Çin Dışişleri Bakanlığı 1 Kasım Cuma günü İran’la ilgili yaptığı bir açıklamada, Pekin'in İran İslam Cumhuriyeti'nin ulusal güvenliğini savunma hakkını desteklediğini bildirdi.
Bunun yanı sıra İsrail rejiminin 26 Ekim'de İran'daki bazı hedeflere yönelik düzenlediği saldırılara ilişkin basın mensuplarında açıklamada bulunan Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Lin Jian ise, Çin’in, diğer ülkelerin egemenlik ve güvenliğini ihlal eden girişimlere karşı olduğunu ve sorunun çözümü için askeri güç kullanımını reddettiğini belirtti.
Ortadoğu'daki mevcut durumun ciddi bir gerilim içinde olduğunu ifade eden Lin, bölgedeki tüm tarafların genel güvenliği tehlikeye atan riskleri artırmaktan kaçınması gerektiğini vurguladı.
Mehr Haber Ajansı bu konuyla ilgili Çin Uzmanı Gökhun Göçmen ile bir röportaj gerçekleştirdi.
İşte röportajın tam metni:
1.Çin Dışişleri Bakanlığı yayınladığı bir bildiride Siyonist rejimin saldırılarını kınadı ve Çin hükümetinin İran'ı desteklediğini vurguladı. Bakanlıktan İran'la ilgili yapılan açıklamada, ''İran İslam Cumhuriyeti'nin ulusal güvenliğini savunma hakkını destekliyoruz.'' denildi. Bu açıklamaya göre Çin, İsrail'in İran'a yönelik saldırılarına genel olarak nasıl bakıyor?
Çin, 7 Ekim’den bu yana İsrail’in bölgedeki katliamları ve ülkelerin egemenliğini ihlal eden saldırıları güçlü bir şekilde kınadı. Bu bağlamda Çin’in son açıklaması genel politikası ile uyumludur ancak İran’ın Pekin yönetimi için özel bir önemi olduğu muhakkak. Zira İran İslam Cumhuriyeti 2021 yılında Çin’in stratejik ortağı haline gelmiş ve ilki ülke arasında 25 yılı kapsayacak çok katmalı anlaşmalar imzalanmıştır.
Çin ve İran arasındaki bu stratejik ortaklık sadece ekonomik değil aynı zamanda dünyanın çok kutuplu hale gelmesi gibi siyasi hedefleri de içerdiği için iki ülke BRICS ve Shanghai İşbirliği Örgütü çatısı altında da birlikte yürümektedir. Bu nedenle Çin, özellikle İran’a dönük saldırıları daha dikkatli izlerken, Tahran yönetiminin kendini savunma hakkına destek vermektedir.
2. Çin'in Filistin ile ilişkileri, ülkenin Orta Doğu'daki genel politikasıyla iç içedir. Çin hükümetinin Gazze savaşında Filistin'in destekçisi ve arabulucu bir hükümet rolünü üstelenmeye çalıştığını söyleyebiliriz. Genel olarak Çin'in Gazze konusundaki politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çin’in 7 Ekim’den bu yana Gazze konusundaki duruşu Filistin halkına yapılan tarihsel haksızlığı vurgulamak şeklinde oldu. Bu noktayı oldukça önemli buluyorum çünkü Batılılara göre yaşananların sorumlusu 7 Ekim’de İsrail’e saldıran Hamas’tı ve dolayısıyla bu örgütün yok edilmesiyle sorun çözülebilirdi. Batı dünyası İsrail’in uyguladığı soykırımı bu bahane ile normalleştirmeye çalıştı. Çin ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin beş üyesinden biri ve küresel diplomasinin en etkili aktörlerinden biri olarak bu söylemi reddetti. Çin’in göre 7 Ekim’de yaşananlar Filistin halkının yarım asrı aşan maruz kaldığı katliam ve sürgün politikası içinde değerlendirilmeliydi.
Çin Filistin direnişine sadece söylem düzeyinde destek vermekle kalmadı. Aynı zamanda Filistin direnişini birleştirmek için örgütleri Pekin’de iki kez bir araya getirdi. Bu adım iki açıdan önemlidir. İlk olarak eğer bir Filistin devleti kurulacaksa Filistin topraklarında iki ayrı otorite, çok sayıda silah gücün olmaması gerekmektedir. Çin, bu adımıyla egemen ve birleşik Filistin devleti adımına destek verirken ikinci olarak Gazze’yi Filistinlilerin yönetmesi gerektiği mesajını verdi. Oysa İsrail Gazze’de kalıcı olma isteğini gizlemezken, ABD ve kimi destekçileri ise burada bir teknokrat heyetinin kurulması gerektiğini ya da Araplardan oluşan bir heyetin yönetimi devralasını savunuyor.
Çin yaptığı açıklamalarda sorunun Hamas’a ve onun varlığına odaklanmak yerine bütünüyle Filistin sorununu gündeme getirdi. Çinli yetkililer Birleşmiş Milletler’de yine Batı’nın aksine işgal altındaki Filistin halkının direnişinin meşru olduğunu vurguladı. Pekin yönetimi kısa vadede Gazze’de ateşkes, insani yardım ve esir takası anlaşmasını savunurken, uzun vadede ise 1947 sınırlarına dayanan bağımsız bir Filistin devletinin kurulması gerektiğini sık sık dile getirdi. Şüphesiz ki Çin’in küresel diplomasideki etkinliği göz önüne alındığında yapılan bu açıklamalar Filistin direnişini meşru olarak gören ülkeleri cesaretlendirdi. Bu nedenle İslam İşbirliği Teşkilatı Dışişleri Bakanları ve temsilcileri 7 Ekim’den sonra ilk ziyaretini Pekin’e düzenlendi.
Çin Filistin direnişine sadece söylem düzeyinde destek vermekle kalmadı. Aynı zamanda Filistin direnişini birleştirmek için örgütleri Pekin’de iki kez bir araya getirdi. Bu adım iki açıdan önemlidir. İlk olarak eğer bir Filistin devleti kurulacaksa Filistin topraklarında iki ayrı otorite, çok sayıda silah gücün olmaması gerekmektedir. Çin, bu adımıyla egemen ve birleşik Filistin devleti adımına destek verirken ikinci olarak Gazze’yi Filistinlilerin yönetmesi gerektiği mesajını verdi. Oysa İsrail Gazze’de kalıcı olma isteğini gizlemezken, ABD ve kimi destekçileri ise burada bir teknokrat heyetinin kurulması gerektiğini ya da Araplardan oluşan bir heyetin yönetimi devralasını savunuyor. Çin’in Filistinli örgütleri buluşturmasının ardından şimdi sürecin Mısır’da devam ettiğine tanık oluyoruz. Fetih ve Hamas yetkilileri Mısır’da buluşmasının ardından birleşme çabalarını hızlandıracaklarını duyurdu.
Çin’in Filistin politikasına verdiği desteğin dolaylı bir etkisini ev sahipliği yaptığı İran ve S. Arabistan normalleşme ile gördük. 7 Ekim’de İsrail katliamlarının başlamasının ardından Suudi Arabistan ve İran liderleri 45 dakika boyunca Filistin konulu özel telefon görüşmesi yaptıktan sonra İslam dünyasının yekvücut olması gerektiğinin altını çizdiler. Bu görüşmenin ardından merhum İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi 11 Kasım’da Filistin konulu Arap Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesi’ne katılmak amacıyla Riyad’a geldi. Zirve sırasında Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile yüz yüze görüşen Reisi bölgesel işbirliğine ve Filistin davasına ortaklaşa katkı yapmak istediklerini yineledi.
Çin, attığı adımlarla ABD’nin kuşatma çabalarına karşı dostlarını çoğaltırken kendisini de Küresel Güney olarak adlandırılan gelişmekte olan ülkelerin sözcüsü olarak öne çıkartmak istiyor. Ortadoğu ülkelerini BRICS ve Şanghay İşbirliği çatısında altında birleştirmekten, bölge ülkeleri ile düzenlenen ikili ve çok zirvelere kadar Çin’in amacı aynı zamanda çok kutupluluğa giden süreci hızlandırmaktır.
Reisi ve Selman arasında 11 yılın ardından liderler düzeyinde yapılan görüşmenin Filistin eksinindeki bir başka çıktısı Suudi Arabistan’ın İsrail ile normalleşme sürecini iki devletli çözüm şartına bağlaması oldu. Zira ABD’nin “İran tehdidi” gerekçesiyle Suudi Arabistan’ı masaya oturtma gayretleri boşa çıkarken, Riyad yönetimi artık İsrail ile diplomatik ilişkiler için “Filistin devletinin kurulmasını” ön şart koşuyor.
3. 23 Temmuz 2024'te Çin, Filistin'in iç uzlaşmasına başarıyla ev sahipliği yaptı ve arabuluculuk yaptı ve 14 Filistinli grup Pekin Deklarasyonu'nu imzaladı. Bu tür eylemlerin Çin hükümeti için ne gibi kazanımlar sağlayabilir?
Filistin konusunda atılan adımlar bir süredir ekonomik alanda elde ettiği gücü diplomasi alanına yansıtmak isteyen Çin’in elini güçlendirecektir.
Çin, attığı adımlarla ABD’nin kuşatma çabalarına karşı dostlarını çoğaltırken kendisini de Küresel Güney olarak adlandırılan gelişmekte olan ülkelerin sözcüsü olarak öne çıkartmak istiyor. Ortadoğu ülkelerini BRICS ve Şanghay İşbirliği çatısında altında birleştirmekten, bölge ülkeleri ile düzenlenen ikili ve çok zirvelere kadar Çin’in amacı aynı zamanda çok kutupluluğa giden süreci hızlandırmaktır.
Çin’in gerek İran-Suudi Arabistan normalleşmesi gerekse Filistinli örgütleri birleştirme çabası olsun Pekin’in son dönemde duyurduğu ve yeni bir güvenlik mimarisini öngören Küresel Güvenlik İnisiyatifi’ne olan desteği arıtacaktır.
yorumunuz