15 Eyl 2007 12:47

‘Cumhûr’un yüzünde hep Gül’ler açmalı, artık..

TAHRAN,15 Eyl.2007 (MNA)-- Abdullah Gül’ün, ‘cumhurbaşkanı’ sıfatıyla ilk yurt gezisini Güneydoğu’ya yapması, güzel bir mesaj taşıyor içinde..

Onu kabullenmek istemeyenlerin, içlerine sindiremeyenlerin, halkın onu nasıl içten duygularla karşıladıklarını görüp, gereken dersi almaları temenni olunur.. Abdullah Gül, kendi içinde çarpıklıkları olan bir sistemin tepe noktasında da bulunsa, yine de farklı birisi ve bu zamana kadar hep dışlanmış, aşağılanmış, hakîr görülmüş, sadece ‘itaat etmek, vergi vermek ve askere gitmek’le mükellef tutulan kalabalıkların içinden cumhûrun başkanlığı sıfat ve makamına süzülüp gelen bir ‘halk çocuğu..’ Onun seçilişinin, onca önleme çabalarına rağmen, sonunda, halkın iradesiyle gerçekleşmesi, bir ‘devrim’ niteliğindeydi. O oyu başka partiler alsaydı, nasıl havalar attıkları görülürdü.. Denilebilir ki, o sıfatı taşıyan önceki 10 isim de saray ve hanedan mensubu değil, halktandı.. Doğru.. Osmanlı kültürüyle yetişmiş olsalar bile, ilk 6’sı da direkt olarak Hanedan’a, Saltanat’tan ve yakın çevreden değillerdi.. Ama, o kültürün etkisiyle, kendi içinden çıktıkları sosyal kesimlere uzak ve yabancı bir hayat tarz ve zevklerini benimsemişler; ömürlerini, Dolmabahçe’lerde, saraylarda, köşklerde geçirmişler ve haliyle halk’a da uzak kalmışlardı. Bir ara nesil örneği oluşturan darbeci Gen. Kenan Evren’i geçelim.. Ondan sonrakilerden Özal, halk’a en yakın birisi olmasına rağmen (özellikle eşinin) hayat tarzıyla; Demirel ise, ailesinin değerlerinden kopup benimsediği değerleriyle, halkla ilgisi olmayan kimselerdi. A.N. Sezer konusunda söz söylemeye bile gerek yok.. O da, özellikle Celâl Bayar, Fahri Korutürk ve Kenan Evren’de daha bir gözüken ve tasavvuftaki ‘fenâ fi’llah’ (Allah kavramı içinde erimek, yokolmak) mertebesini andıran şekildeki, bir ‘fenâ fi’l Atatürk’ durumundaydı. Esasen, laik rejim, ‘kutsala karşı çıkmak’ adına, kendisine özgü bir ‘laik kutsallık’ türetip, ‘laik rituel’(âyin)ler oluşturmamış mıdır? Akşam’dan Engin Ardıç, 11 Eylûl tarihli ‘Anıtkabir Farizası’ başlıklı yazısında bu komikliğe değiniyordu: ‘..Orada gelenektir, “şeref defteri” imzalanır ve daha önce iki satır da birşeyler yazılır. Atatürk kalkıp onları okuyamayacağına göre, (…) yazılanlar genellikle ya imza sahibinin “Atatürk’ün ne kadar izinde olduğunu” belirtmeye yöneliktir, ya da birşeyler ya da birileri bu yoldan “Atatürk’e şikâyet” edilirler. Elbette şikâyet edildikleri merci, aslında Cumhuriyet Gazetesi ve Genelkurmay falandır. Bu ziyaret yerli yersiz, vara yoğa yapılan bir ziyarettir. Milli bayramlarda da oraya gidilir, maç kazanıldığı zaman da, parti kuran da soluğu orada alır, ihracat rekoru kıran da.. Bir örneği başka bir ülkede yoktur. Sovyet yöneticileri bile resmi törenlerde Lenin’in anıtkabirinin içine girmezler, damına çıkarlardı... (…) Aynı arkadaşlar, halk kadınları bağlı başlarıyla türbe türbe gezip çaput bağlayınca çok kızarlar. Yapılan, temelde aynı şeydir. Eh, Nutuk’u kutsal kitap, Çankaya’yı Kâbe, Atatürk portrelerini ikona, (…) Anıtkabir’i de elbette peygamber türbesi kabul edeceksin! (…) Sonra da ya kızıp köpüreceksin, ya da kara kara soracaksın, ‘biz nerede yanlış yaptık’. (..) tuttunuz bir ‘Kemalizm dini’ icat ettiniz.(.. )’ Evet, saltanat sonrasında kurulan ve Cumhûriyet adını pek seven yeni rejim, işte bu anlayışla özde değil, sözde cumhûriyet olmuştu.. Şimdi ise, 80 yıl sonra da olsa, kendi aslî mihverine oturma imkanına kavuşmak merhalesine yaklaşıyor.. Haa, önceki C. Başkanları da ‘hanedan ve saltanat’ mensubu değildiler; ama, ya hanedan ve saltanat kültüründen kurtulamadılar; ya da katı laik bir anlayışla, kemalizmi fiilî ve (hukuken de zımnî) bir yeni saltanat ve hanedan oluşturdular, bir ‘kemalizm dini’ oluşturmuşcasına, halk’a, fikren de, kalben de uzak düştüler. Birkaç yıl önce, M. Kemal’in bir resmi yayınlanmıştı, Hürriyet’te.. Tek başına bir plajda, kumların üzerinde otururken görülüyordu; etrafta kimsecikler yoktu, yapayalnızdı.. Ama, ilginç olan, o resmin ‘O, halkıyla iç- içeydi..’ cümlesiyle sunulmasıydı.. 1930’larda, ‘halk plajlara dolduğundan, vatandaşlar denize giremedi..’ cümlesinin yazıldığını da hatırlanmalı; gazetelerde.. Halk, yani, kalabalık kitleler, ahali.. ‘Vatandaş’ denilenler ise, bugünlerde ayırıma uğradıklarını düşünerek, kendilerini zenci gibi gördüklerini yazan ‘beyaz türkler’! Hani şu, ‘Sınıfsız-imtiyazsız, kaynaşmış bir kitleyiz..’ yalanını dillerine pelesenk edenler.. (Geçenlerde Sabah’tan Emre Aköz, ‘1930’ların bugün için geçerli olamıyacağını’ anlatırken, M. Kemal ve arkadaşlarının Çankaya Köşkü’nde havaya sıktıkları mermilerle köşkün tavanının delik-deşik olduğunu, bunun bugün için sözkonusu olamıyacağını’ yazmıştı.. Bir kemalist’in hatırâtında da, M. Kemal’in, Dolmabahçe Sarayı’nın ampullerine nişan aldığı ve bu işi orada nöbetçi askerlere de yaptırdığı yazılmıştı, inanılacak gibi değilse de..) O noktadan, kısa şortla askerî birlikleri teftiş eden Başkomutan Özal noktasına da gelinmişti.. Bugün ise, o ifrat ve tefritlerden bir itidale doğru yaklaşılıyor.. Onun için diyoruz ki, düne kadar ‘Hasso, Memo..’ diye aşağılanan, dışlanan insanlar, kendi reyleriyle, ve kendilerinden olan, kendi inançlarını paylaşan, kendileri gibi gariban bir ailenin, dışlanan bir marangoz ustasının oğlu olan ve içinde yetiştiği toplumun ve ailenin inanç ve değerlerine ters düşmemek dikkatini sergilemeye çalışan birisini bugün Cumhurbaşkanı olarak görünce, elbette sevinecektir, mutlu olacaktır.. Abdullah Gül’ün o buhranlı bölgede, kendisine yapılan ‘kurşun geçirmez çelik yelek’ giymesi önerisini reddetmesi ve halkının içine girmesi, halkı da, ülkeyi de elbette rahatlatır.. Ve bu zamana kadar halkı düşman gibi gören ve kendilerine de düşman gibi bakıldığından korkuya kapılanların, kendi halkının tepesindeki yabancı güçler gibi duranların şimdi bu insanı niçin böylesine bağırlarına bastıklarını düşünmeleri ve anlamaya çalışmaları gerekir.. Bu millet, kendisiyle kalbî ve fikrî bütünlük içinde olduğu yöneticiler başında olduğu zaman, nice bâdireleri, inançla göğüslemeyi bilir. Yeter ki, kendisine tuzak kuranlar olmasın.. Abdullah Gül, halkından uzağa düşmediği ve halkının dünyasıyla daha bir bütünleştiği derecede, ülkenin birliğinin de sigortası olur.. Ve bu çizgi geliştirilerek sürdürülmelidir, artık..
News ID 552342

yorumunuz

You are replying to: .
  • captcha