Cuma günü Al Halife rejimi tarafından ABD'nin gözetiminde İsrail ile diplomatik ilişkiler kurulması için anlaşmaya varıldığını duyuruldu.
İlk haberi duyuran ABD Başkanı Donald Trump, resmi Twitter hesabından yaptığı açıklamada, “Bugün önemli bir tarihi atılım daha. İki büyük dostumuz İsrail ve Bahreyn, bir barış anlaşması konusunda anlaştı” ifadesini kullandı. Bayreyn’in son 1 ayda İsrail ile barış anlaşması yapan ikinci Arap ülkesi olduğunun altını çizen Trump, ABD, Bahreyn ve İsrail’in anlaşmaya ilişkin yaptığı ortak açıklamayı da paylaştı.
Bu haber başta İran ile Türkiye olmak üzere bir çok ülkenin tepkisini çekti. İran Meclis Başkanı'nın özel danışmanı Emir Abdullahiyan, Twitter hesabından Siyonist Rejim ile Bahreyn arasında varılan anlaşmaya tepki göstererek, bu kararı "İslam davasına ve Filistinlilere büyük bir ihanet" olarak nitelendirdi. Bunun ardından da Türkiye Dışişleri Bakanlığı, Bahreyn'in İsrail'le diplomatik ilişki kurma kararına ilişkin, "Bahreyn'in İsrail'le diplomatik ilişki tesis etme kararı almasını endişeyle karşılıyor ve şiddetle kınıyoruz." açıklamasını yaptı.
Mehr Haber Ajansı konuyla ilgili Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi/AHBH Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi, Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi/ANKASAM Başkanı Prof. Dr. Mehmet Seyfettin Erol ile bir röportaj geröekleştirdi.
Aşagıdaki yazıda bu röportajı okuyabilir siniz:
1- Maname yönetiminin Tel Aviv ile normalleşme anlaşmasına varmasının asıl sebebi nedir? İsrail'in Bahreyn için çıkarları nelerdir?
Bahreyn’in sahip olduğu jeopolitik ve stratejik önem, bu ülkeyi Fars Körfezi'nde paylaşılamayan ülkelerden biri konumuna taşımaktadır. Bahreyn üzerindeki nüfuz mücadelesi ve bu bağlamda Manama yönetiminin İran ile yaşadığı kriz, bu ülkeyi dış politikasında güvenlik eksenli müttefik arayışlarına itmektedir. Bunun yanında Fars Körfezi'nin en zayıf halkalarından biri olan Bahreyn’in sahip olduğu demografik yapı, Arap Baharı'nda yaşananlar ve ülkenin yapısal gerçekleri bu ülkeyi İran’a karşı dış destek arayışlarına itmektedir. Bahreyn, bu anlaşma ile kendisini güvence altına almaya çalışmış, ABD ile olan güvenlik anlaşmalarını daha da pekiştirmiştir. Dolayısıyla söz konusu anlaşma Manama yönetiminin bugüne kadar izlediği politikanın temel ruhuna uygun düşmektedir ve bir sürpriz oluşturmamıştır.
BAE ile yapılan anlaşmada olduğu gibi Bahreyn-İsrail anlaşması da, iki ülke arasında diplomatik ve ticari ilişkilerin yanında, başta güvenlik olmak üzere, çeşitli alanlarda ilişkilerin normalleşmesini hedefliyor. Bu da açıkçası İsrail’in bölgedeki krizlere daha etkin ve “meşru” zeminde müdahil olmasının yolunu açıyor.
İsrail, Mısır ile başlattığı Arap-İslam dünyasını bölme ve kendi ekseninde tutma çabalarını Ürdün ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) sonrası Bahreyn ile daha da pekiştirmiştir.
Bundan ötürü Bahreyn ile anlaşma İsrail’e ve ABD’ye büyük bir psikolojik avantaj sağlamıştır. Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) işlediği mesajı verilmiştir. İsrail bu anlaşma ile İran’ı çevreleme, etkisizleştirme ve istikrarsızlaştırma politikalarında büyük bir avantaj yakalamıştır. Bu baskı sadece İran ile sınırlı değildir, aslında buna Suudi Arabistan ve Katar da dâhildir. Bölgedeki etnik-mezhepsel dinamikler ile oynama ve bunlar üzerinden güç projeksiyonu yapabilme imkânını daha da arttıran İsrail’in Fars Körfezi bölgesinde etkin oyuncu olabilmesinin önü açılmıştır. Zira BAE ile yapılan anlaşmada olduğu gibi Bahreyn-İsrail anlaşması da, iki ülke arasında diplomatik ve ticari ilişkilerin yanında, başta güvenlik olmak üzere, çeşitli alanlarda ilişkilerin normalleşmesini hedefliyor. Bu da açıkçası İsrail’in bölgedeki krizlere daha etkin ve “meşru” zeminde müdahil olmasının yolunu açıyor. Dolayısıyla bu anlaşma ile İsrail, Büyük İsrail Projesi (BİP)’nin Fars Körfezi/doğu kanadında büyük bir inisiyatif yakalamıştır diyebiliriz.
2- Avrupa ülkeleri, İsrail’in BAE ve Bahreyn ile yaptığı normalleşme anlaşmasına destek verirken Suudi Arabistan’ın sessiz kalması dikkat çekmekte. Sizce Suudi Arabistan’ın bu sessizliği neyi gösteriyor? Suudi Arabistan, İsrail’le ilişkilerini normalleştirmek için üçüncü ülke olabilir mi?
Suudi Arabistan’ın sessizliğinin temelinde beş temel husus yatıyor gibi görünüyor. Birincisi, Suudi Arabistan’ın kutsal yerler bağlamında sahip olduğu konum ve bu bağlamda Arap-İslam dünyasını hedef alan “liderlik” iddiası. Böylesi bir normalleşme anlaşması Suudi Arabistan’ı taraf yapacağından ve manevra alanını daraltacağından şu an için “ortada” durumunu devam ettirmek istiyor olabilir. İkincisi, bu gelişmeleri BOP’un bir parçası olarak değerlendiriyor ve Riyad yönetimi halen kendisini burada bir hedef olarak görüyor olabilir. (Bilindiği üzere, BOP haritasına göre “Yeni Ortadoğu”da bölünen ülkelerden biri de Suudi Arabistan. Oysa Suudi Arabistan halen “Büyük Arabistan” liderliği düşüncesinden vazgeçmiş değil). Üçüncüsü, BAE vb. rakipleriyle yapılan bu normalleşme anlaşmalarını kendi çıkarlarına ve rakiplerini güçlendirmeye yönelik bir girişim olarak değerlendiriyor olabilir. Dördüncü sebep olarak Suudi Arabistan içerisindeki güç mücadelesi gösterilebilir. Suud Sarayı içerisinde ikiye bölünmüşlük var ve şu anki görüntü ABD-İsrail ikilisinin tam olarak Suud Sarayı’nı kontrol edemediğine işaret ediyor. Son husus ise, eğer Suudi Arabistan böylesi bir anlaşmaya imza attığı takdirde İbn-i Suud’dan bu yana geleneksel olarak üstlendiği Filistinlileri ikna ve sakinleştirme rolünü-avantajını kaybedecektir. “Yüzyılın Antlaşması”ndaki son averaja kadar Suudi Arabistan’ın “normalleşme anlaşması”na imza atması pek olası görülmemektedir.
Dolayısıyla Suud Sarayı’nda bir ABD-İsrail darbesi tam manasıyla gerçekleşmediği ve Riyad’ın endişeleri giderilemediği, “Yüzyılın Anlaşması”nda rolü bitmediği sürece, Suudi Arabistan’ın “Camp David Sürecinin/Düzeni”nin “5. Ülkesi” olması şu an için zor görünüyor.
3- Türkiye’nin bu anlaşmaya verdiği tepkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
BAE’ye verdiği tepkide olduğu gibi Türkiye bu süreci öncelikle Filistin meselesine yönelik bir ihanet ve çözümsüzlük sürecinin bir parçası olarak görüyor. Dolayısıyla Türkiye’nin tutarlı ve kararlı tutumu bu anlaşmada da kendisini göstermiş vaziyette.
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’nın İsrail ile Bahreyn arasında diplomatik ilişki kurma kararı hakkındaki şu açıklaması bu açıdan oldukça önemli: "Bahreyn'in Birleşik Arap Emirlikleri'nin peşine takılarak, Arap Barış Girişimi ve İslam İşbirliği Teşkilatı çerçevesindeki taahhütlerin hilafına İsrail'le diplomatik ilişki tesis etme kararı almasını endişeyle karşılıyor ve şiddetle kınıyoruz. Söz konusu adım, Filistin davasının savunulması çabalarına yeni bir darbe vuracak ve İsrail'i Filistin'e yönelik gayri meşru uygulamalarını ve Filistin topraklarındaki işgali kalıcı hale getirmeye yönelik girişimlerini sürdürme konusunda daha da cesaretlendirecektir. Ortadoğu'da kalıcı barış ve istikrarın tesisinin tek yolu Filistin meselesinin uluslararası hukuk ve BM kararları çerçevesinde adil ve kapsamlı çözüme kavuşturulmasından geçmektedir. Bölge dışı aktörlerin baskı ve zorlamaları sonucunda; dar çıkar kaygılarıyla verilen sorumsuz tavizlerin bu gerçeği ortadan kaldırması veya ikame etmesi mümkün değildir".
Burada Türkiye şu dört hususa dikkat çekmektedir: 1. Anlaşma Arap-İslam dünyası içindeki ortak tutuma darbe vurmuştur. 2. Filistin davası bundan zarar görecek ve İsrail’in Filistin halkı ve Filistin toprakları üzerindeki tasarrufunda elini güçlendirecektir. 3. ABD vb. bölge dışı aktörlerin barış adı altında dayattıkları her türlü yaklaşım, plan, harita bölgede sadece daha büyük sorunların, krizlerin oluşumuna yol açmaktadır. 4. Türkiye bu tür girişimleri tasvip etmemektedir.
4- Size göre Bahreyn ile İsrail arasında varılan anlaşma başta Ortadoğu olmak üzere Türkiye ve İran için nasıl bir soruna yol açacaktır?
İsrail’in, Mısır ile başlattığı ve akabinde Ürdün, BAE ve son olarak Bahreyn’in dahil olduğu “normalleşme anlaşmaları” süreci her ne kadar Arap dünyası ile barış ve istikrarı hedefleyen bir politikanın parçası olarak “Yüzyılın Anlaşması Çerçevesi”nde belirtilen İsrail ile Filistin arasında yaklaşık 100 yıldır devam eden gerilimi bitirmek olsa da, sürecin bölge dışı aktörlerin inisiyatifinde yürütülmesi ve BİP’e hizmet ettiğinin anlaşılması, bölgedeki krizlerin daha da genişleyeceği ve derinleşeceğini göstermektedir. BOP’tan BİP’e geçiş tescillenmiştir. Dolayısıyla normalleşme anlaşmaları, Ortadoğu’da İsrail’in kurulması ile başlayan Arap-İsrail krizlerinde bir üst aşamaya geçişin temelini oluşturmaktadır. Zira bölge devletleri bu normalleşme anlaşmalarıyla birlikte bölgede “Büyük İsrail”in kendilerini kuşatıcı, istikrarsızlaştırıcı, çıkarlarını ve bekalarını tehdit eden oyununu daha net bir şekilde görmektedirler. Buna Türkiye ve İran da dahildir.
Nitekim İran bu anlaşmaları Fars Körfezi bölgesinden kendisine yönelik bir kuşatmanın parçası olarak görürken, aynı zamanda “direnç cephesi”ne yönelik daha geniş kapsamlı bir saldırı planının bir aşaması olarak da değerlendiriyor. Tahran, İsrail-BAE anlaşmanda da olduğu gibi bu anlaşmayı büyük bir hata ve ihanet olarak vurgulamakta ve İsrail’e bölgede alan açmakla eşdeğer olarak görüyor. İran, bu tepkisiyle cevap hakkını saklı tuttuğunu söylüyor aslında…
Normalleşme anlaşmalarının bir diğer önemli hedefi de elbette Arap-İslam dünyasında etkisi her geçen gün artan Türkiye’dir. Bu antlaşmalar ile Türkiye’nin manevra alanı daraltılmaya çalışılmaktadır. Daha da ötesi BAE gibi düşmanca yaklaşımlar içerisinde bulunan ülkeler cesaretlendirilmektedir. Türkiye bu sürecin tamamıyla farkındadır.
Türkiye ve İran, BOP kapsamında Irak’taki oyunu nasıl bozduysa ve kendileri üzerinden yürütülen “İslam İç Savaşı” kurgusunu/projesini coğrafyanın geleceği adına nasıl boşa çıkarttıysa, bundan sonraki süreçte de kendilerine dayatılan ortak sorunlar-ortak tehditler karşısında benzer bir refleksi ortaya koyabilirler. Zira Türk-İran tarihi sadece Çaldıran ve Kasr-ı Şirinden ibaret değil; bir de bunun “Büyük Selçuklu” deneyimi, boyutu var!
5- Bazı uzmanlar böyle bir anlaşmanın uzun sürmeyeceği kanaatinde siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bu tür anlaşmalar BOP kapsamında BİP’i gerçekleştirmeye yönelik hamleler sürecinin birer parçasıdır. Bölgede hiçbir devlet, normal şartlar altında İslam coğrafyasında dengeyi, istikrarı bozan ve çıkarlarını, bağımsızlıklarını hedef alan hiç bir güç oluşumuna müsaade etmez. Bölge fazlasıyla dinamik ve dip dalga hareketleri her geçen gün kuvvetleniyor. Halkların iradesini yansıtmayan bu kararlar ve onlara imza atan rejimlerin ömürlerinin çok uzun süreli olması mümkün değil. İslam jeopolitiğinin dönüşünü engellemeye yönelik bu tür girişimler başarısızlığa mahkûmdur.
yorumunuz