Suriye’deki gelişmelerin, Şam yönetiminin düşmesine ve Beşar Esad’ın ülkeden ayrılmasına yol açması, bölgenin durumu ve İran-Türkiye ilişkilerinin geleceğini yeniden gündeme getirdi. Bazı analistler, Suriye’deki son gelişmelerin Ankara ve Tahran arasında bir gerilim faktörü olacağını öne sürerken, bazı uzmanlar ise bu krizin iki ülke arasında iş birliğini daha da güçlendirebileceğini düşünüyor.
Diğer yandan, Suriye’nin mevcut siyasi sahası oldukça zorlu bir dönemden geçiyor. Birçok aktör, mevcut durumu kendi lehine çevirmek istiyor. Ancak Suriye’deki son gelişmelerde Türkiye’nin elde ettiği üstünlük, Arap ülkeleri açısından pek de arzu edilen bir durum olmayabilir.
Mehr Haber Ajansı, Suriye'nin mevcut durumunu, bu gelişmelerin bölge üzerindeki etkilerini ve İran-Türkiye ilişkilerindeki rolünü incelemek amacıyla İran’ın eski Ankara Büyükelçisi Muhammed Ferazmend ile bir röportaj gerçekleştirdi. Röportajın tamamı aşağıda yer almaktadır:
*Suriye meselesi, İran ve Türkiye arasında derin bir yaklaşım farkına yol açtı. Ancak tüm bu farklılıklara rağmen, her iki ülke de bu anlaşmazlıkları yönetme kabiliyetine sahip oldu ve bu gerilimlerin iki komşu arasındaki ilişkileri zedelemesine izin vermedi. Hatta tüm bu farklılıklara rağmen Suriye konusunda iş birliğine de yöneldiler. Örneğin, Astana sürecinde gerçekleştirilen toplantılar, iki ülkenin Suriye konusunda iş birliğinin bir sembolü oldu. Ancak şu an bu ülkedeki durum değişti. Bu bağlamda, sizce bundan sonra Ankara ve Tahran arasındaki ilişkilerde nasıl bir değişim göreceğiz?
Bildiğiniz gibi İran ve Türkiye, çok köklü ilişkilere sahiptir. Bölgedeki en eski diplomatik ilişkiler İran ve Türkiye arasında kurulmuştur. Tarihe baktığımızda, Türklerin Anadolu'daki varlığının İran üzerinden sağlandığını görüyoruz. İran'daki Selçuklu Türkleri'nin bir kolu, Anadolu’da Rum Selçuklu Devleti'ni kurmuştur. Bu ilişkiler yaklaşık bin yıl öncesine dayanmakta olup, hiçbir zaman kesintiye uğramamıştır.
Tüm iniş çıkışlara rağmen İran ve Türkiye’nin halkları ve hükümetleri her zaman birbirleriyle iletişim halinde olmuştur. Hatta modern diplomasi döneminde, 19. yüzyılın ortalarından itibaren, İran ve Türkiye, ilk elçiliklerini kuran ülkeler arasında yer almıştır.
19. yüzyıldan önce de siyasi temsilcilerimiz vardı. İlginçtir ki, Emir Kebir, iki ülke arasında resmi ilişkiler kurulmadan önce, yaklaşık üç yıl boyunca Osmanlı Devleti ile 'Erzurum'da sınır müzakereleri yürüten İran müzakere heyetinin başındaydı. Bildiğiniz gibi İran'ın batı sınırları, "Erzurum Müzakereleri" olarak bilinen görüşmelerin sonucudur.
İslam Devrimi’nden sonra da İran-Türkiye ilişkileri, Tahran'ın dış politikasının bir parçası olarak büyük iniş çıkışlar yaşamayan alanlardan biri olmuştur. Ancak sizin de belirttiğiniz gibi 2011 yılından itibaren Suriye konusu ve iki ülkenin bu konudaki farklı bakış açıları, İran-Türkiye ilişkilerini etkilemiştir. Bununla birlikte, Suriye'nin Türkiye için komşu bir ülke olarak önemi ve İran için direniş ekseninin temellerinden biri olması dolayısıyla, her iki ülke de farklılıklarına rağmen Rusya’nın katılımıyla Suriye krizine yönelik en önemli ve etkili mekanizmayı oluşturmayı başarmıştır.
Bölgedeki diğer Arap ve Batılı ülkeler tarafından oluşturulan mekanizmaların hiçbir sonuç getirmediği bir ortamda, İran, Rusya ve Türkiye’nin iş birliğiyle oluşturulan Astana süreci, Suriye’de gerginliği azaltma bölgeleri kurmayı başarmış ve savaşın, şiddetin ve kan dökülmesinin artmasını büyük ölçüde engellemiştir. Ancak Suriye’de savaş tamamen sona ermemiş ve belirli ölçüde devam etmiştir. Bu süreç, 8 Aralık'a kadar sürdü ve nihayetinde Şam, silahlı gruplar tarafından ele geçirildi.
Gözlemcilerin ilk değerlendirmesi, Suriye dosyasının yeniden İran ve Türkiye arasında bir gerilim konusu haline gelebileceği yönünde olmuştur. Ancak ben, İran ve Türkiye'nin, Suriye meselesinin iki millet arasındaki ilişkilere zarar vermesine izin vermeyecek kapasiteye sahip olduklarına inanıyorum. Hatta Suriye, bu ülkeler arasında iş birliği unsuru olabilir.
Gördüğünüz gibi 8 Aralık’tan sonra İran ve Türkiye arasında üst düzey diplomatik ve siyasi temaslar gerçekleşti. Sayın Pezeşkiyan, Kahire’de düzenlenen 'Gelişmekte Olan Sekiz İslam Ülkesi Grubu (D-8)" zirvesi kapsamında Sayın Erdoğan ile görüştü. Bundan önce de iki ülkenin ekonomik komisyon toplantıları yapıldı. Bana göre her iki ülke de ilişkilerini Suriye dosyası nedeniyle durdurmak istemiyor. Ayrıca Suriye’de devlet inşası ve sorunların çözümü, iki ülkenin müzakerelerinde gündeme alınabilir.
Bazıları İran ile Türkiye arasında Suriye meselesi için temasların başlayıp başlamayacağını merakla bekliyor. Gerçek şu ki tamaslar başlamıştır. Suriye’de yaşanlar öylesine meydana gelmedi, kutsal mekanlar baskın yapılmadı ve herhangi bir azınlık keyfi infaza maruz kalmamıştır.
*İki ülke yetkililerinin resmi açıklamalarını dikkatle takip eden biri olarak İran ve Türkiye'nin Suriye konusunda bir kez daha gergin bir sürece girme niyetinde olmadığını düşünüyorum. Bana göre Suriye'deki mevcut durum 2011'deki durumdan çok farklı.
Neyse bir de 2011 deneyimi var. Suriye'de yaşanan son gelişmeler yeni bir başlangıç.
Suriye'de sistemin çöküşü Beşar Esad'ın ülkeden ayrılmasına yol açtı. Muhalif gruplar aslında Şam'a askeri bir çatışma olmadan girdiler. Suriye meselesi üzerinden İran-Türkiye ilişkileri zedelemek isteyenler şunu bilmeli ki, modern tarihte ilk kez bir Arap ülkesinde bir çöküş yaşandı ama bu toplu katliamlara tanık olmadık.
Bence diplomasi açıdan aktif olan Ankara İran ile Türkiye arasındaki temaslar için harekete geçebilir.
*Heyet Tahrir Şam'ın zaferinde Türkiye'nin rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şu anda Suriye'de başka bir aktör yok. Bu ülkede yaşananlardan sonra ileride ne gibi gelişmeler yaşanacağı bir başka konudur.
Beşar Esad hükümetinin güvenlik ve istihbarat çöküşü belki de Türkiye için bir sürprizdi. Bazıları bu senaryonun önceden çizildiğine inanıyor. Hatta bazıları Türkiye, İsrail ve ABD'nin el ele verdiğini ve İsrail'in Suriye'nin altyapısını hedef alarak ülkenin hava sahasını kapattığını düşünüyor. Ancak bunların hepsinin mutlaka koordine edilmesi mümkün değildir.
"Bazıları İran ile Türkiye arasında Suriye meselesi için temasların başlayıp başlamayacağını merakla bekliyor. Gerçek şu ki tamaslar başlamıştır. Suriye’de yaşanlar öylesine meydana gelmedi, kutsal mekanlar baskın yapılmadı ve herhangi bir azınlık keyfi infaza maruz kalmamıştır."
Kanıtların çoğu, Türkiye'nin yalnızca Halep'in muhalefetin kontrolü altında olacağını düşündüğünü gösteriyor; Beşar Esad hükümetinin düşmesiyle ilgili birilerine kızmamız gerekiyorsa önce İsrail'e kızmamız gerekiyor, çünkü istihbarat ve güvenlik çökmesiyle Suriye'yi direnişine kapatan taraf İsrail'dir.
Muhalif güçleri 13 yıldır Suriye'de bulundukları için devletteki istihbarat ve güvenlik boşluğunu fark ettiler.
Türkiye gibi pragmatik bir ülkenin burada rol almamasını beklemiyorduk çünkü Türkler 13 yıldır böyle bir anı bekliyordu.
Bir bakıma Lozan Antlaşması'ndan sonra, yani 1923'ten günümüze kadar, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulduğu dönemde de Türkiye'nin bazı değerlendirmeleri vardı. Çünkü Lozan Antlaşması, mevcut anlaşmanın tanınmasına yol açmıştı. Bu anlaşma Türkiye'nin sınırlarını ve bu ülkenin bağımsızlığı tanımlasından dolayı bir başarı olarak değerlendirdi.
Ancak Türkiye, bu bölünmeden memnun olmadığını söyleyerek güney sınırlarını her zaman eleştirdi.
Bunun doğru ya da yanlış olduğunu söylemek istemiyorum; Ancak sadece tarihe dayanarak ülkelerin uluslararası sınırlarını değiştiremeyiz. Tarihsel konulara değinmek istersek Ortadoğu'nun mevcut sınırlarının hiçbiri bu durumdan muaf değil.
Şu anda Suriye'deki gelişmelerin baş aktörü Türkiye'dir. Ancak böyle bir rol almak sadece bir fırsat değil, aynı zamanda bir sorumluluktur.
Suriye'nin yeni yöneticilerinin ve onun destekçisi Türkiye'nin ilk sorumluluğu, Suriye'nin toprak bütünlüğünün bozulmasına ve bu işgale sessiz kalmamasıdır. Elbette buna karşı siyasi pozisyon aldılar ve sözde tepki gösterdiler ama siyasi pozisyon alarak toprak bütünlüğü sağlanamaz!
*Suriye’nin toprak bütünlüğü zarar görürse Kürt gruplar daha fazla güç kazanır, bildiğiniz gibi Türkiye bu grupları düşman olarak görüyor.
Evet; Bu son yıllarda silahlanan Kürt grupların neredeyse tamamı Türkiye'nin terör listesinde yer alıyor. Türkiye'nin Suriye'de arzuladığı kapsayıcı devlete Kürtlerin nasıl entegre olacağı belli değil. Irak modelinin Suriye'de uygulanıp uygulanmayacağı henüz belli değil.
Ayrıca diğer bölgesel yönetimlerin durumu ne olacak. İran, Mısır, BAE ve diğer bölge ve Arap ülkeleri Suriye'deki gelişmelerden kaygılı
Uluslararası toplum Suriye'deki gelişmelere kayıtsız değil ve kendi görüşleri var. Amerikalılar da Suriye'de bulunuyor ve bu ülkedeki gelişmelere ilişkin kendi görüşleri var.
Zaten işgalcilerden biri de Fırat'ın doğusunda bulunan Amerikalılar, Kürt grupları da Amerikalılar tarafından destekleniyor. Bunların hepsi Suriye'de sistem inşa etmenin zorlukları Türkiye'nin geleneksel diplomasisinin Türk dostlarını Suriye'nin sorunlarının tek başına çözülmesinin mümkün olmadığı sonucuna götüreceğini düşünüyorum
Elbette ülkesi hakkında karar vermesi gereken ilk etapta Suriye halkıdır. Ama yine bu aşamada bölgesel aktörlerin Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunmasına yardımcı olması gerekiyor; Suriye halkı fikrini beyan edebilir, Suriye'deki yeni sistemin ilk etapta halkın isteklerine cevap verebilmesi gerekiyor.
"Türkiye, Beşar Esad'ın devrilmesi konusunda batılı ülkelerle hem fikirdi ama bu, Kürtler konusunda ya da diğer konularda Türkiye'nin yaklaşımının diğer batılı ülkelerle örtüştüğü anlamına gelmiyor."
Türkiye Suriye'de etkili, ciddi ve derin bir rol oynasa da Arap ülkeleri için ciddi bir tehdit olacaktır. Aynı zamanda Türk yetkililerin Arap ülkeleriyle görüşmelerine de tanık oluyoruz. Mesela Hakan Fidan'ın BAE gezisi; Sizce Araplar Türkiye'nin üstünlüğünü kabul edecek mi?
Araplar adına yorum yapamam ama genel olarak Arap ülkelerinin Suriye meselesine farklı bakış açıları var. Arap Baharı'nın yaşandığı 2011'de Türkiye önemli bir rol oynadı ve bazı Arap ülkelerinden tepkiler gördük. Şu anda bile bazı Arap ve medya çevrelerinde Suriye'deki gelişmelerin Arap Baharı'nın devamı olduğuna dair endişeler sürüyor.
Bazıları Türkiye'nin Suriye'de etkinlik kazanmasının İran'ın çıkarlarıyla çeliştiğini düşünüyor. Türkiye'nin İran'ın bölgedeki nüfuz alanlarından birine girdiğini düşünürsek, Türkiye'nin diğer alanlarda, özellikle Kafkasya'daki rolünden endişe duymamız gerekmez mi?
Suriye'deki gelişmelere benzer bir durum yaşandığında ve bir aktör diğer aktörlerin yerini doldurduğunda kamuoyunda ve kitle iletişim araçlarında bu tür analizlerin ve kaygıların varlığı yadırganacak bir konu değil. Ancak benzetme olmadan her şeyi birbirine bağlayamayız!
Kafkasya ve Orta Asya meselesi iki ayrı meseledir. Bundan sonra ne olacağını görmemiz lazım. Suriye her türlü senaryoya uygun; Ne bir senaryo kesin kabul edilebilir, ne de bir senaryo reddedilebilir. Olası senaryolardan biri İsrail ve Amerikalıların Suriye'deki bu zayıf durumdan yararlanarak bu ülkenin yeni yöneticilerine bir barış antlaşması dayatmaları olabilir. Bu kesin olmayan olasılıklardan biri.
Genellikle Batı Asya'daki gelişmelerde iki ülkenin kendi çıkarlarını ilgilendiren bir konuda örtüşmesi, tüm konu ve çıkarların örtüştüğü anlamına gelmemektedir.
Evet; Türkiye, Beşar Esad'ın devrilmesi konusunda batılı ülkelerle hem fikirdi ama bu, Kürtler konusunda ya da diğer konularda Türkiye'nin yaklaşımının diğer batılı ülkelerle örtüştüğü anlamına gelmiyor.
Suriye satranç tahtasında tüm bölgesel aktörler ve dünya güçleri kendi çıkarlarının peşinde koşuyor. İran İslam Cumhuriyeti'nin dış politikasındaki bir özelliği şudur: Eğer bir ülkede halk karar verirse ve onların istekleri doğrultusunda kapsamlı bir hükümet kurulursa, İran hükümeti böyle bir yapının kurulmasını kendi çıkarlarına aykırı görmez.
Irak konusunda da aynı görüşteyiz, Suriye konusunda da aynı görüşteyiz, İran Beşar Esad'a siyasi sistemini daha kapsayıcı hale getirmesini tavsiye etti ama Esad ne yazık ki İran'ın tavsiyesini dinlemedi!
Suriye'de hükümetin kapsayıcı olması ve halkın karar vermesi gerektiğine inanıyoruz; Eğer Türkiye böyle bir konunun gerçekleşmesine yardımcı olursa, İran da yardımcı olabilir.
yorumunuz