Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Kadir Ertaç Çelik, İsrail'in İran saldırısını ve ABD'nın bu saldırılardaki rolünü Mehr Haber Ajansı için değerlendirdi.
*İsrail'in İran saldırısını uluslararası hukuku açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz. Sizce İsrail bu saldırılarla neyi amaçlıyor?
Tabii ki sorumlu; öncelikle uluslararası hukukta Birleşmiş Milletler’in temel ilkelerine bakıldığında, meşru müdafaa durumu dışında bir devlete silahlı saldırıda bulunmak yasaklanmıştır. Dolayısıyla, İsrail’in bu saldırgan girişimi, onlardan operasyon olarak nitelendirdiği bu durum, bir saldırı suçunun niteliğindedir. Eğer uluslararası hukuk işlerse ve Birleşmiş Milletler mekanizması işletilebilirse, İsrail’e karşı yaptırım uygulanması gerekir. Hatta Birleşmiş Milletler’in, bölgesel güvenliğin ve barışın tesisi noktasında İsrail’i engellemesi gerekir.
Ama maalesef, Birleşmiş Milletler’in bu konudaki yetkili organı Güvenlik Konseyi’nde 5 daimi üyenin veto etkisi bulunmaktadır. Bunlardan biri Amerika Birleşik Devletleri’dir. Dolayısıyla, Amerika Birleşik Devletleri bu sistemin işleyişini tıkar. Amerika Birleşik Devletleri olmazsa, Fransa yine veto yetkisini kullanır.
*İran'ın yanıt verme hakkını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İran’ın yanıt verme hakkını iki boyutla değerlendirebiliriz: Birincisi uluslararası hukuk açısından; Birleşmiş Milletler’in kurucu anlaşmasının 51. maddesinde düzenlenen meşru müdafaa hakkı, İran açısından uluslararası hukuka uygun ve mecburiyet sorunu olmayan bir düzenlemedir. Dolayısıyla, İran’ın İsrail’e bu bağlamda meşru müdafaa anlamında karşılık verme ve saldırıyı bertaraf etme girişiminde bulunma hakkı vardır. İran bunu kullanmalıdır ve kullanmaya da çalışıyor.
Politik açıdan, bütün devletler aynı zamanda hukuk açısından da Birleşmiş Milletler’de maddi olarak düzenlenen devletlerin egemenliği ve devletlerin iç işlerine karışmama ilkesine sahiptir. Bu ilkeler, İsrail tarafından ihlal edilmektedir. Ayrıca, İsrail, BM kurucu anlaşmasının temel ilkelerine aykırı faaliyette bulunarak haksız bir pozisyonda ve meşru olmayan yöntemlerle İran’a saldırıda bulunmuştur.
Politik bağlamda, bütün devletler temel motivasyon unsuru olarak "bekâ"yı ele alırlar; yani devletler, kurulur ve sonsuza dek varlığını sürdürmek için tesis edilirler. Bu bekâ bağlamında, devletlerin iki temel işlevsel pozisyonu ve sorumluluğu vardır: Birisi güvenliği sağlamak, diğeri halkının refahını sağlamaktır.
1979 devriminden itibaren, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere Batı ve uluslararası sistemdeki birçok ülke, ABD ve İsrail eksenli olmak üzere İran’a karşı hem güvenlik hem de refah konusunda saldırgan bir tutum içerisindedir. Ekonomik yaptırımlar ve askeri tehditler, devletin temel motivasyonu olan halkın refahını olumsuz yönde etkilemektedir. İkincisi güvenlik; bütün devletler, hem halkının hem de kendi güvenliğini sağlamak ve saldırıları bertaraf etme yükümlülüğü içerisindedir. Dolayısıyla, İran kendine yönelik bu saldırıyı def etmeli ve uluslararası hukukta bulunan karşılıklılık, mukabele ve mütekabiliyet çerçevesinde saldırıya cevap verme hakkını hem hukuken hem de politik olarak elinde tutmaktadır.
Ayrıca, İsrail’in başta 7 Ekim’den bu yana Gazze’de soykırım suçu işlemesi, 1967’den beri Golan Tepeleri’ni işgal edip elinde bulundurması ve Ortadoğu jeopolitiğinde uluslararası hukuku tanımadan revizyonist girişimlere girmesi, İsrail’in saldırgan bir devlet olduğunu bir kez daha vurgulamaktadır. Dolayısıyla, İran meşru müdafaa oluşturmaktadır.
*ABD ve batılı ülkelerin bu çatışmadaki rolü hakkında ne düşünüyorsunuz?
Biz aslında Arap-İsrail savaşlarında da bunu gördük; örneğin 1956 Süveyş Krizi’nde İsrail’in, İngiltere ve Fransa olmaksızın Ortadoğu ülkeleri ile baş edemeyeceği çok net bir şekilde ortaya çıkmıştır.
Son dönemde 7 Ekim Aksa Tufanı operasyonunda, İsrail’in gerek Mossad, gerek iç ve dış istihbarat birimleri, gerekse Haydar Selma kuvvetlerinin o efsaneleştirilen derecede başarılı olmadığı görülmüştür. Demir Kubbe’nin hasar almaz sistemi, aslında deliklerinin olduğu gerçeğini ortaya koymuştur. Yani dolayısıyla 7 Ekim, bize İsrail’in sıradan bir orta büyüklükte rejim olduğunu göstermiştir.
Ancak, İsrail başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere Batılı ülkelerden aldığı askeri, politik ve stratejik destekle Ortadoğu jeopolitiğinde her türlü revizyonist operasyonu ve genişlemeyi stratejik olarak gerçekleştirebilme yeteneğine sahip olmaktadır.
Özetle, şunu demek istiyorum: Sıradan bir orta büyüklükte rejim olan İsrail’in normal şartlarda Ortadoğu’da gerçekleştirdiği eylemleri, eğer ABD ve Batılı ülkelerin desteği olmasaydı, hiçbirini yapamazdı.
Yine Obama yönetiminden itibaren Amerikan başkanlarını İran’a saldırı noktasında ikna etmeye çalıştıkları gerçeğinden hareketle, İsrail’in İran’la bir topyekün savaşı karşılıklı bir şekilde tek başına göze alamadığını da görüyoruz.
Dolayısıyla, İsrail Batılı ülkelerin desteğinden mahrum kalsa, zaten Ortadoğu içinde edilgen bir pozisyona geçecek ve hem İslam dünyası hem Ortadoğu jeopolitiği hem de bölgesel ve küresel barış için bir tehdit olmaktan çıkacaktır. Çünkü güçsüz bir konuma gelecek.
Ancak, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere Batı’daki İsrail lobisinin varlığı, küresel sermaye üzerindeki etkinlikleri, karar alma mekanizmalarına etkileri ve karar alma mekanizmalarında İsrail’e yakın Yahudi isimlerinin bulunması, bu desteğin zeminini oluşturuyor.
Aynı zamanda, İsrail bir anlamda Amerika Birleşik Devletleri’nde bölgede paramiliter güç olarak operasyonlarda kilit açıcı bir rol üstlenmektedir.
Yani karşılıklı bir kazan-kazan stratejisiyle inşa edilen Amerikan Ortadoğusu projeksiyonu çerçevesinde, İran’a yönelik bu saldırı günümüzde cereyan etmiştir.
Ama İran, yine İsrail’in efsaneleştirilen Batı’nın efsaneleştirilen unsurunu yerle bir ettiği gibi, teyit edilmemesine rağmen artık doğruluk noktasında şüphe olmayan F-35 uçağını düşürmesi ile hava savunma sistemlerindeki başarılarını göstermiştir. F-35, hayalet uçakları olarak biliniyordu. Kesinlikle düşürülemez deniliyordu; ancak bu da İsrail’in bir başarısızlığıdır.
İsrail, gerek beşeri kapasitesi yani demografik yapısı, gerek toprak büyüklüğü ve stratejik pozisyonu, gerekse askeri kapasitesi bakımından Ortadoğu’da bölgesel güç niteliğinde bulunamayacak ve İran gibi bölgesel aktörlerle mücadele edemeyecek bir aktör olmasına rağmen, arkasına aldığı emperyalist destekle ve uluslararası hukukun işlevsiz kalması nedeniyle bu tür adımlar atmaktadır.
yorumunuz