15 Tem 2025 20:29

İran karşıtı tutum izleyen Almanya’nın İsrail'i aklama çabası

İran karşıtı tutum izleyen Almanya’nın İsrail'i aklama çabası

8 yıllık İran-Irak savaşında Saddam rejimini kimyasal silahlarla donatan Alman hükümeti, bugün de Siyonist rejimin İran'a yönelik saldırısını aklamak için elinden geleni yapıyor.

Dünya, 14 Haziran 2025’te Siyonist rejimin İran topraklarına yönelik işgalci saldırılarını dehşet içinde izlerken aralarında çocuk ve kadınların da bulunduğu yaklaşık 1.100 İranlı sivil şehit düştüğünde, Almanya Başbakanı Friedrich Merz, bu saldırıyı kınamak ya da diplomatik bir sessizlik sergilemek yerine, şaşırtıcı bir biçimde bunu “meşru bir eylem” olarak nitelendirdi.

Merz, G7 zirvesinde “Bu, İsrail’in hepimizin güvenliği için yaptığı şey.” dedi. Bu cümle, sadece uluslararası hukuka ve Birleşmiş Milletler Şartı’na karşı tam bir ilgisizlik değil, aynı zamanda sivillere yönelik suçu tehlikeli bir şekilde meşrulaştırma kokuyordu.

Birkaç gün sonra Almanya Parlamentosu’nda yaptığı konuşmada neredeyse Tel Aviv’in yönergesine uygun şekilde Merz, İsrail operasyonunun meşruiyetini yeniden vurguladı ve açıkça “yasal olduğundan hiçbir şüphe yok” dedi; bu sözler bazı Avrupa medyasında tepkiyle karşılandı.

Bu duruş, özellikle Kızılhaç ve İnsan Hakları İzleme gibi bazı Batılı kurumların “sivil kayıplar ile askeri hedefler arasındaki oran hakkında araştırma yapılması gerektiğini” belirtiklerinde, Almanya hükümetinin etik duruşu hakkında önemli soruları gündeme getiriyor.

Bu yazıda, Berlin’in İran’a karşı birlikte hareket eden işgalci güçler – Saddam rejimi ve İsrail – ile tarihsel işbirliklerine bazı örnekler sunulacaktır:

1. Saddam’ın kimyasal silahlanmasında Almanya’nın rolü; bir savaş suçlusuna destek

İran’a karşı Irak’ın sekiz yıllık zorunlu savaşında, İran, kimyasal saldırılarla bombalanıp direnmeye çalışırken, yüzlerce Alman şirketi Batı Alman hükümetinin bilgisi ve desteğiyle Irak’a kimyasal silah üretebilecek teçhizat, teknoloji ve hammadde sağladı.

Almanya Federal Anayasayı Koruma Kurumu’nun resmi raporuna göre, “110’dan fazla Alman şirketi”, doğrudan ya da dolaylı olarak Irak’ın kimyasal silah programında rol aldı. Bu destek çoğu kez resmi ihracat olarak kaydedildi.

Öne çıkan işbirliklerinden biri, Tabun, Sarin ve Hardal gibi öldürücü gazların üretildiği Samarra tesisinin kurulmasıydı. Bu tesis, Saddam’ın kimyasal silah cephaneliğinin bel kemiğini oluşturdu ve Halepçe katliamı ile İran’ın Faw ve Cezire bölgelerine yönelik saldırılarda kullanıldı. Bu gazlarla binlerce sivil – İranlı ve Kürt kadın ve çocuklar da dahil doğrudan hedef alındı.

“Proje 922” adıyla bilinen gizli program kapsamında, Alman firmaları Irak’a 1.027 tondan fazla kimyasal hammadde gönderdi. 1992’de Birleşmiş Milletler belgeleri ve Washington Post gibi medya haberleri, en az 6 Alman şirketinin biyolojik ajanların geliştirilmesi için gerekli ekipmanları sağladığını ortaya çıkardı; bu ekipmanlar kitlesel imha silahlarına dönüştürülebilecek potansiyele sahipti.

İran karşıtı tutum izleyen Almanya’nın İsrail'i aklama çabası

Bu suç ortaklığı ortaya çıkmasına rağmen, Almanya’da ne bu şirketlerin yöneticilerine karşı hiçbir dava görülmemiş, ne de Alman devleti İran halkından resmi olarak özür dilemişti. Bu tavır, Almanya dış politikasında kara bir leke olarak kabul edilir ve ekonomik/stratejik çıkarların insan hakları ve etik değerlerin önüne nasıl geçtiğini açıkça gösterir.

2. İranlı nükleer bilim insanlarının suikastları karşısında Almanya’nın sessizliği

2009’dan 2012’ye kadar İran, aralarında “Mesut Ali Muhammedi” ve “Mecid Şehriyari”nin de bulunduğu en az beş önde gelen nükleer bilim insanının suikastına tanık oldu. Bu operasyonların baş şüphelisi Siyonist rejim olarak görülse de, daha dikkat çekici olan Batılı ülkelerin özellikle de Almanya’nın anlamlı sessizliğiydi. Bu ülkeler sadece bu suikastları kınamamakla kalmadı,bazı yetkilileri dolaylı olarak bunları “uluslararası güvenlik için gerekli bir adım” olarak nitelendirdi.

2012 yılında Alman gazetesi Der Spiegel, bir istihbarat yetkilisine dayanarak şöyle yazmıştı:
“Şehriyari’nin suikastı, İran’ı bombalar olmadan da durdurmanın yollarının olduğunu gösterdi.” 

Almanya medyasındaki bu İran karşıtı tutumlar, sadece düşmanca eylemleri meşru göstermedi, aynı zamanda uluslararası hukukla açıkça çelişen suçların örtbas edilmesine de katkı sağladı.

3. Siber savaş; Stuxnet ile ilk devlet destekli siber saldırı

2010 yazında “Stuxnet” adlı bir zararlı yazılım keşfedildi. Bu yazılım, Natanz tesislerindeki santrifüjlerin izleme ve kontrol sistemlerini özel olarak hedef aldı. Bilim ve Uluslararası Güvenlik Enstitüsü (ISIS), Kasım 2009 ile Ocak 2010 arasında yaklaşık 900 ila 1000 cihazın devre dışı kaldığını bildirdi.

Bu sabotaj doğrudan Almanya tarafından gerçekleştirilmemiş olsa da, Alman araştırmacıların ve Siemens gibi şirketlerin “süreç kontrol sistemi” (PCS 7)açıklarının keşfi ve yayılmasındaki rolü dikkat çekiciydi. ABD’deki Idaho Ulusal Laboratuvarı (INL), 2008 yılında Siemens ile işbirliği içinde bu sistemdeki güvenlik açıklarını belirledi ve bunlar daha sonra Stuxnet’in geliştirilmesinde kullanıldı. Bu işbirliği, Batı’nın İran’a karşı siber tehditlerin kolaylaştırılmasında teknoloji ortaklığını göstermektedir.

4. Endüstriyel casusluk ve teknoloji oyunları; bilimin çalınması ve İran’ın büyümesinin kısıtlanması

Son yıllarda Batı, özellikle de Almanya, İran’ın bilimsel ilerlemesini resmi olmayan yollarla, ikili kullanıma uygun araştırma projeleri ve teknoloji casusluğu gibi yöntemlerle kısıtlamaya çalıştı. Almanya, enerji, biyoteknoloji ve uzay gibi alanlarda uluslararası görünümlü araştırma kurumlarıyla işbirliği yaparak, kontrollü bilgi aktarımı sağladı ve aynı zamanda İranlı bilim insanlarını tespit etti. Kısa süreli bilimsel projeler adı altında yapılan onlarca ortak çalışma, aslında İran’ın nanoteknoloji, nükleer tıp ve ileri mühendislik alanlarındaki kapasitesini gözlemlemek için bir kılıf olarak kullanıldı. Bazı durumlarda ise İranlı bilim insanlarının Avrupa bilim dergilerinde makale yayımlamasından sonra bile Almanya veya Avrupa Birliği, yaptırımlar bahanesiyle gerekli araştırma ekipmanlarının ithalatını engelledi. Örneğin 2021’de Almanya Ekonomi Bakanlığı, Şerif Teknik Üniversitesi’ne TEM elektron mikroskobu ihracını durdurdu. Oysa benzer bir cihaz, birkaç yıl önce Katar’daki bir üniversiteye sorunsuzca teslim edilmişti. Bu çifte standart, Almanya’nın da bilim ve teknolojiyi jeopolitik baskı aracı olarak kullandığını göstermektedir.

5. İran’a tıbbi ilaç ambargosu; Almanya'nın ekonomik savaşa katılımı

Avrupa Birliği (AB) her zaman insan hakları ilkelerine bağlı olduğunu iddia ediyor. Ancak AB ülkeleri ve özellikle Almanya'nın, ABD'nin 2015 tarihli nükleer anlaşmadan çekilmesinin ardından İran’a uyguladığı yaptırımlara uyması iddialarının boş olduğunu ortaya çıkarmıştır. Şu anda, tıbbi ilaçlar resmi olarak yaptırım listesinden muaf tutulmuş olsa da, gerçek şu ki, Alman bankalarının öncülüğündeki Avrupa bankaları, ABD Hazine Bakanlığı'nın tehditleri nedeniyle İran ile tıbbi ilaç, sağlık malzemeleri ve ilaç hammaddeleriyle ilgili herhangi bir finansal işlem yapmaktan kaçınıyor. Bu "gizli finansal ambargo" politikası, İranlı hastaların hayati ilaçlara erişimini engellemiştir. Berlin hükümetinin bu konudaki sessizliği sivil halka baskı yapmak için bir araç haline gelmiştir.

Bunun sonuçları, COVID-19 pandemisi  ve kelebek hastaları gibi krizlerde açıkça ortaya çıkmıştır. İran Sağlık Bakanlığı'nın resmi istatistiklerine göre, 2019 yılında 25.000'den fazla özel hasta ilaç sıkıntısı veya yokluğuyla karşı karşıya kaldı ve birçoğunun hayatı risk altındaydı. Nadir hastalıkları olan çocuklar için gereken aşılar da bazen ölümcül olabilen gecikmelerle karşı karşıya kaldı. Bu insanlık trajedisi sadece yaptırımların sonucu değil, aynı zamanda Alman hükümetinin sessizce ABD’nin baskı politikasını uygulamasının sonucudur. Bu durumda Almanya tek bir kurşun bile sıkmamış olabilir, ancak finansal kanalları kapatarak birçok savaş silahından daha etkili bir rol oynadı; çünkü mağdurlar askerler değil, bebekler, hastalar ve yaşlılardı.

6. Teknolojik ve bankacılık yaptırımları; Almanya'nın İran'ın ilerlemesini engellemesi

ABD'nin 2015 tarihli nükleer anlaşmadan tek taraflı olarak çekilmesi ve yaptırımların geri getirilmesinin ardından, Avrupa Birliği'nin ve özellikle anlaşmanın kilit taraflarından biri olan Almanya'nın, İran ile ekonomik ve teknik işbirliğinin sürdürülmesinde aktif bir rol oynaması bekleniyordu. Ancak Alman hükümeti, ABD'nin baskılarına uyarken teknoloji şirketlerinin ve önde gelen Alman bankalarının İranlı kurumlarla birliğini sürdürmesini engellemek için bağımsız kısıtlamalar da getirdi.
Bunun sonucunda, teknoloji ile ilgili işbirliği anlaşmaları askıya alındı. Almanya'nın insan hakları ilkelerine bağlılık ve insani yaklaşım iddiasına aykırı olan bu tedbirler, İran halkının geçim kaynaklarını doğrudan etkiledi. Ancak Almanya'nın teknoloji ve bankacılık baskısı politikası, iç kapasiteye odaklanan İran’ın hayati altyapısını zayıflatmadı. Bu baskılara yanıt olarak, İran sanayisi, yerel kapasitelerine ve bilimsel kurumlarına güvenerek ithalata bağımlılığını azaltmaya ve stratejik teknolojilerin yerelleştirilmesine giden yolu hızlandırmaya çalıştı.

7. Almanya'nın tutumu İran’ın haklarına ulaşmasını engelliyor

Son yıllarda Almanya, uluslararası düzende her zaman etkili bir aktör olmuştur, ancak Berlin’in İran'a yönelik tutumu, hukuki iddiaları ile politik davranışları arasında temel bir çelişki göstermektedir. BM Güvenlik Konseyi gibi küresel forumlarda Almanya, İran'a yönelik saldırıları kınamıyor, aynı zamanda düşmanca tutumu veya sessizliğiyle İran karşıtı kararların alınmasının önünü açmıştır.

İran karşıtı tutum izleyen Almanya’nın İsrail'i aklama çabası

Öte yandan, Berlin hükümeti ve Avrupalı ortakları, İran'ın Uluslararası Adalet Divanı veya diğer yasal mekanizmalarda açtığı davaları desteklemeyi defalarca reddetmiştir. İran, Siyonist rejimin saldırganlığına veya ABD'nin nükleer anlaşmadan yasadışı çekilmesine yasal yollarla ilgilenmeye çalışırken, Almanya gibi Batı tarafları uluslararası hukuku ihlal edenlerin yanında yer almıştır. Berlin'in yaklaşımındaki bariz çelişke Batı'nın iddia ettiği "uluslararası düzenin" adalet temelinde değil, siyasi çıkarlar temelinde tanımlandığının kanıtıdır.

News ID 1928701

Ekler

yorumunuz

You are replying to: .
  • captcha