Mübarek Ramazan ayının son cuması olarak bilinen "Dünya Kudüs Günü" islami ülkelerdeki bazı insanların Filistin'in bağımsız olması isteğiyle toplu yürüyüşler yaptığı gündür.
İlk kez, İran İslam Cumhuriyeti Kurucusu İmam Humeyni, İsrail'in Güney Lübnan'a saldırısı ardından 1979 yılında bütün Müslümanların dikkatini rejimin zulmüne maruz kalan Filistin’e çekmek için Ramazan ayının son cuma gününü “Dünya Kudüs Günü” ilan etmiştir.
O tarihten bu yana Ramazan ayının son cuması "Dünya Kudüs Günü" olarak duyarlı Müslümanlar tarafından, vazifelerini eda etmek için sokaklarda ve meydanlarda Filistin halkının yanında olduklarını göstermek amacıyla ve onların kanuni haklarını savunmak adına büyük yürüyüşler yapılıyor.
Kudüs TV Genel Yayın Yönetmeni Nurettin Şirin Mehr Haber Ajansı muhabirine verdiği röportajda "Dünya Kudüs Günü"nün önemini değerlendirdi.
İşte Nurettin Şirin'in verdiği yanıtlar:
1- Neden Kudüs Günü ve İslami olayların direniş alanında önemli değişikliklere neden olduğuna inanıyoruz?
Dünya Kudüs günü, bütün dünya müslümanlarının, hatta müslüman olmayan özgür devrimci insanların ilgisinin ve yönünün Kudüs’e odaklanmasına, öncelikli olarak siyonizmle mücadele konusunu gündemine almasına ve dünya çapında bir direniş bilinci ve kültürünün oluşmasına en büyük bir kıvılcım oldu. Öyle ki, emperyalizm ve siyonizmin ve bunnun yanısıra onların tüm işbirlikçilerinin Kudüs Günü’nü unutturmak, gündemi saptırmak ve insanların Kudüs’le olan ilgilerinin kopmasını sağlamak için sergilediği küresel komplolara, kumpaslara ve oyunlara rağmen bu kıvılcım bütün dünyada dev bir ateş topuna dönüştü.
Bunun en büyük sebebi de; Dünya Kudüs Günü’nü ilan eden merhum İmam Humeyni olduğu için, dünya müslüman halkları İmam Humeyni’nin şahsiyetine, devrimci liderliğine, emperyalizm ve siyonizm karşısındaki dik duruşuna ayrı bir önem ve değer veriyorlardı. Çünkü tarihte ilk defa İmam Humeyni şahsında bir izzet ve azamet dolu bir liderlik İslam adına, ümmet adına ve dünya mustazafları adına emperyalizm ve siyonizme karşı bir devrim bayrağı kaldırdı ve bu bayrak öncelikle halkların ve ümmetin vicdanlarında dalgalanmaya başladı. Dolayısıyla böyle bir liderliğin yaptığı çağrı dünyada büyük bir direniş bilincini ve direniş geleneğini büyüttü ve siyonizme karşı mücadelede evrensel bir iradenin ve kararlı bir savaşımın parolası haline geldi.
2- Siz de Kudüs Günü'nün uluslara rehberlik edecek değerli bir stratejik ve ideolojik paket olduğuna inanıyor musunuz?
Bugün Kudüs günü sadece zihinlerde ve vicdanlarda Filistin’e duyulan bir ilgilinin ve sevginin kaynağı değil, küresel emperyalizm ve siyonizmin yeryüzündeki tüm şeytani ve sömürgeci planlarına, işgalci ve yayılmacı hesaplarına, zulüm ve zorbalıklarına karşı sürekli canlı durmanın, direniş kampında yer almanın, meşru mücadelenin sürdürülmesinde fedakarlıklarda bulunmanın ve siyonist yapı tamamen ortadan kalkıncaya ve emperyalizmin İslam dünyasındaki tüm varlığı sona erdirilinceye kadar siperlerde bir devrimci olarak durmanan ilham kaynağı ve yol haritası durumundadır.
Bu anlamda Kudüs günü sadece bir gündem ve söylem değil; bir okul ve istikamet, bir irade ve kimlik, bir direniş ve fedakarlık, bir basiret ve bilinç kaynağıdır, özgür vicdanların ve pak fıtratların pusulası ve şiarıdır.
3- Siyonist Rejim’le ilişkilerin normalleşmesinin siyasi ve ekonomik hedefler doğrultusunda hızlanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Enver Sedat ve Camp David ile başlayan Siyonist rejimle normalleşme ilişkilerinin bugün başını hain Suudi Arabistan’ın çektiği yeni bir dalgaya dönüşmesinin sebebi, aslında direniş cephesinin bölgesel anlamda ortaya koyduğu sarsıcı güç, emperyalist ve siyonist projeleri yenilgiye uğratan başarı ve zaferler karşısında duyulan büyük kaygı, korku ve paniktir. Zira Filistin davasını unutturmak, siyonist rejimin varlığını ve işgalini zihinlerde normalleştirmek ve müslüman halklardaki devrimci iradeyi yok etmek amacıyla atılan bu adımlar, onların ne denli bir korku içinde olduklarının, müslümanların ve özgür halkların da zafere ne kadar yaklaştıklarının kanıtı durumundadır.
Ancak, direniş cephesinin gösterdiği irade, siyonizm rejimle ilişkilerin normalleştirilmesi girişimlerinin hüsrana uğrayacağının ve direniş hattının bir ihanetleri mezara gömeceğinin kanıtıdır. Zira 40 yıl öncesine kadar sürekli ilerleyen, sürekli işgal eden ve sürekli saldıran bir siyonist yapı, şimdi ise sürekli gerileyen, sürekli kaçan, kendisini duvarlar arkasında gizlemeye ve korumaya çalışan, sürekli sığınaklara kaçan, direniş karşısında çaresizlik içinde kıvranan ve ateşkes için yalvaran bir yapıya dönüşmüştür.
4- Kudüs ve Filistin'in Arap devletlerinin dış politikasındaki yeri nasıldır ve nasıl olması gerekir?
Kudüs ve Filistin Arap devletlerinin tamamına yakınının utancı ve zillet göstergesidir. Zira, kendilerini “Arap” olarak tanımlayan ve Filistin davasını da bir “Arap davası” olarak göstermeye kalkan bu rejimler, tarihin hiç bir evresinde görülmediği şekilde, bir “Arap toprağı” olan Filistin’i siyonist işgal rejimine satacak kadar alçalmış ve ihanet içine girmişlerdir. Bu rejimler bir taraftan “Arap olmayan ülkeler Arapların iç işlerine karışmasınlar” diyerek İran İslam Cumhuriyeti’nin Filistin konusundaki tavrına tepki verirlerken, diğer yanda Filistin’i masaya koyup Amerika ile “Yüzyılın Anlaşması” adı altında anlaşmalara ve ittifaklara girmektedirler. Tam bir paradoks sözkonusu. İşgal altındaki bir Arap toprağı olan “Filistin” tarihin hiç bir döneminde bu kadar Arap devletlerine uzak olmamıştı, Arap devletleri Filistin’i hiç bu kadar sahipsiz bırakmamış, siyonist saldırı, işgal ve ilhak politikaları karşısında terk edip yalnız bırakmamışlardı.
Bunun sebebi de, bugün Filistin’i işgal eden siyonist yapının tarihsel patronu ve hamileri kim ise, bugünkü hain Arap rejimlerinin patronu ve hamileri de odur. Aynı evin çocukları, aynı kuluçkanın ve aynı fabrikanın ürünüdürler. Bunların anaları da, babaları da, ustaları da mühendisleri de birdir.
Dolayısıyla, Arap devletlerinin Kudüs ve Filistin’e karşı olan ihanetlerinin boyutu kadar başka bir ihanet örneği görmemiz ve göstermemiz mümkün değildir.
5- İslami ve Arap örgütleri Kudüs’ün önemini açıklamada nasıl bir rol üstlenmektedir?
Şu hakikatin altını çizmek gerekirse, Filistin davası, küresel emperyalizm ve siyonizm saldırı ve düşmanlığından daha çok kendilerini “İslam” ve “Arap” olarak tanımlayan birtakım kuruluş ve oluşumların saldırıları ve ihanetleri ile karşı karşıyadır. Adına “Arap Birliği” veya “İslam İşbirliği Teşkilatı” “İslam Konferansı Teşkilatı” denilen oluşumlar, Filistin’e sahip çıkan merkezler olmak yerine, emperyalist ve siyonist planlara hizmet eden kuruluşlar olarak rol almaktadırlar.
1969 yılında Mescid-i Aksa’nın yakılmasının ardından kurulan “İslam İşbirliği Teşkilatı” bugün Kudüs’ün siyonistlerin başkenti olduğunu ileri süren şeytani planların uygulayacılarının kontrolü ve denetimi altındadır. Arap Birliği’nin merkezi olan Kahire’de 1970’lerde siyonist rejimin ortadan kaldırılması sloganı yükselirken, bugün Filistin’i özgürleştirme mücadelesini veren direniş hareketlerini “terör örgütü” ilan eden bir merkeze dönüştürülmüştür.
Ancak Arap olsun olmasın, hatta müslüman olsun olmasın, dünyanın her yanındaki özgürlük aşıkları ve bölgemizdeki direniş cephesi güçleri, Filistin ve Kudüs’ü bu ihanet odaklarının inisiyatifine bırakmayacak güçtedir ve bundan dolayı da direniş cephesini etkisizleştirmek için her geçen zaman yeni saldırı ve imha planları uygulanmaya çalışılmaktadır.
6- Siyonist Rejim’in Kudüs’ün Yahudileştirilmesi, yerleşim bölgeleri ve turistik yerleşmilerin inşa etmesinden amacı nedir?
Siyonist rejimin Kudüs’ü yahudileştirme planı aslında siyonistlerin kendi planları ve davalarına ne denli bağlı kaldıklarının göstergesidir. Çünkü siyonistler Kudüs’ü ele geçirmek için yüzyıllardır bir planın içerisindeydiler. Osmanlı’nın yıkılışından sonra İngiliz emperyalizminin desteği ve himayesiyle Flistin topraklarında azgınlaşmaya başlayan siyonistler 1967’de Kudüs’ü işgal ederek birinci stratejik adımı gerçekleştirmişlerdi.
Daha sonra ise, Kudüs’ü tamamen yahudileştirmek ve ele geçirmek için her kozu kullandılar, her fırsatı değerlendirdiler, her oyunu oynadılar ve her hesabı yaptılar, bu günlere gelerek, artık Kudüs’ün tamamen bir yahudi kenti olduğunu ileri sürmeye başladılar.
Ancak siyonistlerin kendi itiraflarında da olduğu üzere, 1979 yılında İslam devriminin gerçekleşmesiyle birlikte onların ilerleyişi ve yükselişi geri dönmeye başladı. Çünkü Kudüs’ün bir İslam toprağı olduğunu ve mutlaka siyonist işgalden kurtarılacağını birinci hedef olarak, kırmızı bir çizgi olarak ortaya koyan bir İslam devrimi zafere ulaşmıştı.
7- İran Devrim Muhafızları Ordusu’na bağlı Kudüs Gücü Komutanı Korgeneral Kasım Süleymani’nin Kudüs şehidi olarak, Kudüs'ün kurtuluşu ve terörizmle mücadeledeki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kudüs Gücü komutanı general Kasım Süleymani bütün zerrelerine kadar, başta ve öncelikli olarak Kudüs’ün özgürlüğüne, İslam ümmetinin topyekun kurtuluşuna adanmış bir iradenin, bir adanmışlığın, bir direniş ve cihadın, bir azim ve sebatın, bir istikamet ve kervanın simgesi, şiarı, güneşi ve pusulasıdır.
Kasım Süleymani demek, Tahran, Tebriz ve Kirman demekten önce, Kudüs, Gazze ve Hayfa demektir! Kasım Süleymani demek, İran demekten önce Filistin demektir! Kasım Süleymani demek, Mescid-i Aksa demektir!
Filistin’in özgürlüştirilmesi mücadelesinde şimdiye kadar verilen mücadelelerin ve ortaya konulan direnişin en kritik boyutunu şehid Kasım Süleymani oluşturmuştur. 1987’lerde sapan taşı ile başlayan Filistin intifadası’nın 2000’lı yıllardan sonra siyonist işgal rejiminin her noktasını füzelerle vuran bir direniş kalkanına çeviren sürecin arkasındaki asıl isim Kasım Süleymani’dir. En ağır abluka ve muhasaraya rağmen Gazze’yi direnişin üssü, direniş gücünün kalbi haline getiren organizasyonun ve seferberliğin adı Kasım Süleymani’dir. Siyonist rejime şimdiye kadar ummadığı ve hayal dahi edemediği en ağır yenilgileri ve hezimetleri tattıran ve siyonist rejimin ömür yıldızlarını söndüren direniş cephesinin kalbi ve atardamarı Kasım Süleymani’dir!
Kudüs ve Filistin davası şimdiye kadar Selahaddin Eyyubi’lerden İzzeddin el Kassam’lara, Şeyh Ahmed Yasin’lerden Fethi Şikaki’lere, Abbas Musavi’lerden İmad Muğniye’lere kadar nice isimle hep anıla geldi, onlarla anlamlandı ve bütünleşti. Tüm bunlarla birlikte ve bunların yanında Kudüs ve Filistin’le anlamlanan ve bütünleşen ve tertemiz kızıl kanıyla Özgür Filistin, Özgür Kudüs misakını imzalayan o büyük komutanın, o büyük mücahidin ve o büyük askerin adı Kasım Süleymani’dir!
Kasım Süleymani’nin pak bedeni Amerikan bombaları altında parçalanmış olsa da, Hz. Abbas misali eli kopup toprak üzerinde kalsa da, onun temiz ruhu Kudüs’te dolaşmakta, Kudüs’ü kucaklamakta, Kudüs’e özgürlüğünü müjdelemektedir! Zira o, Kudüs gücü’nün komutanı idi. Kasım Süleymani, siyonist rejimin anlına iptal mührünü basan iradenin, mezarını kazan ve tabutunu çakan direnişin şiarıdır. Kasım Süleymani, İsra Süresi’nin tefsiridir ve İsra’daki müjdenin nişanesidir!
yorumunuz