Tarihe baktığımız zaman sanata, bilime, edebiyata ve daha birçok ilim alanına çalışmalarıyla katkı sağlamış günümüzde de hala tarih kaynaklarında ismi geçen şahıslar olduğunu görmekteyiz. Bu önemli şahıslardan birisi de Ferîdüddin Attâr'dır.
Peki Attar Nişaburi kimdir?
Asıl ismi Muhammed bin İbrâhim el-Attâr en-Nişâbûrî el-Hemedânî olan Ferîdüddin Attâr 1130-1140 yılları arasında İran'ın Nişabur kentinde dünyaya gelmiştir. Babası ilaç ve bitkiler konusunda uzman bir attar olduğu için, kendisi de babasından bu mesleği öğrenmiş attar olmuştur. Attar, 'eczacı' anlamına gelir ve kendisine mesleğinden dolayı bu lakap verilmiştir.
Ferîdüddin, bu çalışanlarının yanı sıra tasavvuf alanında kendini ilerletmiş ve farklı farklı şeyhlere hizmette bulunmuştur. Tasavvuf felsefesi öylesine derindir ki kendisinden Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Şeyh Galip ve bazı mutasavvıflar övgüyle bahsetmiştir. Anne babasıyla ve aile hayatıyla ilgili bilgi içeren pek fazla kaynak yoktur, ancak araştırmalar Ferîdüddin Attâr'ın anne babasını henüz gençken kaybettiğini, ileride de 30'lu yaşlarında bir erkek evladını kaybettiğini söylemektedir.
Ferîdüddin Attâr gençliğinden itibaren tıp, ilaç, bitkilerle yakından ilgilenmiştir attarlık yapmış, bir yandan da tasavvufa yönelmiştir. Edebiyata ve sanata oldukça düşkün olan ve bunun yanı sıra dönemin büyük şairlerinden birisi Ferîdüddin ömrü boyunca tasavvufla ilgili kaynak, şiir ve hikayeler toplamıştır. Kendi yazdığı şiirlerden anlaşıldığını üzere, tasavvufa ilgi duymaya başladığı zamandan itibaren Mekke, Medine, Şam, Irak, Mısır, Hindistan Ve Türkmenistan'a seyahat etmiştir. Seyahatlerinin sonunda memleketi Nişabur'da sakin bir yaşlılık dönemi yaşamayı başlayan Ferîdüddin Attâr Moğollar tarafından şehit edilerek hayatını kaybetmiştir.
Ferîdüddin Attâr Eserleri
Ferîdüddin Attâr hayatı boyunca edindiği bilgi birikimleri sonucunda dünyaya pek çok önemli eser bırakmıştır. İran ve İslam edebiyatında önemli bir yere sahip olan Attâr’ın eserleri herkesin anlayabileceği sadeliktedir ve akıcıdır. O, eserlerinde herkesin anlayamayacağı ıstılahlardan istifade etmekten kaçınır ve günlük konuşma diliyle düşüncelerini anlatır. Attâr, eserlerinde sık sık hikâye ve temsillere başvurur, özelikle âşıkların dertlerini dile getireceği zaman kendisi bu dertleri yaşamış gibi olayı derinlemesine ve içten anlatır. Bu da eserlerinin akıcılığını artırır.
Ferîdüddin Attâr'ın yaşadığı dönemle alakalı, tasavvuf felsefesi ve kendi hayatına dair ipuçları bulunan bu eserleri sizler için şöyle sıralayabiliriz;
İlâhînâme
6500 beyitlik bir mesnevidir. Çerçeve hikâye, bir hükümdarın altı oğluna dünyada en çok arzu edip elde etmek istedikleri şeyleri sorması, onların da sırasıyla cevap vermeleridir. Her biri insanın ihtiraslarından birini temsil eden arzular etrafında gelişen hikâyede baba bunların mânasızlığını gösterir. İlâhînâme ilk olarak Şemseddin Sivâsî (ö. 1597) tarafından manzum olarak Anadolu Türkçesi’ne, A. Gölpınarlı tarafından da düz yazı halinde günümüz Türkçe’sine çevrilmiştir (İstanbul 1947). Eser H. Ritter (Leipzig-İstanbul 1940) ve F. Rûhânî (Tahran 1339/1960) tarafından neşredilmiştir.
Esrârnâme
Attâr’ın ilk tasavvufî mesnevisidir. Yirmi altı bölüme ayrılan eser küçük hikâyelerden meydana gelmiştir. Çerçeve hikâye yoktur. Sâdık Gevherîn tarafından neşredilen (Tahran 1338/1959) eser XV. yüzyılda Ahmedî Akkoyunlu tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir.
Musîbetnâme
5740 beyitlik bir mesnevi olup Cevâbnâme adıyla da bilinir. Attâr’ın tasavvufî görüşlerini ve fikrî dünyasını en düzenli şekilde aksettiren mesnevisidir. Kırk bölüme ayrılan eserde sâlikin önce melekler arasında ve öteki dünyada, sonra da bu âlemde dolaşması, peygamberlere başvurması, daha sonra duygu, hayal ve akıl ile ruha giderek bunlara Allah’ı sorması, neticede Allah’ı kendi içinde bulması hikâye edilmiştir. Bu mesnevi N. Visal tarafından yayımlanmıştır (Tahran 1338/1959).
Ḫüsrevnâme
Gül ü Ḫüsrev veya Gül ü Hürmüz de denen bu eser, Attâr’ın tasavvufî olmayan tek mesnevisidir. Bu mesnevide Rum kayserinin gayri meşrû oğlu Hüsrev ile Hûzistan şahının kızı Gül’ün aşk maceraları anlatılır. Bu aşk hikâyesi, hakkında hiçbir bilgi bulunmayan Bedr-i Ahvâzî adlı bir kimse tarafından mensur olarak yazılmış, daha sonra Attâr aynı konuyu bu eserden nazma çekmiştir. Aşk macerasının Ahvaz’da geçmesi sebebiyle mesnevideki çerçeve hikâye o yöredeki mahallî menkıbeler üzerine kurulmuştur. Bu mesnevinin eski ve yeni olmak üzere iki versiyonu vardır. Eski olanı, Attâr’ın meşhur tasavvufî mesnevisi Manṭıḳu’ṭ-ṭayr’ın nazmedilişinden yani 1187’den önce kaleme alınmıştır ve yenisine göre çok daha uzundur. Özet şeklindeki yeni versiyon ise çok daha sonra nazmedilmiştir.
Muḫtârnâme
Attâr’ın 5000’i aşkın rubâîsinden seçerek konularına göre elli bölümde tertip ettiği bir rubâîler mecmuasıdır. Mecmuanın ilk üç bölümü tevhid, na‘t ve ashabın menâkıbına dairdir; 4-9. bölümlerde önemli tasavvufî mazmunlar üzerinde durulur; 10-29. bölümlerde mânevî ve ahlâkî konular işlenir; 30-49. bölümlerde aşk ve aşkın tecellîleriyle sevgilinin vasıfları incelenir; bu arada 44. bölümde “kalenderiyyât”a bir parça yer verilir; son bölümde ise şairin şahsî temennisi dile getirilir.
Manṭıḳu’ṭ-ṭayr
Maḳāmât-ı Ṭuyûr, Maḳālâtü’ṭ-ṭuyûr veya Ṭuyûrnâme adlarıyla da anılan ve 1187’de kaleme alınan bu eser, temsilî bir şekilde vahdet-i vücûd inancını anlatan bir mesnevidir. Bu mesnevideki kuşlar sâlikleri temsil eder. Hüdhüd kılavuz yani mürşiddir. Sîmurg (otuz kuş = anka), Allah’ın zuhûr ve taayyünüdür. Manṭıḳu’ṭ-ṭayr’ın XIV. yüzyıl Anadolu şairlerinden Gülşehrî tarafından yapılan tercümesinin tıpkıbasımını Agâh Sırrı Levend neşretmiştir (Ankara 1957). Eser Şemseddin Sivâsî ve ayrıca Fedâî (ö. 1636) adlı Mevlevî bir şair tarafından tercüme edilmiş, manzum olan ikinci tercüme basılmıştır (İstanbul 1274). Manṭıḳu’ṭ-ṭayr A. Gölpınarlı tarafından günümüz Türkçe’sine de çevrilmiştir (I-II, İstanbul 1962-1963).
Dîvân
Mesnevilerindeki tasavvufî fikirleri lirik bir tarzda ifade ettiği eseridir. 10.000 beyitlik divanın henüz ilmî bir neşri yapılmamıştır.
Teẕkiretü’l-evliyâ
Büyük sûfîlerin hal tercümelerinden bahseden ve bazı sözlerini nakleden mensur bir eserdir. Attâr’ın çok tanınmış ve birçok dile çevrilmiş olan bu eserinin sonradan istinsah edilen bazı nüshalarına yirmi beş sûfînin hal tercümesi daha eklenmiştir. Teẕkiretü’l-evliyâʾ, ilk olarak Aydınoğlu Mehmed Bey zamanında adı bilinmeyen bir kişi tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Eserin en tanınmış tercümesi ise Sinan Paşa’ya aittir. Teẕkiretü’l-evliyâʾnın son tercümesi Süleyman Uludağ tarafından yapılmıştır (İstanbul 1984). Bu sekiz eserle kendisi tarafından imha edilen Cevâhirnâme ve Şerḥu’l-ḳalb mesnevilerinin adları Ḫüsrevnâme ve Muḫtârnâme’nin önsözlerinde zikredilmiştir.
Kaynaklarda ve çeşitli araştırmalarda Pendnâme, Ḥaydarnâme, Uşturnâme, Cevherü’ẕ-ẕât, Nüzhetü’l-aḥbâb, Maẓharü’l-ʿacâʾib, Lisânü’l-ġayb, Rumûzü’l-ʿâşıḳīn, Şâhbâznâme, Mihr ü Müşterî, Heftâbâd, Heft Vâdî, Tercemetü’l-eḥâdîs̱, Sî Faṣl, Miftâḥu’l-fütûḥ, Bî-sernâme, Bülbülnâme, Miʿrâcnâme, Cümcümenâme, Vuṣlatnâme, Heylâcnâme, Ḫayyâtnâme, Vaṣiyyetnâme, Kenzü’l-ḥaḳāʾiḳ, Kenzü’l-esrâr (Kenzü’l-baḥr), Velednâme, Siyâhnâme, İḫvânü’ṣ-ṣafâʾ ve Esrârü’ş-şühûd gibi eserler Attâr’a isnat edilip çoğu onun adıyla basılmış, hatta bazıları Türkçe dahil birçok dile bile tercüme edilmiştir. Ancak son araştırmalar, ilk beş eserin ona isnadının çok şüpheli, diğerlerinin ise tamamen sahte olduğunu ortaya koymuştur. Fürûzanfer ve Zerrînkûb’a göre ona ait olduğu şüpheli olan Pendnâme hariç bunların tamamı uydurmadır. Yine bu araştırıcılara göre adı geçen eserlerin pek çoğu XV. yüzyılda yaşayan Attâr-ı Tûnî tarafından yazılmış, bir kısmı da yine Attâr adlı veya mahlaslı diğer kişilerce kaleme alınmıştır (eserlerin baskıları ve tercümeleri için bk. İA, II, 7-12; Ritter, Oriens, s. 195-228; Rypka, s. 775-776).
Kaynak: Mehr, Sabah
yorumunuz