Rüya Fereyduni - Mübarek Ramazan ayının son cuması olarak bilinen "Dünya Kudüs Günü" islami ülkelerdeki bazı insanların Filistin'in bağımsız olması isteğiyle toplu yürüyüşler yaptığı gündür.
İlk kez, İran İslam Cumhuriyeti Kurucusu İmam Humeyni 1979 yılında Siyonist Rejim'in Güney Lübnan'a saldırısı ardından bütün Müslümanların dikkatini rejimin zulmüne maruz kalan Filistin’e çekmek için Ramazan ayının son cuma gününü “Dünya Kudüs Günü” ilan etmiştir.
O tarihten bu yana Ramazan ayının son cuması "Dünya Kudüs Günü" olarak duyarlı Müslümanlar tarafından, vazifelerini eda etmek için sokaklarda ve meydanlarda Filistin halkının yanında olduklarını göstermek amacıyla ve onların kanuni haklarını savunmak adına büyük yürüyüşler yapılıyor.
Aydınlık Gazetesi Yazarı Avukat Onur Sinan Güzaltan, Mehr Haber Ajansı muhabirine verdiği bir röportajda "Dünya Kudüs Günü"ne değinerek bu günün dünyadaki önemini değerlendirdi:
1- Neden Kudüs Günü ve İslami olayların direniş alanında önemli değişikliklere yol açtığına inanıyoruz?
Filistin'in kurtuluş kavgası sadece İslam coğrafyasında değil dünyanın dört bir yanında, Latin Amerika'daki Amazon Ormanları'ndan tutun ta Asya steplerine ve Afrika'nın derinliklerine değin destek bulmuş bir mücadele.
Filistin halkının İsrail işgaline karşı sürdürdüğü kavga, İran'daki Kudüs Günü'ne benzer mücadele ve anma günleriyle, dünyadaki çeşitli devletler ve anti- emperyalist kuvvetler tarafından desteklenmektedir.
Anglo-Sakson emperyalizminin desteğini alan İsrail'e karşı Filistinlilerin mücadelesi, milli ve dini eksenli olmanın ötesinde antiemperyalist karaktere sahip, mazlum dünyanın ezenlere karşı sürdürdüğü kavgadaki cephelerden birisidir.
Bugün dünyadaki devrimciler, ilericiler ve antiemperyalistler, Anglo-Sakson emperyalizmi nasıl İsrail’i destekliyorsa aynı şekilde Filistin’in arkasında durmalıdır.
Bu doğrultuda, Türkiye ve İran başta olmak üzere kimi bölge devletlerinin bu mücadeleye sunduğu destek önem arz etmektedir.
Fakat Filistin mücadelesinin sadece Kudüs, Batı Şeria veya Gazze'de sürdürülmesi mümkün değildir.
Filistin'in kurtuluşunun yolu, ABD emperyalizminin Batı Asya'dan sürülmesinden geçmektedir.
ABD'nin bölgede attığı her geri adım, İsrail'de sürdürülen Siyonist siyasetleri zayıflatacak ve Filistinlilerin özgürlük yolunda attığı adımları kuvvetlendirecektir.
2- Siyonist Rejim'le ilişkilerin normalleşmesinin siyasi ve ekonomik hedefler doğrultusunda hızlanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İsrail, kurulduğu 1948 tarihinden itibaren bölgede emperyalizmin karakolluğunu yapan bir devlet oldu.
Tel Aviv, Siyonist siyasetlerini uygulamak için sürekli savaş stratejisi izledi. Bu savaş ve yıkım tarihinin başlangıç noktası Filistin'dir.
Bugün bazı bölge ülkelerinde, ABD ve İngiltere'nin telkinleriyle İsrail'le ilişkileri normalleştirme adımları atıldığını görüyoruz.
Bu ülkelerin yöneticileri, uzun süreden bu yana uluslararası sermaye ve kapitalizmle iş birliği içindeler.
Temel sorunun sadece emperyalizm değil kapitalizm olduğunu unutmamakta fayda var.
Konumuza geri dönersek, Birleşik Arap Emirlikleri'nin İsrail'le ilişkileri normalleştirme, Tel Aviv'i bölgeye kabul ettirme yönünde yoğun çabaları olduğu biliniyor.
Birleşik Arap Emirlikleri'nin bu siyasi hamlelerinin amacı bölgede Türkiye ve İran karşıtı bir cephe yaratmaktır.
İsrail'in hedefi ise Körfez sermayesi ve medyasının desteğini kullanarak, Arap halkları nezdinde İsrail'i birincil düşman kategorisinden çıkarmak ve yerine Türkiye ve İran'ı Arap halkalarına düşman olarak kabul ettirmektedir.
Bu doğrultuda, Arap dünyasından pek çok aydın, gazeteci ve kanaat önderi İsrail'e davet edilerek, gerekli ortamı yaratma yönünde çabalar mevcut.
Projenin arkasında ise her zaman olduğu gibi Amerikan emperyalizmi bulunuyor.
Bugün Türkiye ve İran'ın, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan'ın bu projesinin arkasında ABD ve İsrail olduğunu Arap halklarına ifşa eden bir siyaset izlemesi etkili olacaktır.
Diğer yandan, başta Mısır olmak üzere Arap devletleriyle ilişkileri düzeltmek önem arz etmektedir.
Ankara ve Tahran'ın Arap coğrafyasıyla temas halinde olmaması, ABD ve İsrail'in coğrafyamıza yerleşmesini kolaylaştırmaktadır.
Bu doğrultuda, İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Kazım Sajjadpour'un, Kasım 2017'de Ankara'da yaptığı konuşmadan bir bölümü hatırlatmama izin verin; "Bence İran ve Türkiye iş birliği bölgedeki çatışmaları çevreledikçe bölge daha güvenli olacaktır. Türkiye ile İran, Mısır ve Suudi Arabistan'la işbirliği yapmalı. (...) Ortadoğu, Batı Asya ve Kuzey Afrika’da dört bölgesel oyuncu bir arada çalışsa daha iyi olacak. Bölgesel oyuncuların işbirliği bölgeye faydalı olacaktır."
3- Kudüs ve Filistin'in Arap devletlerinin dış politikasındaki yeri nasıldır ve nasıl olması gerekiyor?
Filistin ve Küdüs meselesi Arap milletleri için büyük bir yaradır.
Mısır'ın efsanevi lider Cemal Abdül Nasır’ın kaybından bu yana Arap dünyasındaki liderler ve siyasi hareketler maalesef Filistin davasına samimiyetle yaklaşmadılar.
Bugün Batı Şeria ve Gazze'deki sıkışmışlık ve bölünmüşlük, Arap dünyasının yanlış siyasetlerinden kaynaklanıyor.
Gün bölünme değil ittifak günüdür. Bölge ülkeleri olarak, geçmişteki hataları, anlaşmazlıkları bir kenara bırakıp geleceğe bakmak zorundayız. Aksi halde emperyalizmin plan ve projeleri bölgemizde hareket sahaları bulmaya ve başarılı olmaya devam edecek.
Sünni-Şii ayrımı, Türk-Fars-Arap-Kürt ayrımı yanlıştır. Bu yönde siyasetler emperyalizmin ekmeğine yağ sürmektedir. Doğru yol, aklı kullanarak geniş ittifaklar yaratma siyasetinden geçmektedir.
Emperyalizme karşı mücadele geleneğinden gelen Türkiye ve İran'ın,emperyalizme karşı en geniş cepheyi oluşturma noktasında aktif bir biçimde siyasetler geliştirmesi şarttır.
4- İslami ve Arap kurum ve kuruluşların Kudüs meselesininin önemini açıklamada nasıl bir rol üstlenmektedir?
Maalesef Arap Birliği başta olmak üzere bölgemizdeki kuruluşlar, Filistin sorunun çözümünde siyaset üretememekte, iç çekişmelere teslim olmakta ve İsrail'in siyasetlerine boyun eğmekteler.
Türkiye ve İran, bölgedeki antiemperyalist kuvvetlerle beraber bu boşluğu dolduracak birikime sahiptir.
Suriye'de oluşturulan Astana mekanizması, bölgesel iş birliğinin iyi bir örneğidir ve Libya ve Yemen başta olmak üzere farklı sahalarda, bölgesel sorunların çözümünde benzer mekanizmalar kurulabilir.
Bölge devletleri olarak diyalog kurmamız, sorunlarımıza ortak çözümler geliştirme yönünde hamleler yapmamız halinde bölge dışı emperyalist kuvvetlerin bölgemize girmesi, bizleri birbirimize düşürecek hamleler yapması zorlaşacaktır.
Diplomasi doğru kullanılması halinde etkili bir anahtar görevi görecektir.
5- Siyonist Rejim'in Kudüs'ün Yahudileştirilmesi, yerleşim bölgeleri ve turistik yerleşim alanlar inşa etmekten amacı nedir?
İsrail, Filistin ve Filistinlilere karşı savaş siyasetini sürdürüyor. Tel Aviv, elindeki bütün araç ve imkanları kullanarak Filistin mücadelesini boğmaya çabalamaktadır.
Yerleşimcilerde bu silahlardan bir tanesidir. Amaç işgalin genişletilmesinin yanı sıra meşru hale getirilmesidir.
İşgale ve yerleşimcilere karşı Filistinlilerin mücadelesi siyasi, ahlaki ve hukuki olarak haklıdır.
Birleşmiş Milletler başta olmak üzere uluslararası kurum ve kuruluşlar, İsrail'in siyasetlerinin açık bir işgal oluşturduğunu pek çok kez tespit etmiştir.
Tekrardan belirtmem gerekirse, İsrail'i durdurmanın yolu sadece İsrail’le mücadeleden değil eş zamanlı olarak AngloSakson emperyalizmi ve bölgedeki işbirlikçileriyle mücadeleden geçmektedir.
Özgür Kudüs sloganları atıp sonrasında Suriye'de, Libya'da, Yemen'de emperyalizmle aynı siyasetleri savunmak riyakarlıktır.
Filistin'in, emperyalizmle mücadelede cephelerden sadece bir tanesi olduğunu anlamalıyız.
Soruna bütünsel yaklaşmak mecburiyetindeyiz.
Ayrıca İsrail'in ağır bir ekonomik ve siyasi krizden geçtiğini göz önünde bulundururak siyaset geliştirmekte yarar var. İsrail'in içinde Filistinlilere karşı sürdürülen insanlık dışı savaşa karşı olan pek çok şahıs ve kuruluş bulunmaktadır.
Siyonist siyasetlerin nedeni İsrail halkı değil, ulusllararası sermaye ve kapitalizmin işbirlikçisi İsrailli yönetici elitidir.
6- İran Devrim Muhafızları Ordusu'na bağlı Kudüs Gücü Komutanı Korgeneral Kasım Süleymani'nin Kudüs şehidi olarak terörizmle mücadeledeki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
General Süleymani, bölgede emperyalizme karşı sürdürülen savaşta ABD tarafından sinsice katledilmiştir. Bu röportaj vesilesiyle, İran halkına baş sağlığı dileklerimi bir kez daha iletmek isterim.
Süleymani'den bahsedilirken sadece savaşçı yönleri ön plana çıkartılıyor ve diplomatik becerileri unutuluyor.
Iraklı yetkililerinde doğruladığı üzere suikasta uğradığında Süleymani'nin cebinde, Suudi yetkililere iletilmek üzere Iraklı makamlara teslim edilmek üzere yazılmış bir mektup vardı.
Mektubun içeriği açıklanmasa da yapılan açıklama ve genel gidişattan, mektubun Riyad yönetimine yönelik ilişkileri normalleştirme çağrısı içerdiğini anlayabiliyoruz.
Dünyanın geri kalanı gibi (Fars) Körfezin'deki yönetici sınıfında, ABD'nin kuvvet kaybettiği ve Çin-Rusya başta olmak üzere Asya bloğunun yükselişe geçtiğinin farkında olduğunu tahmin etmek güç değil.
Onlarda bir arayışın içerisindeler.
Ankara ve Tahran'ın diplomatik kanalları etkili kullanması, doğru mesajları vermesi halinde ABD kampında yer alan bazı bölge ülkelerinin de bu cepheden kurtarılması veya en azından nötr hale getirilmesi mümkündür.
Kasım Süleymani’nin cebindeki mektuptan, bu iradeyi anlıyoruz.
Çinli savaş bilgini Sun Tzu’nun da dediği gibi; "Gerçek zafer, savaşılmadan kazanılan zaferdir."
Batı medeniyetinin çöküş içine girdiğini görüyoruz.
Böylesi bir süreçte geçmişteki anlaşmazlıkları, çelişkileri bir kenara bırakıp hangi ortak zeminlerde buluşabileceğimizi ve bölgesel iş birliği için hangi adımları atmamız gerektiğini tartışmalıyız.
Mantıklı davranır, geniş ittifak cepheleri yaratabilirsek, her anlamda zengin ve verimli bir geleceği kurabiliriz.
yorumunuz