıya bırakabilirlerdi, Ancak ahlaki değerlere bağlılıkları, sekiz yıllık Kutsal Savunma boyunca bu taktiği asla kullanmamalarına neden oldu.
Dünyevi şeylere aldırış etememek
Kutsal Savunmada savaşçıları karakterize eden değerlerden biri de aldatıcı dünya hayatını umursamamaktır. İslam savaşçıları, ergenlik ve gençlik yıllarında tüm geçici zevklere sırt çevirmiş, cephede olmayı, vatanı ve İslam’ı savunmayı üstün görmüşlerdir. Kuşkusuz savaşçılar, bu dünyadan kopamadan ve ahirete kapılmadan, Kutsal Savunmanın büyük ve kalıcı destanlarını yaratmayı beceremezdi.
Şehadet arzusu ile yaşamak
Savaşta zafere neden olan etkenlerden biri de risk almak ve ölümle ilgili korku duymamaktır. Ölüm korkusu ve hayatta kalma arzusu savaş ruhuyla bağdaşmaz. İslam savaşçılarının hak cephesine büyük zaferler kazandırmak için inandıkları değerlerden biri de şehadettir. Etkili bir manevi faktör olarak İslam savaşçılarının şehadet arzusu, hak cephesinin batıl cephesine karşı üstünlüklerinden biriydi.
yorumunuz